Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Çürüme kavramını ben kullanmıyorum. Bana göre Türkiye şu anda bütün uzuvlarına kanser bulaşmış bir bünyeden ibaret. Ama “çürüme” itirafı iktidar cenahından geliyor. Hem de Saray’dan! Yıllardır Saray’ın konuşma metinlerini yazan şahıs yazıyor. “Çürüme” olduğu gerekçesiyle AKP’li yazar Aydın Ünal Havuz medyanın önemli göletlerinden biri olan Yenişafak’ta artık yazmayacakmış!
Aydın Ünal: “Hırsızla, arsızla, haşeratla, asalakla, hainle, münafıkla, yetimin hakkını yiyen yüzsüzle, dönekle” mücadele edemediğinden ve bunlar dışta değil, içte olduğundan kaçtığını söylüyor. “Lakin kaçışımız çürümeden, seviyenin düşmesinden, tahammülsüzlükten kaçıştır. Kaçışımız düşmandan değil, ‘dost’ görünenden kaçıştır. Kaçışımız korkudan değil, pervasızlıktan; tehditten değil, aldırmazlıktan, gözü dönmüşlükten, hırstan kaçıştır. Kaçışımız, masumane kaygılarla dostça uyarılarımızı sınırsız iştihalarının ve kifayetsiz ihtiraslarının önünde mania olarak görenlerin iftiralarından, ithamlarından kaçıştır.” diyor.
Bu çürüme epeyce eski. Aydın Ünal’ın da yeni farkettiğini sanmıyorum. Peki, bu zamanda neden kaçar? Geminin artık iyice su aldığını görüp batmadan önce kendi “şerefiyle!” terketmek istediği için kaçıyor olabilir. Zaten bir şekilde ipini çekeceklerdir “yiğitlik bende kalsın” diye böyle bir yazıyla veda ediyor olabilir. Belki de içinde bir vicdan kırıntısı kalmıştır ve onun verdiği rahatsızlıkla bir tavır gösteriyordur; bilemiyoruz. Ama AKP iktidarında ve onun virüsüne maruz kesimlerdeki çürüme elbette yeni değil. İstanbul belediye başkanlığından bu tarafa yolsuzluk, yozlaşma, çürüme, kamu kaynaklarına tasallut olduğunu en başta eski Saadet’liler, AKP’liler olmak üzere herkes biliyor.
AKP iktidarının ilk dönemlerinde hala rejim üzerinde TSK etkisi olduğu için, yargı AKP kontrolüne geçmediği ve parti içinde dengeler olduğu için Hazret yolsuzluk, iç etme, yozlaşma gibi konulara yeterince imkan/fırsat bulamıyordu. Orada ne görüşüldü ise, Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra Erdoğan için tek adam olma yolu açıldı. Tek adamlığa paralel yozlaşma, yolsuzluk, adaletsizlik, zulüm, kayırma vb alenileşti, hızla yükselişe geçti. 17/25 soruşturmaları şirazeden çıkmış çürümeyi, yozlaşmayı engellemek için topluma iyi bir fırsat sunuyordu. Ama Aydın Ünal gibi “aydın” geçinen pek çok kişi hakikatin farkında olduğu halde bu soruşturmaları “darbe” olarak sundular ve hırsızları dışarı salıp, polisleri içeri alan uygulamlara alkış tuttular.
15 Temmuz çürümenin kokuşmanın üzerine tüy diken vaka haline geldi. Zira Usta’ca planlanmış bu sofistike olay bütün gücü, yetkiyi Erdoğan’da toplamaya vesile “Allahın lütfu” oldu. Artık atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Biraz insafı olan, bir miktar Hakka-Hakikate taraftar olan insanlar için yol bitti. Kırıntıları kalmış olan muhalefet, düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, adalet düşüncesi tamamen sıfırlandı ve her şey bir şahsın iki dudağına bağlı hale geldi.
Gelinen noktada ne Aydın Ünal gibilerin, ne eski ortakları Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın, ne muhalafet kılığında AKP’ye analık ve yavruluk yapan liderlerin, ne medyanın, ne herhangi bir yargıcın ne de bir dönem aile içinden var olduğu söylenen “bu paralar nerden geliyor?” diye sorgulayan aile bireylerinin yapabileceği bir şey kaldı.
Bu gün artık insanların canını, namusunu koruması gereken polisler polis otosunda kadınlara tecavüz ediyor. Toplumda güven sağlasın diye maaş alan güvenlik unsurları bizzat kendileri güvensizlik üretiyor.
Eskiden bankalar eli silahlı hırsızlarca soyulurdu şimdi bankalar içerden soyuluyor. Banka yönetimleri soygunun parçası oluyor ve gece yarıları kur düşürüp yandaşlara düşük fiyattan döviz satıyorlar. En başta da kamu bankaları çürümenin ekonomik odakları haline gelmiş durumda.
İstanbul müftüsü, ilahiyat profesörü kişi çökülmüş-gasp edilmiş özel mülkiyeti lojman olarak kullanmaktan utanmıyor, sıkılmıyor.
28 Şubatta başörtüsü yüzünden mağduriyet yaşamış hanımefendi 17.000 başörütülü, bebekli hanımın hapislerde çürütülmesi karşısında “zulüm, baskı yok!” diye açıklama yapabiliyor.
Televizyonlar, gazeteler habire din satıyor. Cemaatler, tarikatler, dindarlar bu düzeneğin destekçisi oluyor ama gençlik hızla ateizme, deizme kayıyor.
Kürsülerden ahlak bekçiliği yapılırken nesiller uyuşturucu, fuhuş, alkol ağında tükeniyor.
Camiler siyasetin arenası, din adamları yalanın, yolsuzluğun, hırsızlığın, zulmün meşrulaştırıcısı haline gelmiş durumda.
Ülke bütün verilerde dünyanın en geri kalmış, en kötü durumdaki ülkeleriyle yarışıyor. Gazetecileri hapsetme, aydınları susturma, demokrasiden ve hukuktan uzaklaşma gibi konularda açık ara önde gidiyor.
Rüşvet her yerde. Adaleti sağlaması gereken yargı zulmün aracı. Yargı da dosyalar üzerinden paralar dönüyor. Kayırma sülale boyu. Karısını danışman yapandan, bütün kardeşlerini ballı yerlere yerleştirene kadar her tür kayırmacılık gırtlağa kadar. Geçici işçilik için dahi partiden listeler geliyor. Küçük ihaleler il-ilçe başkanlarını, orta boylar milletvekillerini ve bakanları, ülke ölçeğindeki ihaleler ise Beyefendi’yi ve yakın halkasını görmeden verilmiyor. Spordan eğitime, Diyanetten Adalette hayatın her alanında çok ağır bir yozlaşma, çürüme, kayırma, kokuşma var. Çürüme, kokuşma o hale geldi ki o çürümenin mimarı, destekçisi, yararlananı olanlar dahi kokudan duramıyor ve rahatsızlığını dile getirme mecburiyeti hissediyor!
Fecaatin farkında olanlar yaşananlardan dolayı ilahi bir tokat, ani bir yıkılma, bir deprem bekliyor. Adaletsizlik, zulüm, yalan, yolsuzluk devleti-toplumu deprem gibi bir anda yıkmaz, sonuçları kısa sürede görülmez. Zulüm kanser gibidir. Toplumu yavaş yavaş bitirir, devleti ağır ağır çökertir. Tedavi geciktikçe hasar artar, bünyeyi sarar, geri dönülmez olur. Deprem, ani yıkılma beklemeyin! Ülkenin ekonomisini yutan, insan kaynaklarını bitiren geleceğini tüketen bir kanser bu.
Yok sayıldığı, görmezden gelindiği, bana dokunmasın dendiği için kanser vucudu kemirip bitirecek ve halsiz düşürecek. Sağcısı solcusu, laiki dindarı, Türkü Kürdü, Alevisi Sünnisi, zengini fakiri.. istisnasız herkes bünyeyi kaplamış, bütün uzuvları sarmış bu çürümenin, yozlaşmanın zararını görecek, acısını duyacak!
Eğer tek tek ses verirseniz zulüm düzeni hepinizi birer birer itibarsızlaştıracak, karalayacak ve kurduğu düzeni sürdürecek!
Çok ileri safhalara ulaşmış bu kanserle, çürüme ile mücadele için artık bireysel söylemler, ayaküstü tedavi aramalar çözüm değil. Ağır bir kemoterapiye, yoğun tedaviye, cerrahi müdahaleye ihtiyaç var. Zira ülke ağır hasta. Bütün bir millet ciddi bir tedavi kararlılığında olursa, acı bir reçete uygularsa çözüm mümkün olabilir.
“Kanserden korkma geç kalmaktan kork!” kanserle mücadelede bir motto. Ülkenin mevcut halinden daha acı olanı ise medyayla, sloganla, hamasetle uyutulan toplumun önemli bir kısmının hala kanserin ve geldiği evrenin farkında olmayıp, kendini güçlü ve sağlıklı sanması!
(TR724)