Yorum | Bülent Keneş
1994’ten beri kamuoyu önünde olan ve uzun zamandır 80 milyonun hayatını doğrudan etkileyen Erdoğan’ın çok enteresan bir tarzı olduğu artık iyice anlaşılmıştır sanırım.
Özellikle İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan başlayarak kamuoyu önündeki çeyrek asırlık serüveninden anlaşılan odur ki, Erdoğan hayatının şu ya da bu aşamasında kendisiyle suç ortaklığı yapmış olan kim varsa son derece vefalı(!). Çünkü, Binali’den Yeliz’e, Dişli’den Egemen’e, Hadi Salihoğlu’ndan Cirit’e varıncaya kadar bugüne kadar Erdoğan’ın tek bir suç ortağını dahi yarı yolda bıraktığı görülmedi. Sırlarına vakıf olanları, belki şerlerinden emin olmak için, hep en yakınında tuttu. Sorunlu kariyer basamaklarında nereye çıktırsa onları da beraberinde taşıdı. Siz ister buna sus payı, isterseniz ganimet paylaşımı deyin, konumlarını yükselttikçe yükseltti.
Hiç şüphesiz ki, Erdoğan’ın bu eşsiz vefası(!) kadar önemli bir diğer özelliği de kinine ve intikamına sadakati oldu hep. Sürekli içinde büyüterek dini haline getirdiği kininin gereklerini yerine getirmek, hıncını ve intikamını acıta acıta almak üzere, çok önceden kafaya koyduklarını gerçekleştirmek için gücünün elverdiği an gelinceye kadar sinsice beklemeyi çok iyi bildi. Kendisini yeterince güçlü, şartları elverişli gördüğü anda ya da bizzat kendisi fırsatlar yaratarak kafasına koyduklarını er ya da geç yapmayı becerdi.
İŞLEYECEĞİ ŞENAATLERİ ÖNCEDEN DUYURMAK ERDOĞAN’IN HUYUDUR
Öte yandan Erdoğan, yapmak istediklerini gerçekleştirmeye gücü yetmediği durumlarda pragmatik ricatlardan, taktik geri çekilmelerden imtina etmedi. Pusuya yatmış bir avcı gibi şartların olgunlaşmasını sabırla bekledi. 2010 yılına kadar Erdoğan’ın yapmak isteyip de kamuoyu baskısından dolayı geri adım attığı her defasında, pek çoklarımız bunu, Erdoğan’ın kamuoyu tercihlerine olan hassasiyetinin ve demokratlığının bir göstergesi olarak okuma hatasına düştük.
Erdoğan’ın, siyasal İslamcı ideolojisi ve şahsi hırsları çerçevesinde kafaya koyduğu hedeflerini birer fikri sabit haline getirdiğini, itiraf etmeliyim ki, pek çokları gibi o zamanlar biz de göremedik. Oysa Erdoğan, o gün de tıpkı bugünkü gibi, hedefleri konusunda hep keçi kadar inatçıydı. O hedeflere ulaşmak için Machiavellizmin ahlak sınırlarını zorlayacak derecede çıkarcı ve fırsatçıydı. En az suç ortaklarına vefası(!) kadar kinine de hep sadık kaldı. Çoğumuz Erdoğan’ın bu tarafını maalesef çok geç anlayabildik. Bad’e harab-ül Basra…
Erdoğan, mesela dershaneleri kapatma mevzuunu ilk kez 17/25 Aralık 2013 öncesi, yakın bir gelecekte afişe olacağına vakıf olduğu rüşvetlerin ve yaptığı hırsızlıkların ortaya çıkarılmasına karşı bir hasar kontrolü yöntemi ve önleyici bir çare olarak gündeme getirmemişti. Daha önceden de ara sıra bu yöndeki emellerini kamuoyu önünde ifade etmişti.
Nasıl ki, yıllardır kafaya koymakla kalmayıp bazen kendi dar çevresinde, bazen de kamuoyu önünde dile getirdiği “Türkiye’yi şirket gibi yönetmek,” “güçler ayrılığını yok etmek,” “yargıyı kendi maşası haline getirmek” vb daha pek çok şeyi, bizzat kendisinin yaptırdığı ve tanklar hala sokaktayken kamuoyuna “Allah’ın lütfu” diye pazarladığı 15 Temmuz darbe komplosundan sonra hızla gerçekleştirdiği gibi, kafaya koyduklarını gerçekleştirmek üzere şartları olgunlaştırmakta da Erdoğan, Şeytanları kıskandıracak ölçüde mahirleşti.
Yanlış hatırlamıyorsam 2011 yılı gibiydi. Birgün gazeteci arkadaşlarla gündemi değerlendirirken, bir arkadaşım Erdoğan’ın bazen bazı konuları sırf gündem olsun diye konuştuğunu, aslında kamuoyunun belirli kesimlerinde büyük endişelere yol açan o şeyleri gerçekleştirme gibi bir amacının olmadığını söylemişti. Bu yüzden de, Erdoğan’ın her söylediğinin fazla ciddiye alınmaması gerektiğini kaydetmişti.
DİKTATÖRLERİN ŞAKALARINI BİLE CİDDİYE ALMAK LAZIM
2011 yazından itibaren başlayan Erdoğan’ın fabrika ayarlarına fiilen geri dönme eğilimini ilk farkedenlerden biri olarak, o meslektaşıma hemen itiraz etmiştim. 2010 referandumu sonucu atılan adımlar, Ergenekon-Balyoz soruşturmaları, girişilen köklü medya mühendisliği ve 12 Haziran 2011 seçimlerindeki büyük başarısı sonrası Erdoğan’ı yapmak istediklerinden alıkoyabilecek hiçbir güç ve dinamiğin kalmadığını, dolayısıyla böyle bir konumdaki şahsın “şakasının bile ciddiye alınması gerektiğini” ifade etmiştim. Erdoğan’ın her sözü ve adımının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştım. Herkesin malumu olan gelişmelerin endişelerimi maalesef fazlasıyla doğruladığını bilmem belirtmeye gerek var mı?
Geçenlerde benim gibi sürgünde yaşayan, Türkiye’de olup bitenlere son derece vakıf bir dostumla sohbet ederken, hırsızlık ve rüşvette suçüstü yakalanan Erdoğan’ın keyfi ve hukuksuz bir şekilde hapse attığı bazı bürokratlardan, yargıç, savcı ve polislerden hala ciddi endişe duyduğunu ifade etti. Dostuma göre, kendisi ve çevresindekilerin ulusal ve uluslararası pisliklerinin en azından bir kısmına vakıf olan bu insanlardan bir şekilde kurtulmadan Erdoğan ve çevresindeki suç ortaklarının rahat edemeyeceğini, bu yüzden de bazılarını şahsen tanıdığı cezaevindeki bu insanların hayatlarından ciddi endişe duyduğunu söyledi. Cezaevindeki söz konusu insanların ailelerinin de kendisinin taşıdığı çok ciddi endişeleri paylaştığını belirtti.
Açıkçası, Erdoğan’dan ve çevresine topladığı çeteden beklenmeyecek bir şey değildi bu söylenenenler. Neticede bugüne kadar yaptıkları bundan sonra yağacaklarının da en büyük kanıtı. 2011’de dostlarıma Erdoğan’ın şakalarının bile ciddiye alınması gerektiğini söylemiştim, sıkı durun şimdi bir adım daha ileri gidiyorum. Bugün Erdoğan rejiminin istihdam ettiği trol hesaplarından yayılan tüyler ürpertici katliam çağrıları ve tehditlerin de son derece ciddiye alınması gerektiğini söylüyorum.
TROL DEYİP GEÇMEYİN, BİLİN Kİ HEPSİ SAHİBİNİN SESİ
Çünkü, trol deyip geçmeyin. Neticede bunlar kendiliklerinden söylem üreten mahluklar değiller. Sırtlarını Erdoğan’a ve çevresine yaslamış, onların kamuoyunu yönlendirmek için kullandığı kirli ve aşağılık maşalar. Üstelik ateş olmayan yerden de duman çıkmaz. Trollerin diline de o çevrelerde pişirilenlerden başkası düşmüyor. Bunlar kendiliğinden olmuyor. Süreçler bir plan çerçevesinde işliyor.
Şöyle bir hafızanızı yoklayın lütfen. İlk olarak trollerin gündeme taşıdığı neler neler gerçekleşmedi ki bu ülkede? İlk etapta “Yok canım, o kadar da değil?” dediğimiz neler nelerin yazdıkları sosyal medyada mikrop gibi yayılan bu trollerin dediklerinden de öteye geçerek nasıl gerçekleştiğini tek tek saymaya gerek var mı? Sadece gazetelere, televizyonlara el konulmasına, kapatılmasına, binlerce gazetecinin işlerinden edilmesine, yüzlercesinin hapse atılmasına dair uzun uzun listelerin nerelerde yayınlandığını hatırlamanız bu konuda fazlasıyla fikir verir sanırım.
İşte sahibinin sesi bu ahlak yoksunu troller, son dönemde yeniden açıktan açığa katliamlar yapmaktan, insanları katledip kanlarıyla banyo yapmaktan bahseder oldular. Üstelik bu insanlık dışı tehditlerini toplumun sadece bir kesimine hasr etmeyerek toplumu olabilecek en aşırı durumlara bile hazırlıklı hale getirme çabasına giriştiler. Çoğunlukla markalaşmış anonim hesaplar üzerinden dile getirilen bu tür tehditler, kazaen olsa gerek, bazen de gerçek şahısların hesaplarından paylaşılabiliyor. Bunun en son örneklerinden birini, AKP Kandilli-Kuleli Gençlik Kolları Başkanı Fatih Yakupoğlu’nun modacı-yazar Barbaros Şansal’ı hedef alan Twitter paylaşımı oluşturdu.
“Barbaros Şansal, sen o…’nun son çocuğusun biliyorsun dimi? Seni yakaladığım yerde kanınla yıkanacağım vatan haini,” yazan Yakupoğlu’nun bu tavrının ergenlik safhasındaki bir serserinin bireysel çıkışı olarak okursanız yanılırsınız.
“HİZMET HAREKETİ MENSUPLARININ KATLİ CAİZ, İNFAZLARI ŞARTTIR!”
Çünkü, Yakupoğlu’nun bu tehditi hala tartışılıyorken, Arapça’dan İngilizce’ye varıncaya kadar pek çok dilde yayın yapma gücü olan AKP-MİT odaklı bazı hesaplar da halkı, Hizmet Hareketi’ne yakın insanlara yönelik cezaevinde ya da dışarıda girişilecek yargısız infazlara alıştırmak için dehşet verici bir çaba içerisindeydi.
Bunların en meşhurlarından biri olan “Gizli Arşiv – @_GizliArsivTR” isimli hesabın, “Suskun şimdi onlar, boynuna tasmalarını takanlardan öyle emir aldılar… En iyi FETÖ’cü ölü olandır. Katli caiz infazları şarttır! Hem devletimizin, hem ümmetin bekası için bunların İNFAZI gereklidir. Millete ihaneti UNUTMAYACAĞIZ, Ümmete ihaneti UNUTTURMAYACAĞIZ!” şeklindeki paylaşımı, bir serserinin sıradan paylaşımı olarak asla değerlendirilemez.
Mesajın içerisindeki “millet”, “ümmet”, “ihanet” üçlemesi kaynağının ne olduğuna dair fazlasıyla fikir veriyor zaten. Milleti soyup soğana çeviren, Ümmet dediklerine ise asıl ihaneti Esed’in en büyük destekçisi İran’a can damarı olmak, Filistin’i bombalayan İsrail jetlerine yakıt sağlamak ve milyonlarca Doğu Türkistan Türkü’nü toplama kamplarında işkenceden geçiren Çin’e verdiği birkaç milyarlık borç için sus pus kalmak suretiyle ihanet edenin kim olduğunu uzun uzadıya izah etmeye gerek yok sanırım.
Keşke, sürgündeki o dostumun ve Erdoğan’ın keyfi olarak tutsak aldığı polis/savcı/hakim/asker yakınlarının endişelerinin yersiz olduğunu söyleyebilseydik. Mehmet Ağar’ın çömezi Süleyman Soylu gibi SS kalıntısı bir caninin emrindeki polis üniformalı partizan milislerin, Ergenekoncu asker bozuntularının, Erdoğan’ın adım adım örgütlediği SADAT ve benzeri radikal silahlı organizmaların, yine Erdoğan ve Bahçeli’nin kamuoyu önünde bile iş tutmaktan çekinmediği eli kanlı türlü mafya ve kirli çete yapılanmalarının ne tür cinayetler işleyip, nasıl katliamlar yapabileceğine dair geçmişten gelen tecrübeler böyle bir şey söylememize müsaade etmiyor maalesef.
Tüm bunların üzerine bir de devletin derinliklerine kümelenmiş şer odaklarının beslediği sahibinin sesi troller üzerinden yeniden katliamlardan bahsedilmesi, yapılan bu tehditleri çok geç olup da iş işten geçmeden önce son derece ciddiye almamızı ve elimizden geldiğince de bu tehditlerin büyüklüğüne uygun önlemler geliştirmemizi zorunlu kılıyor. Bu konuda, bir rapor hazırlayarak uluslararası kamuoyunun dikkatlerini bu korkunç tehlikeye çekmeye çalışan New York merkezli Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nınkine (JWF) benzer çabaları artırmak gerekiyor.
“GÖZALTINDA ÖLÜM – TÜRK HAPİSHANELERİNDE YAŞAMA HAKKI”
O dostumun günler öncesinden paylaştıklarına çok benzer endişelerin de dile getirildiği JWF’nin “Gözaltında Ölüm – Türk Hapishanelerinde Yaşama Hakkı” başlıklı raporunda, geçtiğimiz haftalarda gözaltındayken katledilen polis amiri Zeki Güven örneği hatırlatılarak, özgürlüklerinden mahrum bırakılan yüksek profilli bazı tutukluluların yükselen şüpheli ölümler trendinin yeni kurbanları olabileceğinden duyulan endişe dile getiriliyor.
JWF raporu da, endişelerini rapora konu ettiği tutukluların ailelerinin ciddi kaygılarına dayandırıyor. Erdoğan ve AKP çevresinden insanların yolsuzluk skandallarına ve suçlarına vakıf olan polis, savcı ve hakimlerin yargısız infaz riski altında olduğuna dikkat çekilen rapor, uluslararası topluma, keyfi şekilde özgürlüklerinden mahrum bırakılan bu insanların konuldukları hapishanelerde Erdoğan rejimi adına hareket eden devlet ajanlarının girişeceği kanun dışı eylemlere karşı korunmalarını sağlama çağrısında bulunuyor. Bu bağlamda Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler, diğer bölgesel ve uluslararası mekanizmaların konuya müdahil olması ve bütün ikili ve çok taraflı diplomatik temaslarda bu endişelerin mutlaka dile getirilmesi isteniyor.
Özellikle Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik olarak idamın geri getirilmesi tartışmalarına da değinilen raporda, Türkiye’yi daha da izole edeceği için idamın geri getirilmesinin yasal açıdan mümkün olmadığından hareketle, Erdoğan hükümetinin idamla elde edeceği sonuçları gözaltında, hapishanelerde ya da sokak ortasında girişeceği yargısız infazlarla gerçekleştirmeyi istediğine dair somut deliller ve artan endişeler olduğuna dikkat çekiliyor. Hükümetin, işkenceyi önlemeye matuf tüm yasal düzenlemeleri olağanüstü hal altında ilga ettiğinin hatırlatıldığı raporda, güvenlik güçlerine ölüme varacak keyfi tasarruflar konusunda açık çek verilmek suretiyle her türlü işkence ve kötü muameleler konusunda Türkiye’de elverişli bir ortamın yaratıldığına işaret ediliyor.
Rapor, güya toplu halde cezaevlerinden kaçıyorlar görüntüsü altında, SADAT militanları ya da askerler tarafından tutuklu Hizmet Hareketi mensuplarının toplu katliamına dair yapılan planların deşifre olduğundan da bahsediliyor. Deşifre olan bu planın yaygın sosyal medya kampanyaları neticesinde uygulanamadığına dikkat çekiliyor. Ancak, ifşa edilmelerine rağmen buna bezer girişimlerin artarak devam ettiğinin belirtildiği raporda, cezaevlerinde son derece sağlıklı onlarca kişinin hayatlarını kaybetmesine intihar ya da sağlık sorunlarının gerekçe gösterilmesinin inandırıcılığı da sorgulanıyor. Raporda, gözaltında ya da hapishanelerdeki bu şüpheli ölüm vakalarından hiçbirinin bağımsız otoritelerce araştırılmadığının da altı çiziliyor.
Anlayacağımız, Erdoğan ve şer şebekesi boş durmuyor. Her gün yeni bir zulm yöntemi ve komployla masum insanların başına çorap örmeye devam ediyor. Allah zalimlere fırsat vermesin. Masumların ise muhafızı, yar ve yardımcısı olsun.
(TR724)