Yorum | Süleymen Sargın
Bu hafta, içinde bulunduğumuz Zilhicce’nin ilk on gününe dair bir şeyler yazmak niyetindeydim. Birkaç gün önce telefonuma gelen kısa bir not bana daha önemli geldi ve onu paylaşmaya karar verdim. Not Hocaefendi’nin sürece dair bazı değerlendirmelerini ve bize sitemlerini içeriyor. Kendileri bunları, talebeleriyle her gün devam ettiği sabah dersinde ifade etmişler.
“Bugün her zamankinden ziyade -Üstad da buyuruyor- vifak ve ittifaka ihtiyacımız var. Üstad bunun için koca uhuvvet risalesini yazmış. Ben orada da ihlas risalelerinde de esasen meslek adına ölesiye bir çırpınış görüyorum. Ölesiye bir çırpınış! Zannediyorum, dediği şeylere kanaat etmemiş. Bünyan-ı marsûsu korumak adına daha neler denir diye çırpınmış durmuş.
Cennet kapısında bile kardeşlerini tercih etmektir mesleğimiz. Bugün Müslümanlar olarak başımıza gelen şeyler, şefkat tokatlarıdır. Müslümanlar arasında vahdet-i rûhiyeyi, birlik ruhunu çok göremiyorum. Bundan çok rahatsızım.
Olumsuz duyguları iman kardeşlerimize değil, zalimler, fasıklar, facirler çok, onlara karşı kullanın. Olumsuz duyguların size tesirleri olacaksa o tesirleri kıracak setler oluşturun. Kendinize bir değer biçmek yerine ‘Benim de aklım almıyor ama bu nurani halkanın içinde nasıl bulunuyorum’ diye şükür tefekküründe bulunun.
Kur’an’ın “kardeş-karındaş” olarak tesmiye buyurduğu iman ehlini birlik şuuru ve ruh bütünlüğü içinde görmüyorum. Çok yaralıyım. Kalbimin yarasının sadece az bir menfezini açtım size. En önemli meselemiz kenetlenme, kenetlenme, kenetlenme… Kardeşlerinden ayrı bir Cennet’e gitmeyi bile kerih görecek, Cennet’in kapısında ‘arkadaşlarım nerede’ diye gözleriyle etrafı arayacak derecede bir kenetlenme.
Bu yolda elbette tekmeler yiyebilirsiniz, sarsılabilirsiniz ama bu ölçüde bir kardeşliği tesis ederseniz Allah’ın izniyle yıkılmazsınız. Bu ölçüde inanmış bir gönül sarsılsa da devrilmez. İlelebet kapaklanmaz. Devrilse de kalkar, doğrulur ve hizmetine dimdik devam eder. Bu duyguya sahip olduktan sonra bu işin başına bela ve musibet adına ne gelirse gelsin yıkılmaz. Aksi halde, ne kadar şatafatlı da olsa, devrilir.
Cennet kapısında bile kardeşlerini tercih etmektir mesleğimiz. Bugün Müslümanlar olarak başımıza gelen şeyler, şefkat tokatlarıdır. Müslümanlar arasında vahdet-i rûhiyeyi, birlik ruhunu çok göremiyorum. Bundan çok rahatsızım.
İnsanlığın sulhu ve selameti adına yapılan hizmetleri kendinize mâl ederek ‘ben yaptım, ben ettim’ der, kendinizi ıslahçı gibi görürseniz o zaman beş kuruş etmez, dolar karşısında eriyen TL’ye benzersiniz. Ah bu enaniyet asrı, canımıza okudu!
Meseleyi bir daha gözden geçirmek lazım. Herkes kendini gözden geçirir, içe dönük yaşar, kendini sorgularsa.. Tamamiyeti olmasa bile belli bir vahdet oluşabilir. Su-i zan etmek istemiyorum ama kendine Müslüman diyen insanların arasında, tavırlarından hazımsızlık akanlar var. Bazı kişilerde adanmışlık ruhu göremiyorum. İman kardeşinin yanına koşarak oturup ‘o kardeşimden bir sinerji alırım’ diyen insanları göremiyorum. İnanan insanlar arasındaki kardeşliğin kuvveti adına çok hüsnü zan etmek istiyorum, kendimi zorluyorum ama hüsnü zan edemiyorum.
Oysa ki her irşad eri, dava düşüncesini herhangi bir beklentiye girmeden tam bir adanmışlık ruhu içinde ölesiye bir gayretle hemen her zeminde mırıldanıp duran köprü insandır. O, ödüllere, bedellere, ücretlere kapalı kalır. Şayet kendisine talepsiz olarak bazı maddi manevi bir kısım ihsanlar gelirse onu da çevresindeki kardeşlerinin gayretine bağlar ve hep onları nazara verir. Her irşad eri Hak karşısında her zaman düz durur. Çünkü yürüdüğü yol peygamberler yoludur ve bu yolun bir kısım adap ve erkânı vardır.
Unutun! Hayır-hasenat adına yaptıklarınızı unutun! Fakat kardeşlerinizin yaptığı en ufak iyilikleri bile unutmayın, onları nazara verin, kardeşlerinizle iftihar edin.”
Tam burada Hocaefendi’ye şöyle bir soru soruluyor: “Mü’minler arasında vahdet-i ruhiyenin olamaması bu süreçte yaşanan bazı zorlukların tesiri ile mi alakalıdır?”
Cevap yine aynı sitemkâr tonda geliyor: “Hayır, Müslümanlar olarak bu başımıza gelenler birlik şuurunun zedelenmesinin bir neticesidir. Bir kere, Allah’la aramızdaki münasebet açısından vifak ev ittifak tevfîk-i ilâhînin vesilesidir; onu kaybediyoruz. Bir de günaha giriyoruz bu mevzuda. Bir de belki farkına varmadan birilerini İslâm’dan uzaklaştırıyoruz. Ama ne olur yani kardeşlerimizin kusurlarına karşı gözlerimizi yumsak. Enerjimizi o mevzuda kullanmasak!
Evet, her gün biraz daha anlıyorum ki insan olmak çok zor ve hakiki insan olmadan da Müslüman olma adına kapılar açılmıyor, aralanmıyor. Kalplerdeki isler, paslar silinmeyince, zihinlerimizden de bakış kirliliği atılmayınca gerçek insani çizgi elde edilemiyor. Oysaki İslâmî şehraha ancak o insanî çizgiyle ulaşılabilir.
Allah herkese ihlası hazmedecek lütufta bulunsun. Bu işte ihlas mendup değil, farzdır. Üstad demiyor mu, ihlas ve uhuvvet risalelerini en az on beş günde bir okuyun diye! Kendisi kendi yazdığı ihlas risalesini yüz kere okumuş…”
Bu notlardan hepimizin alacağı çok ders var…