Yorum | Naci Karadağ
Bugün kimsenin çözemediği bir sırrı çözdüğümü açıklamak için huzurunuzdayım. Ama öyle hemen esas mevzuya gelmek işin asidini kaçırır. Önce biraz gözleme dayalı analizler yapalım ki tadı çıksın… Tayyip Erdoğan’ın yüksek oy aldığı bazı illerimiz ve oy oranları şöyle:
Çorum – %64,56
Yozgat – %75,49
Kırşehir – %55,56
Niğde – %61,60
Erzincan – %60,66
Afyon– %68,03
Burdur – %54,00
Kastamonu – %68,95
Erdoğan’ın bu illerde bu derece yüksek oranda oy almasına başta CHP milletvekili Mahmut Tanal olmak üzere pek çok kişi hayret ediyor, inanmakta zorlanıyor.
Bu illerin özelliği şu: Hepsinde il ekonomisinin yarıdan fazlası şehirdeki şeker fabrikaları üzerinden dönüyordu ve Erdoğan tamamını yandaşlarına ölü eşek fiyatına sattı. Pek çoğunda halk satılmasın diye direniş gösterdi ama seçimlerde yine Erdoğan ve partisine oy verdiler. Yine şaşıranlara göre; millet memnun hatta birkaç fil daha istiyor! Bu şehirlerde yandaşlara satılacak illa ki bir şeyler daha vardır.
Torku modelini ite kaka her yana uygulamaya çabaladıkları sır değil. Gelirinden havuza para akan işletme arzuları; önce mevcut fabrikaları zarar ettir, sonra üç on paraya yandaşa sun. Gelirden ‘dava’ için pay kap. Beytülmal’a destek lazım, ümmet bekliyor ya!
Sadece arazi değeri bile ihale bedelinden kat be kat fazla olan bu kuruluşlarda klasik Erdoğan taktiği uygulanıyor. “Siz çalışan arkadaşlar aynen devam edecek” denilerek herkesteki “O bize bir şey olmayacaksa tamam” damarına hitap ediliyor.
Fındık perspektifinden baktığımızda da durum çok farklı değil. Erdoğan’ın iki önemli fındık üretici ilinden aldığı oy oranları şöyle:
Ordu – %65,13
Giresun -%64,42
Oysa seçimden önce ne kadar şikayetçi gibi görünüyordu değil mi halk?
Hatta bir fındık üreticisi vatandaş şu videosuyla sosyal medyayı sallamıştı filan… Malatya ve Adıyaman gibi illerde durum farklı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Buyurun rakamlara bakalım:
Adıyaman % 67,41
Malatya % 69,19
Malatya’da borcunu ödeyemediği için banka önünde kendini yakmaya kalkışan şu vatandaşı hatırlıyorsunuzdur eminim. Ya Adıyaman’da ellerinde tütün torbaları ve pankartlarla valiliğe yürüyen 5 bin tütün üreticisini hatırladınız mı?
Tayyip Erdoğan bazılarının söylediği gibi siyasi deha filan değil.
Sadece malını tanıyan bir esnaf o…
Tanıyor çünkü kendinden biliyor. Kendini tanıyor.
Yağmur altında fındık toplarken küfür sallayanı, banka önünde üzerine mazot dökerken çığlık atanı ya da hükumet istifa sesleriyle valiliğe yürüyen Adıyamanlı 5 bin kişiyi çok iyi tanıyor.
Ziraat bankası müdürünü arayıp Malatyalı çiftçi Neron’a, kıyak çekince akan sular duruluyor. Yağmur altındaki fındık işçisinin ürününü ona özel fiyatla aldırınca da mesele tamam. Tütün işi en kolay, seçimden sonra bu iş tamam diyerek meseleyi toptan çözüveriyor.
OHAL, Bedelli Askerlik vs. filan gibi.
Dolayısıyla şeker fabrikalarının satıldığı illerde yüksek oy almasına kimse hayret etmesin.
Bakın önceki gün meteoroloji önemli bir uyarıda bulundu: Ceviz büyüklüğünde dolu yağacak! (Merak etmeyin taş da yağar bu millet anlamaz, esprisi yapmayacağım) Millet ne yapıyor biliyor musunuz? Bakın şu fotoğraflara:
Arabası kadar sevmez mi insan ülkesini?
Ülke tek adamlık, faşizm, diktatörlük tehdidi altındayken hiçbir şey yapmayanlar dolu yağacağını duyunca ellerine geçirdikleri hali kilim ne varsa arabalarına koşuyorlar!
Çocuklarına tecavüz edilirken çıtları çıkmayanlar, bir kereden bir şey olmaz, diyenler, eğitim kurumları kapatılırken, 70 binden fazla öğrenci hapse atılırken tınmayanlar arabaları için seferberlik ilan ediyorlar.
Bir ülke ki, arabaların cam ve kaportaları çocuklarından, insanlarından daha önemlidir, o ülke batsın kardeşim! Siyaset alimi olmaya gerek yok. Bu ülkede milyonlarca insan Tayyip Erdoğan ve çetesinin ne zaman gideceği sorusuna şu cevabı veriyor:
Ateş insanlara değdiği zaman!
Yani ülke yanmadan uyanacağımız yok asla.
Tayyip Erdoğan’ın da elinde halı ve kilim var. Ama o makam arabalarının cam ya da kaportası için tutmuyor bunları. Milletin bu özelliğini çok iyi bildiği için çıkan ufak tefek yangınları söndürmek amaçlı kullanıyor. Birine ihale veriyor, birinin oğlunu aday gösteriyor, diğerinin benzinlik işini çözüyor, bir diğerine reklam oyunculuğu, dizi veriyor, ötekinin mahsulünü aldırıyor, berikinin tütünün almayacağını söyleyemediği için “seçimden sonra çözeriz söz” diyerek umutlarını satın alıyor, bunların hepsini yapabildiği için tekrar tekrar seçiliyor ve yenilmiyor. Yenilmeyecek de…
Bakıldığında “Ne istediler vermedik”in de altındaki şaşkınlığın sebebinin bu olduğu görülecek, çözüm masasının devrilmesinin sebebinin de. O kadar şey vermişken ne demek “seni başkan yaptırmayacağız!” Gir içeri de gör gününü! Fiyatınız yoksa sonunuz bellidir Saray cephesinde…
Aslında benzer karakterlerin tarihte üstlendikleri rollere bakıldığında da bunu görmek mümkün. Rahmetli Bülent Ecevit vaktiyle Saddam Hüseyin ile Milliyet gazetesi adına seri röportaj yapmıştı. “11 Eylül Gölgesinde Saddam” adıyla Doğan Kitap tarafından yayımlanan kitapta, bu görüşmenin ayrıntıları ve belgeleri var. Açıp okuduğunuzda Tayyip Erdoğan’ı okuyor hissine kapılmanız mümkün. Ya da tersi, bugünkü Erdoğan reflekslerine baktığınızda “Saddam’ın ruhu aramızda” hissine kapılmanız mümkün ama konuyu dağıtmamak adına burada kesip tekrar Erdoğan ve küçük yangınları söndürme tekniğine devam edelim. (Meraklısına not, Türkiye’nin geleceğini geçmişe bakarak okuyabilmek için John Nixon’un ‘Başkanı Sorgulamak’ isimli kitabını şiddetle tavsiye ediyorum.) (BKZ)
Herkesin bir fiyatı var elbette!
Erdoğan çok iyi biliyor ki, yangını büyütmeden söndürünce ortalık süt liman olacak. Evet, bunu çok iyi biliyor. Ha nihayetinde kendisi de bir insan, her tarafa yetişecek hali yok. Ve bazı durumlarda kilim yetersiz kalıyor örtmekte. Ve söndüremiyor küçükken yangınları. O sıkıntının da çözümü belli: Dış güçler! Tıpkı Saddam’ın Körfez Krizi’nde içine düştüğü durum gibi.
İnanmıyor musunuz?
Şu videoyu izleyin hele! Dolu olayı iktidarı sarsacak kadar güçlü olursa havuz bataklığında en az beş yorumcu meseleyi dış güçlerin dolu yağdıracak gücü var içerikli program yapacaktır.
Meramımı anlatabildim umarım.
Elbette bir yere kadar gidecek bu devran ama korkarım ki iş işten geçmiş olacak ve esas felaketin atlısı o zaman Üsküdar’ı geçmiş olacak!