Yorum | Naci Karadağ
Daha önce de defaatle tekrar ettiğim bir kanaatimi ifade etmem elzem: Biliyorum pek hoşunuza gitmeyecek ama Tayyip Erdoğan ve kurduğu sistemin artık öyle basit bir seçimle gideceğini hiç ama hiç zannetmiyorum. Değil bugünkü gibi anketlerin başa baş göstermesi, muhalefetin ezici çoğunluk olması durumunda, yani milletin açık açık “istenmiyorsun artık. Tamam” demesi halinde bile gideceğini hiç sanmıyorum. Çünkü artık Erdoğan içim mesele sadece bir Cumhurbaşkanlığı, Başkanlık filan olmaktan çıkmış durumda. Onun ve ondan nemalanan sistem için mesele hayat-memat meselesi. Bu sebeple, tıpkı 1 Kasım seçimlerinde olduğu gibi, arzu ettiği, Kemal Kılıçdaroğlu gibi “Aman maraza çıkmasın, usulca çözelim” diyen zihniyetin de itiraz etmeyeceği bir neticeye fikslenerek sonucu belirleyecektir, diye düşünmekteyim.
Bu seçimin 1 Kasım’dan farkı Akşener- İnce ikilisine bir de Karamollaoğlu’nun beklenmeyen performansı eklendi. Buna bir de, Demirtaş’a oy verenlerin 1 Kasım’da düştüğü tuzağa düşmeyeceğini eklersek, kabul edelim Erdoğan ve şebekesinin işi epey zor.
Ele geçirilen medya ve haber ajansları, YSK ve seçimle ilgili tüm memurlara rağmen bu kez çok kolay bir manipülasyon yapamayabilir. En azından rakipleri bu işin o kadar kolay olmayacağını hissettiriyorlar Erdoğan’a.
Şöyle bir durum var: muhalefet bu kez çok iyi hazırlanmış ve antrenmanlı. Miting oyunlarından, medya gösterilerine kadar her şeye karşı hazırlıklı. Bu nedenle meydanlar da Erdoğan’ın arzu ettiği gibi coşkulu değil, ekranlardan da istediği sonucu alamıyor. Ne dese bir şekilde karşı tarafa çarpıp daha şiddetle kendi üzerine yöneliyor. Ne yapsa aleyhine dönüşüyor.
Elbette içini bilemem ama başta Başkanlık Sistemi olmak üzere, erken seçim de dahil pek çok konuda aldığı karardan şu an pişman olmuş olabileceğini düşünüyorum.
Öyle ya, ne gerek vardı şimdi sistem değiştirmelere, erken seçimlere filan. Akşener’i meydanlara indirmenin ne anlamı vardı? İnce’yi günde 5 vakit karşısında görmenin ne gibi bir kazanımı olacak ki?
Hem eski sistemde neyi yapmak istiyordu da yapamıyordu?
Kendi sıktığı macun tüpten çıktı artık. Geri dönmesi mümkün değil.
Muhalefet daha önceden yaptıklarına karşı hep ön alıcı adımlar atıyor. Dolayısıyla eskisi kadar rahat algıyla oynayamıyor, elinde olan orantısız imkânları dahi lehine kullanamıyor. Medyada yer alması bile aleyhine dönüyor bir şekilde.
Haklarını teslim edelim, muhalifler de (Saadet de dahil) dersini iyi çalışıyor. O yüzden, kendi silahıyla vurulup duruyor Tayyip Erdoğan. Bakın meydanlara, Erdoğan’dan başka ikinci bir isim var mı ortalıkta?
Çok güzel şekilde partisinden Erdoğan’ı ayırıp meseleyi ‘Tek Adam’ kavgasına fikslemeyi başardı muhalefet. Kılıçdaroğlu bile bir adım geri duruyor, bu avantajlı çarpışmada.
Ancak…
Başka bir durum var, şu anda herkes seçim öncesi ve seçim gecesine odaklandığı için sonrası hakkında kimsenin pek fikri yok. Fikir olmadığı için stratejisi de yok.
Muhalifler Erdoğan ve çetesinin seçime kadar atacağı adımları, tahmin, hissiyat ve rakip hatalarıyla anlayıp alternatif politika üretme elastikiyetini çoktan kazandı. Seçim günü için de çok yoğun çalışma yaptıkları belli. Kolay kolay hile yapılmasına müsaade etmeyecekler gibi. YSK eğer 1 Kasım ya da Nisan Referandumu gibi Erdoğan lehine Ali Cengiz yaparsa gök kubbeyi başlarına yıkar muhalefet. Bunun bilincindeler.
Ve zurnanın sıra dışı ses çıkardığı noktaya geliyoruz.
Diyelim ki ben ve benim gibi düşünenler yanıldı (memnuniyet duyarım) her şey muhaliflerin arzu ettiği şekilde gitti. HDP barajı geçti, Erdoğan ittifakı azınlığa düştü, başkanlık seçimi ikinci tura kaldı…
Neler olacağı hakkında bir fikri olan var mı?
Ya da şöyle sorayım; sizce Erdoğan 18 yıldır ilmek ilmek ördüğü bu imkânları bir gecede bırakıp gidecek mi zannediyorsunuz?
Söz gelimi Saray’daki eşyalarını toplayıp bir valize koyup, personelle vedalaşırken, “hadi hakkınız helal edin güzel günler geçirdik” filan diyeceğini mi zannediyorsunuz?
Kurduğu suç şebekesini bir gecede sıfırlayıp buharlaştırabileceğini mi düşünüyorsunuz?
Devlet imkânlarının yüzde 90’ının karanlık işlere yönlendiren bir sistemin kendi kendini kapatmasını mı bekliyorsunuz? Seçimi kaybetmek Erdoğan ve çevresi için kendi kıyametlerinin kopması demek!
Eğer gerçekten böyle düşünüyorsanız, size gülümsemek isterdim ama yapamıyorum…
Elbette böyle bir şey olmayacak!
Bir ekonomist var, epey ünlü. Şimdi Saray adına kalem oynatıyor fikirlerini Erdoğan’ın hizmetine sunuyor. Vaktiyle kısa süren bir yolculuğumuz olmuştu. Bedrettin Dalan döneminde belediye muhabirliği yaptığını söylemişti, benim yaşım pek müsait değil o dönemi hatırlamaya. Nurettin Sözen’in seçimi kazanamayacağından o kadar emin olduğundan bahsettikten sonra “O kadar emindi ki, seçim günü yıkım için Sarıyer’e gitmişti” diye ekledi. Gazeteciler bu rahatlığının sebebini sorduğunda, yaptırdığı anketleri gösteriyormuş Dalan. Yüzde 60 çıkıyormuş en kötü ankette bile! Gülümseyerek şöyle diyormuş: “Sur üflenir kıyamet kopar ama ben İstanbul’da seçim kaybetmem… Kıyametin kopma ihtimali, benim seçimi kaybetme ihtimalimden daha fazla… Sadece bizim anketlerimiz değil, diğer bütün araştırmalar da aynı sonucu veriyor. Ben ANAP’ın çok üstündeyim… ANAP kaybetse bile ben etmem!”
Ve seçim gecesi sonuçlar açıklandıktan sonra belediye binasının kalorifer dairesinin ışıklarının sabaha kadar sönmediğinden bahsetti bu kişi. “On binlerce evrakı kazanlarda imha ettirdi Dalan” diye ekleyerek.
Anlatabiliyor muyum?
Af edersiniz ama nereden çıktı bu Af?
İşte Devlet Bahçeli’nin af çıkışının bununla ilgili olduğunu bilmemiz lazım. Zannedildiğinin aksine, Bahçeli ile Erdoğan bu af meselesinde çatışmıyorlar. Hatta tam tersi, tıpkı erken seçim kararı gibi Erdoğan bizzat Bahçeli’ye veriyor bu görevi. Bizzat Bahçeli de af filan çıkmayacağını çok iyi biliyor. Zaten aklına bile gelmez böyle şeyler, ört ki ölem durumundadır. Her geçen gün eriyen partide vatan millet edebiyatıyla ömür tüketecek, ne var yani! Ancak, af ısrarının sebebi bambaşka.
Zaten Bahçeli de ön açıyor sonraki açıklamalarında “eğer af çıkmazsa isyan çıkar hapishanelerde!”
Seçimin ertesi günü için ön alıyor Tayyip Erdoğan. Bir köşede tutuyor kozlarını.
Nitekim geçen gün Süleyman Soylu da aynı stratejinin başka adımını attı: “Duyduk ki darbe girişimleri var” diye açıklama yapınca Bahçeli atılan pası anında aldı, “Böyle bir durumda sağ bırakmayız, ortalığı kan götürür!” (BKZ)
Tablo oldukça net: Eğer istenmeyen bir seçim sonucu gerçekleşirse ortalık karıştırılacak, başta cezaevleri olmak üzere kan akıtılacak.
Cezaevleri niçin önemli?
Ece Sevim Öztürk’ün tutuklanmasının da bununla ilgisi var.
Malum, ortalıkta gazeteci bırakmadılar doğru dürüst. Ülke dışında olanların eli kolu bağlı, ülke içinde olanlar tehdit ve sindirmeyle susmuş durumda. Geri kalanlar da yalaka takımı. Bir Ece Sevim Öztürk çıktı cesur. Birkaç gündür Ece Hanım’ın yazılarını okuyor ve belgesellerini izleyip not alıyorum. Şunu söyleyeyim; 15 Temmuz hakkında kafamda neredeyse netleşmeyen nokta kalmadı gibi. Sizinle paylaşacağım en kısa sürede. Buraya yazarak mevzuyu uzatmak niyetinde değilim.
Ancak, 15 Temmuz’un karanlıkta kalması Tayyip Erdoğan ve iktidarı için hayati öneme sahip. Aksi durum sadece sonu olmaz, oluşturduğu “Özgürlükçü, demokrat, darbe karşıtı” imajı yerle bir olur! Bu sebeple hapishanedekilerin asla konuşturulmaması, konuşsalar bile duyulmaması, dışarıdan bu işi çözer gibi olanların anında susturulması lazım. Tıpkı avukat Kemal Uçar gibi. Tutuklanmadan önce katıldığı televizyon programında ne dediğini hatırlayalım: “Bir savcı büyüğüm dedi ki ‘asker sorgularına çok giriyorsun. İsmin fişlenir, Bylock var derler, bir yıl seni içeride yatırırlar, bir yıl
yatınca da aklın başına gelir, şaşırma’ demişti.”
Allah göstermesin daha fenaları var. Cezaevinde intihar ettiği söylenenler, dışarıda olup trafik kazasına kurban giden kişiler var. Ece Öztürk bunlara ulaştı ve ipin bir noktadaki ucunu yakalamış çözüyordu. Durdurulması gerekti…
Düşünün şimdi, 25 Haziran sabahı kolu kanadı kırılmış Erdoğan ve Suç Çetesi insanlara korku salamadığı zaman, gerçekler birer birer gün yüzüne çıkarsa neler olur?
Muhalefetin en az, seçim günü sandıkları kontrol etmeyi dert edip düşündüğü kadar, 25 Haziran (Hatta bir önceki geceden) sabahı neler olabileceğine dair varsayımlarda bulunup tedbir alması lazım.
Aksi durumu düşünmek bile istemiyorum doğrusu!
(TR724)