Erdoğan Tamam Der Mi? İslamcılar Seçime Gider Mi?

Yorum | Doç. Dr. Mahmut Akpınar

2012 yılında Zaman’da Ali Bulaç’la Mümtaz’er Türköne arasında İslamcılık üzerine bir tartışma başlamış ve çok yararlı olmuştu. Fakat bu tartışmalarda dünyada İslamcılarla ilgili en çok sorulan şu sorunun cevabı verilmemişti: “İslamcılar demokrasiden yararlanarak seçimle iktidara gelebilirler; ama seçimle giderler mi? Siyasal İslam yönetimi terk edebilecek olgunluğu gösterir mi?”
İslamcılık konularıyla ilgilenen birisi olarak Haziran 2015 genel seçimlerinden önce 3 Nisan 2015 tarihinde, kapatılan Zaman Gazetesi’nde “Seçimle gelen iktidar seçimle gider mi?” başlıklı bir yazı kaleme almış ve Erdoğan’ın gücü seçimle bırak-a-mayacağını ifade etmiştik. Maalesef bu yazıda taşıdığımız kaygıların hepsi gerçekleşti ve Türkiye bir anafora sokuldu. Yazıda şunları söylüyorduk:
“İslamcı bir parti olan Refah Partisi ve daha önce MSP iktidar gücünü kulllandılar ama bunlar koalisyon hükümetleriydi ve gerek kendileri gerekse hükümetleri ülkedeki güç merkezlerine direnebilecek, seçimle gitmemeyi düşünebilecek kadar güçlü değillerdi. Nitekim 28 Şubat sürecinde hiçbir namuslu aydının tasvip etmeyeceği şekilde iktidardan zorla indirildiler. Dolayısıyla bu örneklerde Türkiye’de İslamcı siyasetin ne yapacağını test etme imkanımız olmadı.

Erdoğan sadece İslam’ı kullanan bir siyasetçi değil. O aynı zamanda siyasetin kurdu ve çok kıvrak bir oportünist. Ayrıca artık ülkedeki bütün gücü kullanan bir diktatör. Ne İslamcılar ne de diktatörler seçimle, normal yollarla iktidarı terk etmezler. Erdoğan hem İslamcı hem diktatör. Bu nedenle iktidardan uzaklaşmak çok daha zor olacak. Toplum, siyasi partiler, iç ve dış muhataplar bunu dikkate alarak strateji geliştirmeliler.

Devam eden yıllarda RP’den kopan ve İslamcı gömleği çıkardığını iddia eden AKP için iktidar yolları açıldı. 2003’ten itibaren iktidarın reformları sayesinde Türkiye insan hakları ve demokrasi bağlamında oldukça mesafe aldı. Ancak AKP diğer güç odaklarını bertaraf ettikten sonra, 2012 yılında Aziz Babuşcu’nun net ikrarıyla eski gömleği yeniden giydi. Ve artık AKP karşısında demokratik gerekçelerle de olsa onu dövüp sırasına geri gönderecek bir güç kalmadı. Zira AKP bütün noktaları kontrol eder hale geldi, muhaliflerini Makyavelist yöntemlerle bertaraf etti. Artık ülkede yasama, yürütme ve yargı erklerini, medyayı, ekonomik sektörleri kontrol eden, kendine bağımlı STK’lar oluşturmuş, TSK’yı etkisizleştirmiş, muhalefet dahil karşısında dikkate değer bir güç bulunmayan AKP ile muhatabız. Bu nedenle 1990’larda İslamcılara yöneltilen soruları AKP için yeniden sormak gerektiğini düşünüyoruz: “İslamcılar demokrasiden yararlanarak seçimle iktidara gelebilirler ama seçimle gitmemek için neler yapabilirler? İktidara geliş yolu olan demokrasiyi, dönüş yolunu kapatmak ve aynı yolu başkalarının kullanmasını önlemek için tahrip edebilirler mi? “Siyasal İslamcılar sandıktan çıkamazsa yönetimden çekilir mi? Çıkamayacağını anlarsa iktidarı yitirmemek için nelere tevessül eder? Hangi çılgınlıklara başvurabilir?”
AKP henüz seçim kaybetmediğinden iktidardan gidip gitmeyeceğini bilemiyoruz. Ama Erdoğan sandıktan çıkmak ve yönetimden çekilmemek için, dini, siyasi, hukuki her türlü motivasyonu kullanarak, her şeyi yapabilir görünüyor. Türkiye’deki siyasal İslamcılık tecrübesinin Cumhurbaşkanlığı makamının elde edilmesini bu kadar çok istemesinin psikolojik sebepleri yanında başka sebepleri de olduğunu düşünüyoruz. Bu makama 1982 Anayasası ile tanınan baş döndürücü yetkilerin siyasal İslamcılar tarafından keşfedilmesi bir dönüm noktasıdır. Yeni anayasa fikrinin, AB reformlarının, geriye kalan yüzde ellinin terk edilmesinden bugüne İslamcı iktidar Anayasa’nın 104. maddesini hepimizden farklı okumaktadır.
Siyasal İslamcı elit açısından bu sorunun cevabı Anayasa’nın cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. maddesinde saklı. Maddenin 2. fıkrasının a bendinde cumhurbaşkanının “Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar verme”sini sayıyor. Alışılmışın dışında olacağını ve Anayasa’daki yetkilerini kullanacağını vaat eden Erdoğan bu yetkisini niye kullanmasın? Siyasal İslamcı iktidar seçmen nezdinde zayıfladığında bu argüman devreye girecektir. Bu kadarı da olmaz, bunu yapamazlar demeyin! İktidar devleti kendisi lehine alabildiğine dönüştürdü. Bundan sonra Anayasa’nın 104. maddesinin diğer devlet kurumları ve görevleri üzerindeki ezici performansı da kullanılarak bu dönüşüm daha da pekiştirilecektir. Maalesef demokratik duyarlılıktan başka bu sorunu çözebilecek bir mekanizma kalmamıştır.
“Bu anayasayı tanımıyorum”, “sevsinler anayasanızı! Anayasayı paramparça edeceğiz!” “kırın kapıyı alın o adamı”, “siz yapın biz kanun çıkarırız” diyen bir anlayışın seçimi kaybetme ihtimali belirdiğinde neler yapabileceğini hayal dahi etmek istemiyoruz. Son dönemde Anayasa’ya aykırı çıkarılan onlarca yasa varken, demokrasinin temel ilkeleri, yargı bağımsızlığı hoyratça tahrip ediliyorken AKP’nin, aleyhine çıkacak demokratik sonuçları hazmedeceğini düşünmek fazlaca iyimserlik olur.
Türkiye iki büyük zorlukla karşı karşıya: AKP yeniden ve tek başına iktidara gelirse tek adam yönetimi, hukuktan, adaletten kopuş ve otoriterleşme artarak devam edecektir. İktidara gelememe durumu belirdiğinde ise benden sonrası tufan anlayışı ile akla ziyan şeyler denenebilir.”
Bu yazıdan iki gün sonra (5 Nisan 2015), o dönem Star Gazetesi’nde yazan ve hararetle Erdoğan’ı, AKP’yi savunan ama şu sıralarda pek piyasada görünmeyen, itibar edilmeyen, işi bitince bir kenara atıldığı anlaşılan muhafazakar kesimin kıdemli yazarı Ahmet Taşgetirenden yazımıza karşılık geldi. Taşgetiren bizim yazıya ikna edici bir cevap vermek, izah getirmek yerine şahsıma ve Hizmet Hareketine saldırgan tutum takınmayı tercih etmişti. “Ne İdiniz Ne Oldunuz?” başlıklı yazısında Erdoğan’ı yüceltirken zamanın ruhuna uygun olarak Cemaati “dış güçlerin taşeronu” gibi sunuyordu. Ama “seçimle gelen İslamcılar seçimle gider mi? sorusuna: “evet gider! Endişe etmeyin, Erdoğan ve AKP demokrasiye, hukuka uyar” diyemiyordu. Bu tür iddiaların “jakoben hukukçular tarafından dile getirildiğini” yazıyordu. Taşgetiren yazısında: “Bu soruyu genelde Batının ve bizdeki uzantılarının en fanatik taraftarları sormuştur ve cevabı da “asla iktidara gelmemeliler, zira gitmezler” şeklinde olmuştur.” Diyordu. O’nu neden gocundurdu ise benim bir konferansta mut’a aleyhine konuşmama takılmış ve yazısında benden “uzunca süre mut’a kampanyası yürüten yazar” diye bahsetmişti.
Tr7/24 yönetiminden ricam var
Ahmet Taşgetiren’den (yaşıyorsa şayet!) bizim yazımızı, cevabi yazısını ve gelinen durumu bir daha analiz etmesini, yorumlamasını bekliyoruz. Belki ak sakalının ve tecrübesinin hakkını vermek, yıllarca kendisini okuyan insanları aydınlatmak, Erdoğan, AKP ve İslamcıların serüveni hakkında yanılgılarını düzeltmek ister. Yazacak bir mecra bulamıyorsa Tr7/24 yönetiminden rica ederim. Olmazsa blogumda yayınlarım, sosyal medyada yayarım.  Ama kendisinde o cesaretin olduğunu sanmıyorum. Maalesef uzun süre Saray’dan beslenen, konuşan-yazan kişiler yemleri kesilip kenara atılınca korkudan ağızlarını açamaz oluyorlar. Yarım ağızla dahi hatalarını tashihe, hakkı ifadeye cesaret edemiyorlar. Maalesef bu konuda en kötü karne dindarların, muhafazakararın itibar ettiği, “abi”, “alim” gördüğü kişilere ait!
Bu yazıdan sonra Haziran 2015’te yapılan genel seçimlerde AKP tek başına iktidar olma imkanını kaybetti. Ancak tam da yazıdaki endişelerimizi ispat edecek şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan yetkilerini istismar ederek hükümeti kurdurmadı. Bu arada ülkede tuhaf bir şekilde terör arttı, PKK eylemlere başladı. Toplumu koalisyondan korkutan ve tek partiye, AKP’ye zorlayan bir dizi karmaşık olaylar yaşandı. Korku-kaygı ortamında yeniden seçime gidildi. Davutoğlu’nun itirafı ile terör olayları oylarını artırmış olarak AKP tekrar tek başına iktidar oldu. Erdoğan, illegal şekilde ve vesayeten kullandığı hükümet koltuğunu dahi terk etmedi. Halk istemedi öyleyse “tamam” AKP’siz hükümet, veya AKP’li koalisyon olsun dahi diyemedi. Çok fazla güce sahip bulunan cumhurbaşkanlığı makamı ile asla iktifa etmedi. Aksine partisi(!) AKP (o dönem partili başkanlık denilen tuhaf sisteme daha geçilmemişti) yeniden seçimi alana kadar dengelerle oynadı, karanlık projeleri devreye soktu, sandıklara kedileri saldı ve AKP’yi yeniden hükümet yaptı. Başkası düşünülemezdi zaten. Zira Erdoğan kirli iş ve ilişkileri, hukuksuzluk dolu geçmişi nedeniyle buna mecburdu!
Erdoğan bugün, 2015’le kıyası kabil olmayacak kadar fazla kire, zulme, suistimale bulaşmış durumda. Muazzam bir güce hükmediyor. Bürokrasi, yargı yanında TSK’yı da sıfırladı. 15 Temmuz sonrası bütün muhalifleri sindirdi, susturdu, hapislere doldurdu ve gücünü zirveye taşıdı. Binlerce insanın hayatına mal olan, demokrasinin, insan haklarının bütünüyle bitirildiği sorgulanmaz bir tek adam rejimi kurdu. Artık hukukun, demokrasinin geri geldiği bir ortamda hiç kimse yapılanları örtemez, kapatamaz, yok sayamaz. Bu nedenle Erdoğan daha fazla güçle, daha fazla otoriterleşmeyle ayakta kalabilir. “Tamam” deyemeyeceğini, kenara çekilme lüksünün olmadığını en iyi kendisi biliyor. Yukarıdaki yazının yazıldığı 2015’e göre bagajı çok daha dolu. Gücü, iktidarı bırakamaz, demokrasiye, hukuka dönemez. O nedenle “milletimiz tamam derse çekiliriz” lafı boş!
Erdoğan asla TAMAM deyip kenara çekilmeyecek
Erdoğan’ın geçmişini, karakterini, davranış tarzını tahlil ettiğinizde kenara çekilecek birisi çıkmıyor karşınıza. Erdoğan’ı yakından tanıyan birisi: “o öldürene kadar vurur, ölene kadar savaşır” demişti. Bu kadar batmış birisinin ülkeyi ateşe verme, iç savaş çıkarma dahil denemeyeceği yol yoktur. Keşke razı olsa da servetini alıp götürme, hesap sormama, arkasını aramama pahasına kendisine söz verilse ve ülkeyi terk edip gitmesine göz yumulsa. Biliyorum bu teklif pek çok kişinin kalp çarpıntısını artırıyor, burnundan solumasına neden oluyor. Lakin Erdoğan asla “tamam” deyip kenara çekilmeyecek, ülkeyi Suriye’ye çevirmekte tereddüt etmeyecektir. SADAT’ı, silahlı milisleri alana indirecek, halkı birbirine kırdıracak ama asla Sarayını, iktidarını terk etmeyecektir!
Millet artık Erdoğan’dan bıktı, sıtkı sıyrıldı. Seçmen adil bir seçimde kesinlikle “tamam” diyecektir. Ama milletin iradesi sandığa bu ortamda sağlıklı şekilde nasıl yansıyacak? Erdoğan bir şekilde “devam” yolu bulacaktır. Muhalefet çok sıkı tedbirler alarak ve UA kuruluşları da harekete geçirerek adil-demokratik bir seçim ortamı sağlarsa, bu defa türlü provokasyonlarla seçimi ötelemeye yaptırmamaya çalışacak ama asla gücü terk etmeye yanaşmayacaktır.
Ülkeyi bu anafordan çıkarmak sorumluluk alınmalı
Ülke, zamanında yapılmayan müdahaleler, göz yummalar, bana dokunmasın yaklaşımları nedeniyle çok zor ve sıkıntılı bir girdap içine girdi. Erdoğan’ın bu hale gelmesinde en büyük vebal AKP’yi tek adama teslim edenlerin, muhalefetin ve aydınlarındır. Uysal koyun tavrı sergileyen muhalefet artık sorumlu ve titiz davranmalıdır. Tehlike siyaseti, siyasi rekabeti aşmış, ülkenin bekası, milletin birliği meselesine dönüşmüştür. Siyasi-gayrı siyasi otoriterleşmeden yılan, tek adamdan bıkan herkes dikkatli ve sıkı bir çalışmayla, işbirliği içinde, provokasyonlara müsaade etmeden bu süreci yönetmelidir. Ülkeyi tek adam anaforundan çıkarmak için her görüş, parti, kesim sorumluluk almalıdır. Yoksa ya Erdoğan otoriterliği kalıcı hale gelir veya ülke Esed’i ve Suriyeyi aratacak maceralara sokulur.
Tunus’ta Gannuşi hariç İslamcılardan ülkenin huzuru ve selameti adına geri çekilen yok. İslamcılar yönetimi kendilerine verilmiş “İlahi” bir hak, bir ayrıcalık gibi görürler. Yönetme tekelini her şeye rağmen ellerinde tutmak isterler. Zamanla kirleniyor, yolsuzluğa bulaşıyorlar; bu defa bunları “İslami” söylemlerle meşrulaştırma ve dini iktidarlarına dayanak yapma yoluna yöneliyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde (bakınız: Sudan, İran, Malezya..) İslamcılar iyi bir yönetim ortaya koyamadılar ama iktidarı kendiliğinde bırakmaya da yanaşmadılar. Seçimleri-sandığı araç gördü, demokrasiyi, halkın taleplerini dikkate almadılar.
Erdoğan sadece İslam’ı kullanan bir siyasetçi değil. O aynı zamanda siyasetin kurdu ve çok kıvrak bir oportünist. Ayrıca artık ülkedeki bütün gücü kullanan bir diktatör. Ne İslamcılar ne de diktatörler seçimle, normal yollarla iktidarı terk etmezler. Erdoğan hem İslamcı hem diktatör. Bu nedenle iktidardan uzaklaşmak çok daha zor olacak. Toplum, siyasi partiler, iç ve dış muhataplar bunu dikkate alarak strateji geliştirmeliler.
(TR724)