Yorum | Naci Karadağ
Gırtlağımıza kadar bataklığa saplandığımız ve karabasan yaşadığımız bugünlerde, şu fakiri tebessüm ettirebilen nadir komedyenlerden biridir Doğu Demirkol. Güldür Güldür’de ara ara sahne alır. Gerçi son dönemlerde film işlerine filan sardı ihmal etti benim gibileri ama önemli değil.
Demirkol kardeşim bir stand-up gösterisinde sosyal medya kullanıcılarını anlatırken nasıl kendimizi mükemmelleştirdiğimizi ve bu zaafı iyi bilen sosyal medya şirketlerinin bunu nasıl kullandığını şahane anlatır. Doğu Demirkol özellikle Facebook gibi mecralarda yaşanan anketlere çok sağlam giydirdiği bu kısa parodisinde “Acaba sen hangi dâhisin?” isimli bir anketten yola çıkar. Yani her Facebook kullanıcısı doğuştan bir dâhidir zaten ancak sorun “hangisi” olduğudur!
Newton mu yoksa Einstein mı?
Doğu Demirkol’un esprisine katıla katıla güleriz gülmesine de, bu gerçekliğin ne tür bir tarih kırıcı ve hakikat bükücüsü olduğunu anlamak biraz vakit aldı.
Biz sıradan sosyal medya kullanıcılarına bir sanal deha yükleyen anketlerin hiç de masum olmadığını ve bu silahın bir gün dönerek bizzat bu ‘Frankeştayn’ı yaratanları vuracağının ilk ve en büyük neticesini görüyoruz bugünlerde.
Facebook’un kısa tarihi
Facebook, 4 Şubat 2004 tarihinde Harvard Üniversitesi’nde okuyan Mark Zuckerberg isimli öğrenci tarafından “The Facebook” adı ile kuruldu. Facebook ilk zamanlar Harvard Üniversitesinde öğrenim gören öğrencilerin kendi aralarındaki iletişim sağlaması amacıyla kurgulanmış ücretsiz bir uygulamaydı. Fakat kısa süre içerisinde kullanıcılarının beğenisini toplamış ve Harvard Üniversitesi dışında da popüler hale gelmiştir. Facebook’un nihai amacı insanların arkadaşlarıyla iletişim kurmasını sağlamaktı. Facebook kullanıcıları arkadaşlarıyla iletişim kurmak için not, durum güncellemesi, fotoğraf, video vb. öğeleri kullandılar. Bu da “sosyal paylaşım sitesi” kavramını doğurdu. Bu gelişmelerin ışığında ilk yılında Facebook’un üye sayısı 5.5 milyonu aşmıştı.
2008 yılına gelindiğinde ise Facebook sunduğu birçok hizmetin yanında FarmVille gibi popüler oyunlarla da popülaritesini korudu. Aynı sene içerisinde insanların birbirlerini Facebook’u kullanmaya davet etmesi ile beraber Facebook’un kullanıcı sayısı iki katına çıkarak toplamda 10 milyona ulaşmıştı.
2009 yılında kırılma noktası yaşandı. Bunun sebebi inanılmazdı. Site yöneticileri, paylaşımlara ‘like-beğenme’ butonu koyunca insanlığın en büyük zaafını keşfetmiş oldular: Beğenilme arzusu!
Facebook, kullanıcıları “like” özelliği / kavramı ile tanıştırdı. Bununla birlikte “like” kavramı günümüz popüler kültürünün yadsınamaz bir gerçeği, ifadesi haline geldi. Ünlü reyting kuruluşu Alexa istatistiklerine göre Facebook 2010 itibariyle dünyanın en fazla ziyaret edilen 2’inci sitesiydi. Başarıları katlanarak artan Mark Zuckerberg, Time Magazine tarafından ‘’Yılın Adamı’’ seçildi. Facebook bu yılı akıl almaz bir rakamla, 500 milyon kullanıcı ile kapatmıştı.
2013 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun önemli bir kısmı Facebook kullanmaya başladı. Facebook sadece sıradan kullanıcıların değil, reklamcıların ve marka değerini arttırmak isteyen firmaların da odak noktası haline gelmişti. Burada dikkat etmemiz gereken konu ise iletişim, fotoğraf paylaşımı, bilgi aktarımı gibi sosyal kullanımlarının dışında Facebook’un ekonomik anlamda kazanç elde etmek isteyen firmalar için de uygun bir mecraya dönüşmesiydi.
Son iki yıla (2016 ve 2017) baktığımızda Facebook 1 milyardan fazla ziyaretçisiyle dünyanın en çok ziyaret edilen siteleri sıralamasında üçüncü olduğunu görüyoruz. Facebook günümüzde iletişim, fotoğraf / video paylaşımı, bilgi aktarımı gibi özelliklerinin ötesine geçip insanların anlamlı topluluklar oluşturduğu ve kriz anlarında dayanışma gösterdiği bir platform olma özelliği de taşımaya başladı.
Örneğin 2017’de Meksika’da meydana gelen depremde “Kriz Yardım Merkezi“ aracılığıyla milyonlarca kişi güvende olduklarını yakınlarına duyurdu bununla birlikte uygulama tekrar bir iletişim, fotoğraf paylaşımı, bilgi aktarımın ötesine geçip insanların anlamlı topluluklar oluşturduğu ve kriz anlarında dayanışma gösterdiği bir platform halinde karşımıza çıktı. Aynı sistem ülkemizde yaşanan terör ve deprem gibi üzücü olaylarla ve kriz anlarında da devreye sokuldu ve insanlar güvende olduklarını Facebook aracılığıyla arkadaşlarına bildirdiler.
Kısacası lokasyon fark etmeksizin dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan kitlesel ve olumsuz olaylara Facebook duyarsız kalmıyor gibi görünüyordu ama bu kadar içli dışlı bir yakınlığın art niyetlilerin kontrolüne geçtiğinde nelere yol açabileceğini henüz bilmiyorduk…
Bu arada değerine değer katan Facebook, 2012 yılında 1 milyar dolara popüler fotoğraf / video paylaşım mecrası Instagram’ı satın aldı. Ardından 2014’te 450 milyon kullanıcısı olan popüler mesajlaşma uygulaması Whatsapp’ı 19 milyar dolara bünyesine kattı. Bu iki büyük satın almanın ardından Facebook yeni bir satın alma daha yaparak TBH (yani To Be Honest) uygulamasını sepetine ekledi. Genç Zuckerberg, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şirketlerinden birine hükmediyordu.
50 milyar dolar…
Bizimkiler gibi gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış ve çok affedersiniz ‘tırt’ bir bürokratın bile milyon dolarla rüşveti cukka edebildiği ve kimsenin hesap sormadığı ülkede çok anlam ifade etmeyebiliyor bu rakam.
Bir günde dibe vuruş!
Şöyle söyleyelim: Yukarıda bahsini ettiğimiz Facebook, geçtiğimiz yaz büyük bir değer atağı yaparak tamı tamına 497 milyar dolara ulaştı ve ünlü Amazon’u (482 milyar dolar) bile sollayarak dünyanın en büyük 4. şirketi oldu. O ana kadar dünyanın en değerli şirketi Apple’ı, Google’ın bağlı olduğu Alphabet şirketi takip ediyor, üçüncü sırada Microsoft, dördüncü sırada ise enerji devi ExxonMobil yer alıyordu.
Ülke bazına vuracak olursak, Türkiye’nin bir yıllık bütçesi bu yıl (gerçi rakamlar artık tamamen gizlendiği için kimse emin olamıyor ama) 762 milyar TL olarak tahmin ediliyor. 1 dolar yaklaşık 4 TL olduğu için bu rakamı böl dörde: 190 milyar dolar civarı bir rakam. Yani bir Facebook şirketini satarak ülkemizi iki buçuk yıllığına alabilirsiniz.
50 milyar dolar ise koskoca Türkiye’nin yani 75 milyon insanın 2 aya yakın üretimine eşdeğer.
Ve Facebook geçtiğimiz hafta, bir günde bu kadar değer kaybetti; tamı tamına 50 milyar dolar. Kaybettiği itibar da cabası…
İşin özüne inildiğinde bu büyük kaybın ve yaşanan skandalın üçlü sacayağı şöyle: İlki elbette bizzat Facebook (FB). İkincisi Amerika’nın dünyanın başına bela ettiği Trump (DT) ve nihayet İngiliz araştırma şirketi (bu ismin büyük bir numara olduğu, aslında AKP merkezli pek çok ilkel yapının çok gelişmiş bir modeli olduğunu bu yazıda bizzat göreceğiz) Cambridge Analytica (CA)… Gelin görün ki aslında bu büyük skandalın gerçek faili bizleriz, yani sosyal medya kullanıcıları ve bizim zaaflarımız.
Bu CA denen şirket kurulduğu günden itibaren şaibeli. Ancak para için babalarını bile kesebilecek tiplerden oluştukları için herhangi bir Reis’in ya da diktatörün güdümüne girmiyorlar. Lakin bugünlerde onları epey zorlu gelişmeler bekliyor. Gerek CEO’ları, gerek bu şirkete para yatıran siyasiler, gerekse çalışanları ölüp ölüp dirilecek gibiler. Zira, tarihin en büyük siyasi entrikasını çevirmiş durumdalar.
Peki, bunu nasıl yaptı CA?
Kısaca özetleyelim: Facebook’tan en az 50 milyon kullanıcının profil bilgilerini toplayıp, bir yerde küpe basmışlar. Ardından para ile her şeyi satın alabileceğini düşünen Donald Trump’a haber uçurup (ki kendisi bunu yaptı, para ile ABD Başkanı bile olup hevesini aldı) ellerinde datalarla arzu edilirse seçmen algısıyla oynayabileceklerini bildirmişler. Zaten şirketin aleni sloganı da böyle bir şey: “Data yönetimi davranışlarınızı değiştirir!”
Her şey gibi, seçmen meylini de parayla satın alabileceğine inanan (ve bunda haklı olan) Trump da, domuzdan bir kıl kopsa ne olur ki, deyip yüklü servetinden epey yüklüce bir bölümü bu şirkete aktarmış. Yalnız bizimkiler gibi elden ya da peçeteye yazarak yapmamış bunu. Rus bilim adamları araştırma yapıyoruz ayağına Facebook’a bir dolu anket yoluyla yaptırmışlar. Yani biz hangi dâhiyiz ya da hangi Star Wars karakteri bizi temsil ediyor diye saf saf anket doldururken onlar da cukkalarını doldurmakla beraber, dünya tarihine de yön vermeye başlamışlar.
Dolayısıyla bu tuzağın en önemli ayağı, biz sıradan insanlar ve zaaflarımız olmuş.
Bitti mi?
Elbette hayır. Esas en heyecanlı kısım var ve inanın çok karmaşık değil tabiri caizse Bilal’e anlatır gibi anlatacağım ama bir sonraki yazıya inşallah!