YORUM | EMİNE EROĞLU
Uzaktan bakıp hüküm vermenin kolaylığı, kelimeleri amele nispetle değersizleştiren.
Sınanmamışlığın sığlığı, insanları hamaset çamuruna daldıran. Kendi çağlarında, firavun ordularının gönüllü askerleri haline getiren.
Gerçeği örtme çabası, zalimi mazlum karşısında ebedi mağlup kılan…
Tarihin meşhur zalimlerine uzaktan bakınca görünen, ne beyhude bir çırpınış, ne zavallı bir mücadele, ne sefil bir var oluş. Kendi felaketine doğru adım adım sürükleniş…
Ama yakından, yani o günden bakıldığında zafer, alkış, iktidar ve güç…
Yalan ve aldanmışlık.
AMNOFİS’İN ORDUSUNA NEFER OLMAK
İsrailoğulları’nı yakalayıp cezalandırmak için atını dört nala Kızıldeniz’e süren ordunun askerlerinden biriyle sohbet edin hayalen. Siz bugünden baktığınız için onun kendi felaketine doğru sürüklendiğini biliyorsunuz. Ama o zafer ve kahramanlığa koştuğunu sanıyor. Siz zihninize Amnofis’i bir zorba olarak kodlamışsınız, ama o, zorbalığı adalet ve nizamın gereği sayıyor.
Güçlü olana tabi olmak onun için var oluşun en anlamlı biçimi. Aksini düşünemiyor ve o halin içinde hayırsız bir lezzet duyuyor.
Sorsanız sizi anlatacağı ne çok şey var. Göreneklerin ve alışkanlıkların örgülediği değişmez doğrular. Hazreti Musa’nın düzenlerini bozduğuna dair şikayetler. Uzun emeller. Köpürtülmüş milliyetçi duygular…
Hikayeyi Firavun ve ordularının Kızıldeniz’e gark olmasından ibaret görürseniz, Asa-yı Musa’nın ve Yed-i Beyza’nın sırrına açılamaz, Allah’ın Firavun’a neden mehil üstüne mehil verdiğini anlayamazsınız. Zira zalimin yenilgisi, başına yıldırım düşmesi değil, defalarca hakka ve adalete davet edilmiş olmasına rağmen şerde ve batılda inat etmesidir.
Firavun’un da ordusunun da düşüşü uçurumun kıyısında başlamamış, onları o kıyıya çeken her adım düşüşlerinin bir parçası olmuştur.
Bir kader defterine kim bilir kaç uyarı bölümü yazılmış, yıllar boyunca kendilerine bir uyanış ya da fark ediş için kim bilir kaç fırsat verilmiştir.
Kaç mucizeye şahit kılınmış, kaç iyilikle sınanmışlardır…
Firavun’un ordusuyla birlikte Kızıldeniz’de boğulması belasını bulmasıdır yalnızca ve büyük hikayenin içinde bir “bölüm sonu”ndan ibarettir. Yoksa Amnofis, Hazreti Musa’nın temsil ettiği hakikat karşısında firavunluğu sürdürme çabasıyla baştan itibaren yeniktir.
Onunla birlikle komşu ülkenin zalimine diktatör diyip kendi zalimine diyemeyenler, uzak mekanların tutuklu kadınlarına ses verip kendi ülkelerindeki mağdurları görmezlenenler, vicdanı otobüs konvoyu zannedenler de…
HACCAC’LA BİRLİKTE ZALİM OLMAK
Yanına sokulup Haccac-ı Zalim’i camide cemaatle namaz kıldırırken gören, ya da kürsülerde Kur’an okurken dinleyen, “Hamd olsun namaz kılan bir emirimiz var” diye düşünebilir. Onun ümmetin birliği, devletin bekasını sağlamak için Allah tarafından seçilmiş özel bir kul olduğuna inanabilir. Yükselen piyasa ederinin sadece alınıp satılabiliyor oluşundan kaynaklandığını anlamayabilir.
Oysa gözardı edilen şey görülmeyecek kadar küçük değil ki, körler mazur görülsün. Dindarlık zulmün perdesi değil ki, cürümlerine Kur’an ayetlerinden kılıf uyduranlar alkışlansın. İnsan olmadan Müslüman olmak mümkün değil ki, hissizlik ve hareketsizlik affedilsin…
Tarihin bütün Süfyan ordularını “aldatılmış zavallılar” olarak görürseniz onların mahkumu oldukları basiretsizliği anlamlandıramaz, gaflet uykularından uyanmaları için defalarca İlahi ikazlarla ırgalandıklarını hesaba katamazsınız.
Zulmedilen onca mazlum, katledilen onca mağdur âyan beyan ortadayken. Kâbe mancınıkla yıkılmış, nice âli kametlerin bedduası alınmışken.
Hakikat incitilmiş, hakikat ehli rencide edilmişken…
KENDİ ZALİMİNE ZALİM DİYEBİLMEK
Asırlar sonrasından Esma binti Ebubekir’i alkışlamak kolay, zor olan kendi zamanının Esması olmak. Yüz yaşında dimdik doğrulup, Haccac’a karşı mücadele eden oğluna, “Evlâdım, şerefinle yaşa, izzetinle öl, fakat kesinlikle zalime boyun eğme! Zalim karşısında zillete düşmek ne hür insanların ne de din ehlinin yapacağı bir iştir.” netliğinde nasihat edebilmek.
Bugünden bakarak Haccac’a, “Allah düşmanı, bozguncu, münafık, adüvv-ü ekber” demek, tarihsel bir ezberi tekrar etmek yalnızca.
Haccac’a kendi döneminde bunları söyleyebilir miydik sorusunun cevabıysa, “kendi dönemimizin Süfyanlarına zalim diyebiliyor muyuz,” sorusunda gizli.
Elde ettiği her zafer verdiği tavizin bir avansı olanlar, geçtiği her kapıdan pazarlıkla geçenler, her hayır kapısına kirli bir anlaşmayla kilit vuranlar dünün zalimlerinin uzantısıdır ve onların yenilgisi de kendi selefleri gibi zulme biat ettikleri gün başlamıştır.
Mezar taşına, “Ben de bir zamanlar Süleyman idim/ Ateşe rüzgara hükümran idim/ Sanmayın ki Sultan Süleyman idim /Tersanede körükçü Süleyman idim” diye yazdıran körükçü Süleyman bile Süleyman oluşu ateşe ve rüzgara hükümranlıkla küçücük dünyasında tecrübe etmiştir de, zillet makamlarında oturanlar, komşularını ihbar ederek vatansever olanlar, kılıçlarını zayıfa karşı kuşananlar kendi zamanlarının Süleyman’ı olmayı tecrübe etmemişlerdir.
“Dilin bal bal demekle ağzına tat gelmez ey ihvan/ Kamu azaları Allah diyen gelsin bu meydâne!” diyen Kelamî ne kadar haklı:
Kendi firavununa zalim diyebilen, kendi asrının Süleyman’ı olan gelsin bu meydâne!
(tr724)