YORUM | EMİNE EROĞLU
–Muhacirden zalimler güruhuna-
Kaçtık sizden, evet.
Bütün yalınlığı ve gerçekçiliği ile Firavun’a, “Sizinle beraber bulunmaktan korkup kaçtım” (Şuarâ, 21) dediği gibi Hazreti Musa’nın.
Karanlığınızdan, tekinsizliğinizden, şirretinizden korktuk.
Can güvenliğimiz yoktu. İşkence ediyordunuz elinize geçirdiklerinize. Eşlerini, mallarını kendinize helal görüyordunuz. Yaşlısına, bebeğine, hamilesine, hastasına, engellisine bakmıyor, zulmünüzü arttırmak için çareler arıyordunuz.
Tiksindirdi bizi gizli planlarınız, şer ittifaklarınız, komplolarınız.
Acımanız yoktu. Soluduğumuz havayı zehirliyor, ufkumuzu daralttıkça daraltıyordunuz.
Korktuk, insaniyetsizliğinizden, galeyanınızdan.
“Kaçtık sizden…” Allah’a firar ettik.
NEDEN TERK ETTİK ÜLKEMİZİ?
Karakuşi adaletinize terk edemezdik kendimizi. Bu, yaratıcıya karşı saygısızlık olurdu.
Baharın geleceğine her koşulda inanıyor, yaşamak hayatta kalma çabasından ibaret olmasın istiyorduk.
Yola düştük. Şu dünyada sadece bir yolcu olduğumuzu hatırlayarak.
Yola düştük, tüm tehcirleri, mübadeleleri, muhaceretleri, ilticaları anlayarak…
Elinizi eteğinizi öpenlerle, ahlaki değerleri yok ederek var olmaya çalışanlarla aramızı ayırmak için.
Tesbih gibi tekrar ettiğiniz ezberleri duymamak için.
Değişen dostların zilletini görmemek için.
Tahribatınızdan, tesirinizden uzak kalmak için. Büyülerinizi bozmak için.
Sizi, kendiniz gibilerle baş başa bırakmak, kendi karanlığınızla yüzleşmenizi beklemek için.
Adaletine şahit olmak için kaderin.
Ve geçmişi, geriye dönülemeyecek kadar geride bırakmak için. Arınmak için.
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir.” (Nisâ, 100) ayetinin vaadine iman ederek.
İbretle ve esefle yola düştük…
NEREYE GİDİYORDUK?
Zannettiğiniz gibi akıllılarımız gidiyor, zayıf ve fakirlerimiz geride kalıyor değildi. Çoğumuz itibariyle her şeyimizi arkada bırakarak ve ölümü göze alarak gidiyorduk.
İnsan kaçakçılarına vereceğimiz parayı borç alarak. Bütün varlığımızı bir sırt çantasına sığdırarak. Yolculuğumuzun nerede sonlanacağını Allah’a havale ederek.
İptal edilmiş pasaportlarımızla, hayal kırıklıklarımızla, geride bıraktığımız sevdiklerimizin acısıyla…
“Ya Rabbî! Bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım!” (Kasas, 24) duasıyla.
Gidiyorduk!..
İçinde bulunduğumuz sebepler nasıl davranmamızı gerektiriyorsa öyle davranarak.
Kudret-i Mevla’yı seyrederek.
Sadece kendimizi değil, haklarından mahrum ettiğiniz kardeşimizin derdini de yüklenerek.
En çok hicretin hakkını verememekten, geride kalanları sahipsiz bırakmaktan endişe ederek…
NEDEN SEFERBER OLDUK?
Biz olmanın kefaretini tek başına ödeyemezdik hiçbirimiz.
Kardeşimizin bileğindeki kelepçeden, sofrasındaki ekmekten kopamazdık.
Onların derdini insanlığa anlatabilirsek bir anlamı olurdu hicretimizin. Elleri kolları bağlanmış hizmet arkadaşlarımızın yerine de hizmet edebilirsek hakkını vermiş olurduk hürriyetin.
“Çocuklarımı kurtarın” feryadı vicdanlarımızda yankılanıp durdu. Kendi evlatlarımız da dahil, kurtarılacak çocuklar hep vardı ve onları kurtarmak için hayatta ve ayakta kalmak zorundaydık.
Her menzilde bize sahip çıkan kardeşlerimiz, sadece bizden bir süre önce hicret ettikleri için ensar görevini üstlenmiş mefkûre muhacirleriydi.
Onlar nasıl bize ev ve yurt olmuşsa, bizim vazifemiz de bizden sonra hicret edecekler için ev ve yurt olmaktı. Kendi yaralarımızın aydınlığında sarmalıydık kardeşlerimizin yaralarını. Acılarını sabırla ve şefkatle dindirmeliydik.
Vahlanmak ve yazıklanmak acıyı paylaşmaya yetmiyor, iradenin hakkı ancak isar hasleti ile verilebiliyordu.
Hayata bir yerinden tutunmak için didinircesine çabalamamız bundandı. Kadın erkek, seferberliğimiz.
Yaşımıza başımıza bakmadan iş kurma, iş bulma çabamız.
Bundandı yaslarımızın, kederlerimizin içinde boğulmayışımız.
“Daha fazla ne yapabilirim?” sorusuna odaklanışımız.
NEYDİ ENSAR OLMAK?
Ensar olmak, sığınak olmaktı peygamber yolunun yolcularına.
Hazreti İbrahim’in ayak izlerinde basarak yürümek, Medyen kuyusunun başında buluşmaktı Hazreti Musa’yla.
Sahabe Efendilerimiz arasına karışıp Allah Resulü aleyhisselatu vesselamı, “Taale’l bedru aleyna min seniyati’l veda” türküleriyle karşılamaktı.
Kalbimizin kapılarını evimizin kapılarından önce açmak, birlikte haşr olmak istediklerimizin derdini dert edinmekti.
Aradan kaldırmaktı mekanı. Dünyası tiranlar tarafından yıkılmış mazlumlara “yeni bir dünya” kurmaktı.
En sevdiklerimizin paydasında eşitlemekti mağdurları. Alır gibi vermek, “sanki yedim” ocakları tüttürmekti.
Birinci dirilişin destanı muhacir ensar kardeşliği ile yazılmışsa, ikinci dirilişin destanının da muhacir ensar kardeşliği ile yazılacağına inanmaktı.
Bir gün siz de zalimlerle yolunuzu ayırır gelirseniz, size de;
“Bugün size hiçbir kınama yok! (Ben hakkımı çoktan helâl ettim;) Allah da sizi affetsin. Çünkü O, bütün merhamet edenlerin üstünde mutlak merhamet sahibidir” (Yusuf, 92) demeye hazırlanmaktı…
(TR724)