HABER-YORUM | SEMİH ARDIÇ
Yargıtay’ın Bank Asya’ya para yatırılmasını ‘örgüte yardım suçu’ sayması münferit bir karar değil. Tel tel dökülen ucube kararı tahlil etmeden evvel Türkiye’nin hukukta içine düştüğü perişan hali ispat eden aktüel birkaç hadiseyi hatırlatmakta fayda var.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Kasım 2017 tarihli grup toplantısında elindeki banka dekontlarını göstererek Erdoğan ailesinden bazı isimlerin İngiltere’nin Man Adası’nda 1 Sterlin sermaye ile kurulmuş Bellway Limited Şirketi’ne 15 milyon dolar gönderdiğini iddia etmişti. Kılıçdaroğlu para transferlerinin 15 Aralık 2011 ila 4 Ocak 2012 tarihleri arasında yapıldığını söylüyordu.
AKP’YE GÖRE BELGELER SAHTEYDİ
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatının yanısıra AKP Sözcüsü Mahir Ünal başta olmak üzere Saray cenahından, “Belgeler sahte. Hepsi iftira” beyanatı gelmişti. Dekontların fotokopisinin gazetecilere dağıtılmasından duyduğu öfkeyi saklamayan Erdoğan, Kılıçdaroğlu aleyhine 250 bin TL’lik tazminat davası açmıştı.
Avukatların mahkemeye takdim ettiği dilekçede yazılanlara bakılırsa CHP lideri baştan sona uyduruk bir senaryo yazmıştı. Erdoğan’ın eniştesi Ziya İlgen, kardeşi Mustafa Erdoğan, oğlu Burak Erdoğan, dünürü Osman Ketenci ile eski özel kalem müdürü Mustafa Gündoğan’ın ‘vergi cenneti’ diye nitelendirilen Man’da tek kuruşu yoktu. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu devletin başındaki bir isme attığı iftiranın hesabını verecekti.
SAVCILIK: DEKONTLAR GERÇEK
Man Adası iddialarını tahkik eden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı şaşırtıcı şekilde dekontların gerçek olduğunu açıkladı. Mamafih dosya hakkında ‘takipsizlik’ kararı verdi. Belgelerin gerçek olduğunu ilan eden savcılık vergi cezası için de çok geç olduğunu belirtti. 5 senelik zaman aşımı müddeti dolmuştu.
Savcılığın kararının vicdanlarda nasıl makes bulacağını dün Ahmet Dönmez tr724’te ‘Man’da derisinden yüzler’ başlıklı makalesinde ifade etti. O makalede dikkat çekilen bir husus Türkiye’nin son beş senesini anlamak adına hayli ufuk açıcıydı: Artık Türkiye’de yargı, iktidarın talimatına göre hareket ediyor. İnsanların -alt ya da üst farketmez- bütün mahkemelere duyduğu itimat temellerinden sarsılıyor.
ALT MAHKEMELER ANAYASA MAHKEMESİ’Nİ TANIMADI
Son dönemde adalet saraylarında işlenen hukuk cinayetlerini ispat eden sayısız karar var. Anayasa Mahkemesi, 1,5 senedir mahpus gazetecilerden Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın tahliyesine hükmetti.
İstanbul’daki iki ayrı alt mahkeme (13. Ağır Ceza ve 26. Ağır Ceza) Anayasaya göre her kişi ve müesseseyi bağlayan Yüksek Mahkeme’nin ‘tutukluluklarında hak ihlali var’ kararını kale almadı. Adeta AKP lideri Erdoğan’ın Can Dündar ve Erdem Gül kararını müteakip Anayasa Mahkemesi için kullandığı, “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum” ifadeleri zımnen tekrar edildi. Adaletin terazisinin bir kefesine iktidarın ağırlığı konulduğu için her iki gazeteci hâlâ Silivri zindanında tahliye olacağı günü bekliyor.
MAHKEME KARARI OLMASI HUKUKÎ OLDUĞUNU GÖSTERMEZ
Bu hatırlatmayı mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalıştım. Muradım onları hatırlatarak devam eden ihlallere dikkat çekmektir. Zira mahkemelerin verdiği ucube kararlar, Türkiye’nin hal-i hazırdaki karanlık fotoğrafını tamamlayan küçük parçalar. O küçük parçalar bizzat savcı ve hâkimlerin eliyle fotoğrafa yerleştiriliyor. Kararların mahkemeden çıkmış olmaları onlara hukuk formu kazandırmıyor.
Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’in, “Hukuk siyasetinin köpeğidir” sözünde mücessem hale gelen üstünlerin hukukunun geçerli olduğu bir mekanizmadan hakkaniyetli kararlar beklemek hayal olur.
Geçen hafta Kayseri’de Savcı Salih Kılıçdağı, tek delil göstermediği halde 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden Boydak ailesine ait şirket, menkul kıymet, gayrimenkul ve banka hesapları namına ne varsa hepsine el konulmasını (müsadere) talep edebildi. Mülkiyet hakkını yerle bir eden bu talebin mahkemeden döneceği ümidini muhafaza etmek istiyoruz.
YARGITAY’A GÖRE DEVLET İZNİYLE ÇALIŞAN BANKAYA PARA YATIRMAK SUÇ
Boydak’a reva görülen haksız muamelenin şokunu atlatmaya çalışırken Yargıtay’dan evlere şenlik bir Bank Asya kararı çıktı. Bu kararla da Anayasa’nın teminat altına aldığı sözleşme hürriyeti hiçe sayıldı.
Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, Bank Asya’ya 25 Eylül 2014 ve 13 Ekim 2014 tarihlerinde iki kez para yatıran öğretmen U.K.’nın yaptığı işlemi örgüte yardım olarak mütalaa etti. Sanığın alt mahkemenin verdiği hapis cezası kararının bozulması talebini reddetti ve örgüte yardım suçundan örgüt üyesi gibi cezalandırılmasına karar verdi.
Oysa ortada ne bir örgüt ne de bir üyelik var! Yargıtay, hangi suç örgütünün banka kullanarak çalıştığını da belirtseydi keşke!
BANK ASYA GÜNAH KEÇİSİ İLAN EDİLDİ
Öğretmen U.K.’nın para yatırdığı tarihte Bank Asya, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verdiği lisansla, yine BDDK denetim ve gözetimine tabi olarak faaliyet yürütüyordu. 1996’dan beri faizsiz bankacılık hizmeti veren, 30 milyar liralık aktif büyüklüğü ile Türkiye’nin en büyük katılım bankasından bahsediyoruz. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bahane edilerek kapatıldığı 20 Temmuz 2016’ya kadar her banka gibi Bank Asya da müşterilerine hizmet sunuyordu.
Bir müşteri düşünün. Devletin verdiği ruhsatla çalışan bankada hesap açtırıyor. O hesaba kendi kazancının belli bir tutarını yatırıyor. İnternet bankacılığını kullanıyor. Para çekiyor, kredi kartı ile harcama yapıyor. Banka üzerinden elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödüyor. Bütün bu işlemler geriye doğru incelendiğinde kanun dışı hiçbir irtibat tespit edilemiyor.
ERDOĞAN BAŞKA BİR BANKAYA SAVAŞ AÇINCA NE OLACAK?
Bank Asya müşterisine gelince örgüt suçu icat eden mahkemeler demek istiyor ki yarın iktidar kimi gözüne kestirirse onların da işlemlerine ceza verebiliriz. Yarın Erdoğan mesela İş Bankası ile yeniden kavga ederse o bankanın müşterileri de iktidara karşı bir örgütün üyesi olmaktan mı yargılanacak? Kişiden kişiye, devirden devire değişen yaklaşımın hukukî bir tarafı olabilir mi?
Türk Ceza Kanunu’nda bankada hesap açmak suç olarak tarif edilmiyor. Banka suça karışsa bile müşterisini alakadar etmez. Bu ahvalde dahi sadece bankanın sahibi, ortakları ya da idarecileri cezalandırılabilir.
Bahse konu davada hakkında mahkumiyet verilen öğretmenin suçu ne? Devleti idare edenlerin, BDDK’nın, Emniyet’in, istihbaratın müdahale etmediği bir bankaya hesap açmasının suç olmadığını ispat etmeye çalışmasındaki garabeti tarif edecek kelime bulamadım.
RÜŞVET SUÇUNU ÖRTBAS ETMEK İÇİN YENİ SUÇLAR İŞLENİYOR
17/25 Aralık 2013’te milyonlarca dolar rüşvet parası ayakkabı kutularından çıkmasaydı Bank Asya hâlâ faal olacaktı ve öğretmen U.K. gibi binlerce müşterisi hapse atılmayacaktı. Hırsızlık yaparken suçüstü yakalananlar müesses yargı sistemini lağvedip yerine proje mahkemeler ihdas etti. Şimdi o güdümlü yargı eliyle masum insanlardan intikam alıyorlar.
Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, devletin vazifesinin vatandaşı her nevi tehditten muhafaza etmek olduğunu unutmuş olamaz. Hani devlet bu vazifeyi ihmal ettiğinde yargı bunun da hesabını soracaktı. Öğretmen U.K. sadece Bank Asya’ya para yatırdığı için 4 seneye yakın hapiste kalacaksa vaktinde bu suça mani olmayanlar da örgüt yöneticiliğinden mahkum edilmeli.
AİHM’İN KARAR VERMESİ ZOR OLMAYACAK
İç hukuk yolları tükendiğinde AKP yargısının bütün bu kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınacak. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi’nin kararının gerekçeleri, AİHM’in öğretmen U.K. lehine karar vermesini kolaylaştıracak ifadelerle dolu…
Banka faal, yatırdığı para kendisine ait. O para ile silah alınmamış. Yargıtay buradan örgüte yardım suçuna hükmetmiş… Adaletin bunun neresinde?
Ey adaleti üç kuruşa feda eden hâkim ve savcılar!
Bu ucube kararları medya desteği ile milyonlara yutturabilirsiniz. İktidarın insanları bu şekilde sindirmesine destek veriyorsunuz. Amma velakin bu kararların hepsi AİHM’den dönecek ve Türkiye ağır bir tazminat yükünün altına girecek.
Duvarında Adalet Sarayı, Yargıtay, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi yazan o binalarda hâlâ ettiği yemine sadık, cüppesini kimsenin önünde iliklememiş, vicdanlı hâkim ve savcılar kalmışsa lütfen Türk Ceza Kanunu’nun mimarlarında Profesör İzzet Özgenç’in şu tespitlerini bir kere daha okusun:
“Terör örgütü üyeliği üzerine son zamanlarda düzenlenen bazı iddianamelerde, kişilerin belirli bir bankada hesaplarının bulunmasının, ve hatta çocuklarını belirli okullara göndermelerinin terör örgütü üyeliğiyle suçlanmalarının birer sebebi olarak gösterildiğine tanık oluyoruz.
Bu suçlamalarla ilgili hukuki değerlendirmelerimi ilgili ve yetkili kişilerle paylaşmanın yani sıra, kamunun bilgisine de sunmayı bir vazife telakki etmekteyim:
KİŞİNİN SORUMLULUĞU YOKTUR
Devletin verdiği izne dayalı olarak Türkiye’de faaliyet icra eden bir bankanın bu faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmiş olabilir. Bu durumda ancak somut suçu işleyen banka yöneticilerinin ve sair kişilerin Ceza Hukuku bakımından sorumluluğu yoluna gidilebilir.
Bu itibarla, BDDK’nın gözetim ve denetimi altında faaliyet icra eden bir bankada hesap sahibi olmak, bu hesapta para bulundurmak, bu banka üzerinden çeşitli para hareketlerinde bulunmak, bu işlemler başlı başına bir suç oluşturmadığı takdirde, ilgili kişinin ceza hukuku sorumluluğu bağlamında hiçbir surette değerlendirmeye tabi tutulamaz, başka herhangi bir suçtan dolayı sorumluluğun dayanağını oluşturmaz.
HUKUKEN AYIPLI BİR NİTELEME
Devletin gözetim ve denetimi altında faaliyet icrasına izin verilen bir finans kuruluşunun, bu izni hukuki geçerliliğini devam ettirdiği sürece ve bu finans kuruluşunun hukuki varlığı devam ettiği sürece, bir terör örgütüyle ilişkilendirilmesi, hukuken ayıplı bir nitelendirmedir.
Bu itibarla, başlı başına bir suç oluşturmadığı takdirde, hukuki varlığı devam eden ve faaliyette bulunması devlet tarafından engellenmemiş olan bir bankada hesap açılması, hangi amaçla olursa olsun, mevcut hesaba para yatırılması, hesaplar arasında para transferinde bulunulması, asla, ilgili kişinin terör örgütü üyeliği ile suçlanmasının dayanağını oluşturamaz.”
İzzet Özgenç gibi bir hukuk duayeninin tevile ihtiyaç bırakmayacak kadar berrak tespitlerinden sonra fazla söze hacet var mı?
(TR724)