Rüyalar Gerçek Olur Mu?

Yorum | Süleyman Sargın

Hz. Yusuf, büyük bir peygamberin (Hz. Yakup) evinde, o peygamberin on iki oğlundan biri olarak dünyaya geldi. Peygamber evladı olmak, peygamber hanesinde yaşamak, onunla aynı sofraya kaşık sallamak, aynı tastan su içmek insanın içindeki kötü huyları izaleye yetmediğinden olacak, kardeşleri Yusuf’a karşı acımasız bir hasedin içine düştüler. Vahyin soluklandığı o Nebevî atmosfere rağmen kalplerini ve gözlerini kör eden hasedin tesiriyle Yusuf’u öldürmek dâhil her türlü alternatifi düşündüler. Sonunda içlerinden birinin teklifine uydular ve kuyuya atıp ondan kurtulmayı murad ettiler.
Hz. Yusuf’un kuyuda ne kadar kaldığını bilmiyoruz. Ama Allah bir süre sonra onu bir kervancının kovasıyla selamete çıkardı. Bir imtihan bitse de yenileri sırada bekliyordu. Kervancılar onu üç beş kuruşa köle pazarında sattılar. Satan ona bir kıymet biçmemişti, oysa satın alan Mısır Sarayındaki önemli vezirlerden biriydi. Vezirin hanesinde yaşamak zahiren rahat olsa da imtihanı ağırdı. Yusuf (aleyhisselam) ev sahibesinin tacizine maruz kaldı ama günaha tek bir adım bile atmama konusunda hayranlık veren bir sebat ve kararlılık sergiledi. “O çirkin davete icabet etmektense zindana atılmayı tercih etti” (Yusuf Sûresi/33).

Hz. Yusuf bir rüya ile başladığı yolculuğunu, o rüyanın tahakkuku ile noktaladı. Bütün bunlar yaşandıktan sonra dünyanın kendisine tam güldüğü anda, “er-refîka’l-a’lâ” yı tercih ve vefatını talep etti. Bununla, işin finalinde takınılması gereken tavrı da dava adamlarına göstermiş oldu.

Hanımına “Sen hata ettin, günahın için istiğfar et!” (Yusuf Sûresi/29) diyen vezirin sözlerinden de anlaşılacağı üzere o dönemde Mısır, Hak Din’den kalıntılar taşıyan bir memleketti. Sarayda “Efendim” dediği, kendisini satın alan vezire karşı hizmetini çok iyi yapan ve ona en ufak bir ihanet düşünmeyen Hz. Yusuf, fizikî alım ve yakışıklılığın yanı sıra bir iffet abidesi olarak temayüz etmişti. Buna rağmen iftiraya ve haksızlığa kurban gitti ve hiçbir suçu olmadan yıllarca hapishanede kaldı.
Hapishanede kalırken karakteri, bilgisi, hikmeti ve faziletleriyle kendisini arkadaşlarına kabul ettirdi. Orayı bir mektep ve medrese haline getirdi. Çilesi dolduktan sonra rüyalar başta olmak üzere Kader tahtında cereyan eden bütün hadiselerin te’viline vukufiyetle mükâfatlandırıldı. Yıllarca kaldığı zindanlardan, kendisini bir iftirayla oraya atan adamlar tarafından çıkarıldı, aleyhinde dedikodu yapanlar tarafından beraati ilan edildi ve aklandı. “Emin” bir insan olarak devletin hazinelerinin başına getirildi. Kendisine verilen yetkiler sayesinde bütün Mısır’da Kral adına hükmetti ve icraat yaptı. Bu mümtaz Peygamber vazifesine devam ederken, şu veya bu şekilde ve şu veya bu düşünceyle görevine ihanet sayılacak bir davranışta bulunmadı.
İlgili resim
Davranışlar beklentilerle kirletilmemeli
Yusuf (aleyhisselam) ne kuyuda sabırla beklerken, ne pazarda üç beş kuruşa köle olarak satılırken, ne iffet imtihanlarında boncuk boncuk terler dökerken ve ne de zindanlarda çile doldururken bir gün Mısır’a sultan olma hayalleri kurmadı. İmtihanlarla dolu sürecin sonunda kendisini bir sultanlığın beklediğini bilmiyordu. Davranışlarını böyle bir beklentiye göre ayarlamadı. Çünkü bir beklentiye bağlı olarak yapılanlar, zahiren ne kadar erdemli ve müsbet olursa olsun samimiyetsiz olduğu kadar iticidir ve muhataplarda kalıcı tesir oluşturamaz. O ise, bir peygamberdi ve davranışlarıyla karakterinin gereğini ortaya koydu.
Nihayet, kendisini çok sevdiği Peygamber babasının ocağından ayırıp köleliğe düşüren kardeşlerini de affetti. “Bugün size kınama yok, Allah günahlarınızı bağışlasın. O Merhamet edenlerin en Merhametlisidir” (Yusuf Sûresi/92) diyerek Nebevî bir tavırla kıyamete kadar gelecek takipçilerine hüsn-ü misal oldu.
Görüldüğü üzere Hz. Yusuf, mü’min bir ailede, hatta Peygamber ocağında neş’et etti. Buna rağmen aynı nurdan atmosferi paylaştığı kardeşlerinin ihanete varacak derecede kıskançlıklarına maruz kaldı. Bu kıskançlık ve neticesinde yaptıkları kötülük Yusuf’u bitirme azmindeki kardeşlerini zahiren maksatlarına ulaştırmış gibi görünse de Yusuf’a (aleyhisselam) risaletin ve vazife yapacağı ülkenin yolunu açtı.
Murad-ı ilahi, Yusuf Peygamberi Mısır’a sultan yapmak değil, O’nu orada peygamber olarak vazifelendirmekti. Sultanlık, o işin sadece vesilesiydi. O ülkeye köle olarak girmek, yani hayata en alt tabakadan başlayıp basamak basamak toplumun bütün katmanlarını tanımak da İlâhi takdirin farklı bir tecellisiydi. Köleliği, daha sonra başına geçeceği sarayın önemli vezirlerinden birinin evinde yaşamak ise Hz. Yusuf’a saray âdâbını, devlet göreneklerini yakından gözlemlemek ve tecrübe etmek imkânı vermişti.
Ruh güzelliğini yansıtan müstesna bir fizik güzelliği vardı. Kendisine bakanlara ellerindeki bıçakları unutturacak bir endam ahengine sahipti. Buna rağmen harama hiç meyletmemesi, bütün tazyikleri elinin tersiyle itip iffetine, ismetine halel getirmemesi muhatapları nezdindeki inandırıcılığı ve güvenilirliği adına çok önemliydi. Bu, ancak bir Nebînin veya Nebî varisinin ortaya koyabileceği bir irade kahramanlığıydı.
İşin finalinde ahireti talep etmek
Ahlaken dibe vurmuş bir toplumun aynı derecede ahlaksız oligarşisi ve tefessüh etmiş aristokrasisinin, kendilerinin kokuşmuş hayat anlayışlarına uymayan, onlar gibi bohemce ve sefih bir hayat sürmeyen insanlara nasıl iftira attıklarını da bu kıssada görüyoruz. Yapılanlar bir iftirayla sınırlı kalmadı; yıllar süren mahrumiyetlere, olumsuz algı operasyonlarına ve hapislere sebebiyet verdi. Yusuf (aleyhisselam) iffetiyle, ahlakıyla ve karakteriyle o topluluğa fazla geliyordu. Allah da onu o çirkin tacizlerden, ahlaksız toplumun olumsuz radyoaktif tesirlerinden korumak ve yapacağı risalet vazifesine hazırlamak maksadıyla zahiren kötü ama hakikatte emin bir mekâna, hapishaneye aldı.
Kıssanın her yerinde Yusuf Peygamber’in Allah’a teslimiyetini ve tefviz ifadelerini görmek mümkün. O, kuyudan da kölelikten de, zindandan da asla şikâyet etmedi. Bulunduğu her yeri misyonu hesabına en verimli şekilde değerlendirmenin yollarını aradı. Bu bazen iffet konusunda olduğu gibi temsil ağırlıklı bir duruşla, bazen de bir medreseye çevirdiği zindanda insanlara Allah’ı anlatmakla oldu. Kendisini bir zamanlar köle olarak gören, suçsuz olduğunu bildiği halde hapse attıran yöneticisine de ilim, hikmet ve faziletli duruşuyla kendini kabul ettirdi. Asla isyancı ve başkaldıran olmadı; intikam almayı düşünmedi. Başına gelen bütün olumsuzlukların ilk sebebi olarak görebileceği kardeşlerine bile kalbinde hiçbir olumsuzluk hissetmeyecek ölçüde affedici bir keremle muamele etti.
Hz. Yusuf bir rüya ile başladığı yolculuğunu, o rüyanın tahakkuku ile noktaladı. Bütün bunlar yaşandıktan sonra dünyanın kendisine tam güldüğü anda, “er-refîka’l-a’lâ” yı tercih ve vefatını talep etti. Bununla, işin finalinde takınılması gereken tavrı da dava adamlarına göstermiş oldu.
Hiçbir peygamberin kıssası Kur’an’da bu ölçüde bir bütünlük içinde ve detaylı olarak anlatılmıyor. Rabb-i Rahîmimiz’in “Kıssaların en güzeli” (Yusuf Sûresi/3) olarak tarif buyurduğu, hikmetlerle ve Peygamber yolunun yolcularına mesajlarla dolu bu kıssayı çokça okumak ve üzerinde tefekkür etmek gerekiyor.
(TR724)