ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Afrin konusunda keşmekeş var. Analizler zayıf. Zaten Türkiye’deki havuz ve “merkez medya” – namı diğer yeni havuz – ile nasyonalist basını hiç saymıyorum. Savaşa övgü, şiddetin dehşetinden efsunlanmış kitlelere bir tür afyon gibi geliyor: Erdoğan rejiminin tüm acıları, geniş tabanı oluşturan yoksulların ekonomik sefaletinden Anayasa Mahkemesi kararının yerel mahkemece dikkate alınmamasına, hapisteki bebeklerden işinden atılan yüz binlere, ne kadar kabul edilemez olumsuzluk, ne kadar negatif şey varsa, hepsinin acısını alıyor. Hülyalar, tatlı rüyalar, sefil bir dış politikanın içeride “düş politika” olarak pazarlanması, istekle, şevkle satın alınıyor. Havuza pompalanan finansal kaynaklarla ne bekleniyorsa ondan fazlasını yazan bir taife, Goebels’in imrenip de bulamadığı bir coşkulu rejim yalakasını etrafına toplamış, yazılı ve görsel tüm medya, “Afrin’in fethine” odaklanmıştır artık, ne mutlu! Fakat haklılık ve gerçekler, demokratik yolla – veya çoğunluk diktasıyla – belirlenmiyor. Olgular, propaganda makinesiyle değişmiyor. Ne olduğunu ve ne olmadığını kitlelerden saklamak, olanları değiştirmiyor. Düş, düş olarak yerli yerinde duruyor. Suriye çöllerinde kan ve ter döken zavallı askerler, kentleri bombalanırken oradan oraya panik içinde koşuşturan insanlar, ağlayan, hep ağlayan çocuklar, bu masallarla, kahramanlık manzumeleriyle, fetih ve cenk şehvetinin iç politika mimarisi tasarımında kullanılmasıyla gölgeleniyor, gizleniyor. Peki, gerçekler nedir? Gelin bakalım.
Gerçek 1: Afrin, Halep güzergâhı üzerinde. Doğusunda kalan ve ABD tarafından hava sahası denetlenen PYD bölgesi ile bağlantısı yok. Bu doğudaki bölge, artık sadece resmi haritalar üzerinde varlığını devam ettiren Türkiye-Suriye sınırı boyunca boylu boyunca uzanıyor. Rusya’nın kontrolü de yok, gözü de bu bölgede zaten. Dolayısıyla Suriye merkezi hükümeti – yani Esad – tarafından da kontrol edilmiyor. Fiilen bölünmüş Suriye’de var olan bir bölge sadece orası. Aylardır ABD tarafından silahlandırılıyor olması eleştirilen PYD milis gücünün denetiminde, İŞİD aleyhine toprak genişleten ve ABD ile koalisyonun fiilen sahadaki belki de tek fiili müttefiki olan bir yönetim. Türkiye, bu yönetimi uzunca bir süre destekledi. En somut örneği, Kobane savaşında Ankara Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi milis gücüne Türkiye toprağını kullanarak bölgeye intikal olanağı vermiş olması. Binlerce silahlı, tam teçhizatlı, bayraklı, üniformalı Peşmerge, molalarda kendilerine Türkiye’nin resmi bürokratları tarafından ısmarlanan lahmacunlardan yiyerek ve çaylardan içerek, neşe içinde Kobane’ye gittiler. Yani Irak sınırından içeri, Türkiye toprağına geçtiler, sonrasında kara yoluyla Türk sınırı içinde Suriye sınırı boyunca Kobane’nin karşısına dek ilerlediler. Sonra, Türkiye-Suriye sınırını geçerek Suriye toprağına girdiler. Dahası Süleyman Şah Türbesi, Suriye Kürtleri ile işbirliği yapılarak taşındı. Liderleri ile Ankara’da defalarca görüşüldü. Bunlar, yeniden altını çizeyim, Erdoğan’ın ve ekibinin bilgisi, izni, onayı ve katkısıyla gerçekleşti. Gelecekleri belliydi, gidecekleri yer belliydi, neden gittikleri belliydi. Bunlar yorum değil, bilgi.
Gerçek 2: Erdoğan ve ekibi, yıllarca PKK ile gizli ve açık görüşmeler yaptı. Erdoğan’ın kendisi bizzat bu görüşmeler için yetki verdiğini, görüşmelerin – yani müzakerelerin – kendi otoritesi altında yapıldığını ifade etti. Defalarca İmralı adasında tutukluluğu devam eden Abdullah Öcalan ile Türk yetkililer görüştüler. Ne görüştüler diye sormadı kamuoyu. Oslo’da başlatılan süreç, böylelikle İmralı mekik diplomasisi ile devam etti. Sonrasında ise Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelen taraflar arasında tarihe Dolmabahçe Mutabakatı olarak geçen açıklama yapıldı. Bu bir yorum değil, bilgi.
Gerçek 3: Erdoğan ve ekibi, Türkiye’de sadece konuşulması, yazılması, okunması, Türkü güftesi olması falan yasak olan değil, varlığı dahi inkâr edilen bir dil olan Kürtçenin varlığını kabul etti. Bu dilin adını telaffuz etti, yani resmen tanıdı. Bu dili konuşanların Türk olmadıkları üzerine inşa edilmiş olan – yani 70 yıllık Cumhuriyet dönemi boyunca dillendirilen – tezi kaldırdı, Kürtler vardır dedi. Kürt sorunu vardır diye itirafta bulundu. Geçmişte izlenen siyasetin asimilasyon politikası olduğunu kabul etti. Bu dönemde on yıllardır terörist eylemlerde bulunan PKK, eylemlerini sonlandırdı. Artık silahların bırakılması tartışılır olmuştu. AKP, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde gayet yüksek oylar almaya başladı. Kürtçe televizyon kanalı açıldı – yani devlet, topladığı vergilerin bir bölümünü Kürtler dilinde televizyon izlesin, asimile olmasın diye harcamaya başladı. Uzatmayayım, nasyonalist politikaları sona erdiren, hatta üst kimlikten, vatandaşlığa dayalı yeni bir aidiyetten bahsedilmeye başlandı. Geçmişin cumhuriyet politikalarından kopuş manasına gelen bu kararları alan Erdoğan ve ekibiydi. Tüm bunlar daha beş-altı yıl öncesinde, yani uzak geçmişten bahsetmiyorum. Bunlar yorum değil, bilgi.
Gerçek 4: Türkiye 2011 Suriye iç savaşı başından bu yana İslamcı cihatçı fanatik gruplara destek politikası izliyor. Neden? Suriye’deki Esad rejimini devirmek için. Esad ailesi, Suriye Alevisi, Nusayri de deniyor. Suriye’de Esad’a karşı olmalarının nedeni, resmi devlet söylemine göre “insan hakları ihlalleri” idi. Yani Esad, isyancıları silah kullanarak bastırdı. Ya Erdoğan ve çevresinin destek olduğu “Özgür Suriye Ordusu” denen gruplar ne yapıyor? İnsan hakları mücadelesi mi veriyor? Güldürmeyin insanı! Benimsedikleri ideoloji El Kaide olan, IŞİD ile aynı dünya görüşünün değişik bir versiyonu, radikal, cihatçı bir milis gücünden bahsediyoruz. Ele geçirdikleri yerlerdeki tutumları, esirlerine, kadınlara, başka dinden veya mezhepten olanlara, değişik dünya görüşlerinden olan Sünnilere kan kusturan, barbar bir grup bu. Bunlara eğitim veren, silah ve mühimmat sağlayan, lojistik ve istihbari altyapı sunan Erdoğan ve ekibi, Esad yerine bunları iktidara getirmek istiyor. Bu grupların demokrasi mücadelesi yaptıklarına inanların bir an önce ayakları yere basmalı. Suriye’de Erdoğan ve ekibinin işbirliği yaptığı, hatta Zeytin Dalı askeri harekâtına dâhil ettiği milis gücü ÖSO budur. Rusya ve Suriye, bu yapıyı terörist olarak algılıyor. Bunlar yorum değil, bilgi.
Gerçek 5: ABD’nin PYD’ye – Suriye Kürtlerine – destek vermesi, birkaç nedene dayanıyor. Bunların başında, Kürtlerin en başından bu yana IŞİD ve diğer İslamcı cihatçılarla savaşması sayılmalı. Bunun nedeni çok basit. IŞİD ve diğer paralel ideolojiye mensup milisler, Kürtler başta olmak üzere Arap ve Sünni olmayan grupları hedef alıyor, sistematik olarak katlediyor, tecavüz ediyor, onlara yaşam hakkı tanımıyor. Türkmenlere gelince – meşhur Bayırbucak Türkmenleri – çok büyük bölümü, Arap egemenliğini kabul ediyor. Zaten hem Sünniler, hem de İslamcı cihatçı yapıya biat etmiş durumdalar. Dolayısıyla Kürtler, seküler toplumsal yapılarıyla bu Arap-Sünni dinci radikaller ile kan uyuşmazlığı yaşıyor. ABD bu nedenle de Suriye Kürtlerini kendisine yakın buluyor. Bunlar yorum değil, bilgi.
Gerçek 6: ABD, Suriye Kürtlerini koruyup kollarken, kimse bunu nasıl yaptığını sormuyor. ABD’nin bu bölgeye sağladığı hava sahası kontrolü, tümüyle Türkiye üzerinden yapılıyor. Adana – İncirlik’te bulunan hava gücü ve askeri varlığı sayesinde, Rusya ve rejim güçleri bu bölgeye erişme şansına sahip değil. Dahası, Rusya daha düne kadar Suriye Kürtlerini kendi liderliğindeki Suriye görüşmelerine davet etme sinyalleri veriyordu. Ankara’nın bu konudaki itirazlarını yumuşatmaya çalışıyordu. Dahası, Suriye merkezi yönetimi ile Kürtler arasında gizli diplomasi olduğu, Suriye Kürtlerinin bağımsızlık değil, sadece özerklik – kantonel idari yapılarının devam etmesi – beklentisi içinde oldukları biliniyor. Bu durum, ileride Esad rejimi ile Suriye Kürtlerinin Rusya’nın da bastırmasıyla bir tür uzlaşıya varabilme olasılığını beraberinde getirebilir. Elbette şu an değil bu. Ama Rusya’nın da Esad’ın da Ankara’nın muzdarip olduğu bir Kürt alerjilerinin olmadığı bir gerçek. Yani ABD Türkiye toprakları üzerinden Suriye Kürtlerini koruyor. Rusya, bu durumu kabullenmiş durumda. Rejim, reel politik düşünüyor ve Kürtleri İslamcı cihatçılara göre daha ehven-i şer görüyor. Bunlar yorum değil, bilgi.
SORULAR SORALIM…
Bizi gerçeklerden doğru çıkarımlara götürecek soruları soralım mı, ne dersiniz? Ne oldu da, daha düne kadar görüşülen, varlığı kabullenen, Süleyman Şah Türbesi nakledilirken işbirliği yapılan, Kuzey Irak’tan soydaş askerlerine geçiş izni verilerek desteklenen Suriye Kürtleri düşman ilan edildi? Bilindiği kadarıyla bu bölgeden kaynaklı bir terör saldırısı olmadı bu güne kadar. Zaten geçmişteki destek politikası olamazdı eğer bir terör tehdidi olsaydı, öyle değil mi? Yoksa terör tehdidi vardı da, buna karşın türbe nakli esnasında işbirliği yapıldı, Kuzey Irak’tan Peşmerge desteğine olanak verildi, liderleri Ankara’ya davet edildi? Elbette ki bu anlamsız olurdu. Peki, politika değişikliğinin nedeni ne?
PKK ile daha önce müzakere edenler neden şimdi Selahattin Demirtaş başta, onlarca Kürt milletvekilini içeri attı? Onlarcasının da milletvekillikleri düşürüldü? Neden belediyelerine – hem de yüzde yetmiş- seksenlerle seçildikleri belediyelerine – kayyumlar atandı? Neden bugün Suriye’deki soydaşlarıyla aralarında dayanışma duygusu olmasın, aman tepki göstermesinler diye baskı altına alınıyor Türkiye Kürtleri? Türkler Bayırbucak Türkmenleriyle ilgilenince bu normal karşılanıyor da, neden Kürtler Suriye Kürtleriyle ilgilenince bu hemen terörizm destekleyiciliği olarak niteleniyor?
Neden bundan daha birkaç yıl öncesine dek son derece olağan karşılanan Kürt kimliği konusu bugün yine tabu oldu? Neden Kürtlerin millet oldukları gerçeği yine konuşulamıyor, terörist damgası yenmemek için? Leyla Zana’nın milletvekilliğini düşüren, Demirtaş gibi ılımlı ve düzgün bir Türkiye siyasetçisini – tüm Türk ve Kürt siyasetçiler içinde belki de en düzgünü! – etkisizleştirmek için benzersiz hukuksuzluklar yapılıyor? Ne değişti de bu noktaya gelindi? Güneydoğu’da ağır silahlarla bombalanan köyler, kasabalar, mahalleler, kentler; askeri politikalara dönüş, açıklayabilir mi biri, ne oldu? Neden PKK ile müzakere yapıldı o zaman? Bugün Demirtaş hain diye damgalanıyorsa, Öcalan’la müzakerelerin sonucunda Dolmabahçe’de mutabakat yapanlar ne o zaman?
Özgür Suriye Ordusu’nu terörist kabul eden Rusya, neden TSK’nın Zeytin Dalı harekâtında bu İslamcı cihatçı teröristlerin ter almasına karşı çıkmıyor? Neden kontrol ettiği hava sahasını Türk savaş jetlerine açıyor? Madem Erdoğan ve ekibi ABD’nin Suriye Kürtlerine yönelik destek politikasını eleştiriyor, neden bu desteği bitirmek için gereğini yapmıyor? İncirlik bazlı ABD desteği devam ediyor. Yani içeride kamuoyuna gün boyu kesintisiz ABD düşmanlığı belagati kullanılırken, İncirlik’teki ABD aktiviteleri aynen devam ediyor. Kim doğru söylüyor? Neden bu gerçekler Türkiye’de dile getirtilmiyor? Korkunun nedeni ne?
RUSYA’NIN ASIL HEDEFİ
Rusya için Suriye, Tartus askeri deniz üssü ile Suriye ordusunun Rusya’dan alacağı veya Rus sanayine modernize ettireceği silah sistemleri arasında bir yerde. Rus çıkarlarını Akdeniz’in ılık dalgaları arasında arayın. On yıllardır Esad rejimi Rusların ortağı – ticari ve askeri olarak vazgeçilmez bir ortak. Dahası, Rus donanmasının NATO’nun domine ettiği Akdeniz’de sahip olduğu tek üs olan Tartus’u Ruslara açan rejim. Türkiye’ye Afrin’i verirmiş gibi yaparken, Türk kamuoyunda Batı karşıtlığını ve ABD düşmanlığını ayyuka çıkarttı Moskova. Dahası, Erdoğan’ın stratejik koalisyon ortağı Avrasyacı derin yapının da elini güçlendirdi. Yarın bu bölgede Türk askeri olmayınca, bu bölge kimin eline geçecek? Özgür Suriye Ordusu etiketi altında cihatçılık yapan fanatiklerin mi? Güldürmeyin beni!
Bu hamleyle Rusya Ankara’yı biraz daha Batı’dan kopardı, kendi avucu içine aldı. Esad’a uzun vadede stratejik bir bölgeyi altın tepsi içinde Türkiye’ye verdirtti. Türkiye’nin tüm ideolojik Esad karşıtı kuru gürültüsüne rağmen fiilen Rusya-İran-Esad koalisyonuna dâhil etti. Dahası, Kürt meselesinde söz sahibi oldu ve ABD ile beraber Ortadoğu’ya şekil vermek için aşık atan bir güç haline geldi. Üstüne üstlük, kendisini bir “doğal büyük güç” olarak Ortadoğu’ya ve doğu Akdeniz’e yamadı. Türkiye’nin NATO ekseninden fiilen çıkmasıyla, Akdeniz-Karadeniz hattında ABD’ye (Rus jargonunda Atlantikçilere) ağır darbe vurdu. Bu sayede Ukrayna’daki etkisini ve de AB üzerindeki ağırlığını arttırdı. ABD’nin Trump yönetimindeki ağır zafiyet krizinden en azami şekilde yararlanarak, 1991’de sonlandığına inanılan 1945 sonrası uluslararası sisteminde yine başat güç olma şansını yakaladı. Bu yeni anarşik uluslararası sistemde en fazla güç kaybeden Türkiye’dir. Suriye’deki askeri harekât, Türkiye’nin güç dengesini kaybetmiş olduğu gerçeğini gizleyemiyor. Günün sonunda 1945 sonrası koşullarda NATO’suz bir devlet konumundadır bugün Türkiye. Suriye’deki bataklık, bunun turnusol kâğıdı.
(TR724)