YORUM | ALPER ENDER FIRAT
BBC Travel dergisinin, dünyanın en iyi yönetilen altı ülkesini sıraladığı haber dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. O listede Danimarka, Yeni Zelanda, Japonya, Kanada ve Şili’nin yanı sıra çok ilginç bir ülkenin de ismi geçiyordu. Bir Afrika ülkesi olan Botswana’nın.
Elbette ki bu tür listeler oluşturulurken bir kısım politik hesapların devreye giriyor olması muhtemeldir ancak genel bir kanaat oluşturması açısından bu listelerin bir gerçekliğinin olduğu kesin.
Bir ülkenin iyi yönetilip yönetilmediğinin en önemli ölçümlemelerinden birisi Hukukun Egemenliği Endeksi! Yani adaletli ve bağımsız yargının olup olmaması ve yargının yönetenleri denetleyebilmesi ülkenin iyi yönetildiğinin ölçütü kabul ediliyor. İyi yönetimin diğer ölçüleri Dünya Bankası’nın Yönetişim Endeksi ile Sosyal Gelişme Endeksi verileri. Ülkelerin bu kategorilerdeki performansına göre ligdeki sıralaması belli oluyor.
Birkaç yıl önce bir yazıda ‘Bunlar Uganda da bile olmaz!’ diye bir cümle kurunca hem Uganda’nın Ankara büyükelçiliğinden hem de o ülkedeki birkaç tanıdıktan çok ciddi tepkiler almıştım. İşin doğrusu ilk önce bu tepkiyi yadırgamıştım ama bugün iyice anlıyorum ki Afrika’daki birçok ülke Türkiye’den çok daha ileride ve her geçen gün aradaki farkı açıyorlar.
Bu listelerin hiçbirinde Müslüman bir ülkenin adı 40. veya 50. sıralarda bile geçmiyor. Bu bilinen bir şey ama bir Afrika ülkesi olan ve muhtemelen pek çok kimsenin adını bile bilmediği bir ülkenin bu listeye giriyor olması hem bizim açımızdan hem de Müslüman dünya açısından bir hayli düşündürücü.
Botswana’yı bu listeye taşıyan en önemli nedenin rüşvet ve yolsuzluk ile yaptığı mücadele olduğu belirtiliyor. Ülkenin 90’lı yıllarda rüşvet ve yolsuzluk olaylarıyla sarsılmasından sonra kurulan komisyon bugün hala görevini yapıyor ve rüşvetle suçlanan devlet görevlilerini soruşturup cezalandırmaya devam ediyor. Yani haberin belirttiğine göre bu ülkede rüşvet ve yolsuzluğa göz açtırılmıyor.
Haberde ülkede bireysel özgürlüklere, basın hürriyetine ve mülkiyet haklarına büyük önem verildiğinden, ırk, dil, cinsiyet ayrımlarına girmeyen ve adaletsizliğe karşı mücadele eden bir toplumdan bahsediyor.
Şaka gibi değil mi?
Yüzlerce yıllık devlet ve toplum geleneği olan Türkiye’de neyi ortadan kaldırmışsak 1966 yılında bağımsızlığını kazanmış bir Afrika ülkesinde onlar var. Türkiye’de, bireysel özgürlüğün ortadan kaldırıldığı, basına karşı dünyadaki en baskıcı yönetimin bulunduğu, yüz binlerce insanın malına çöküldüğü bugünlerde, bir Afrika ülkesi bu konularda dünyanın en seçkin ülkeleri arasında yer alıyor.
Oysa bugünkü evrensel ölçümlemelere göre Hz. Ebubekir’in ya da Hz. Ömer’in yönettiği İslam devleti, yine bugün dünyanın en iyi yönetilen ülkeleri arasına girerdi. Onların isimlerini ağızlardan hiç düşürmeyenlerin yönettiği ülkeler arasında, neredeyse ilk yüz ülke içine girebilen yok.
Bugün kendisini İslamcı olarak adlandıranların ağzından vatan, millet, bayrak, ezan, iç düşmanlar, dış düşmanlar, terör, hain, terörist kelimeleri hiç düşmezken, hak, adalet, hakkaniyet, hukuk, adil yönetim gibi kelimeler hayatlarında zerre miskal yer teşkil etmiyor. Üretim, paylaşma, emek, alın teri, gelir adaleti, yardımlaşma ile ilgili neredeyse cümle kurmuyorlar.
Türkiye’yi her çağdaş ölçümlemede yerin dibine batıran Recebizm; işte böyle bir bataklıkta hayat buluyor. Yani eğer böyle bir bataklık, böyle topyekûn bir karakter bozulması olmasaydı Recebizm iktidarı mümkün olamazdı. Bu nasıl topyekûn bir bozulma, nasıl bir yozlaşmadır anlamak mümkün değil.
Birkaç yıl önce bir yazıda ‘Bunlar Uganda da bile olmaz!’ diye bir cümle kurunca hem Uganda’nın Ankara büyükelçiliğinden hem de o ülkedeki birkaç tanıdıktan çok ciddi tepkiler almıştım. İşin doğrusu ilk önce bu tepkiyi yadırgamıştım ama bugün iyice anlıyorum ki Afrika’daki birçok ülke Türkiye’den çok daha ileride ve her geçen gün aradaki farkı açıyorlar.
(tr724)