Ohal Rejimi Sivil Darbedir..

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasının bir kez daha uzatılacağını açıkladı. 15-16 Temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsünden bu yana fiilen anayasanın askıda olduğu, kararnamelerle yönetilen bir ülke Türkiye. İlginç bir şekilde bazı akademisyenler, gazeteciler ve siyasetçiler bu yaşanılan sürecin anayasal olarak sorunsuz, kabul edilebilir, dünyada başka ülkelerde de görülen bir uygulama olduğunu öne sürüyor. Bu gruba yalnızca Erdoğancılar, AKP’liler, MHP genel başkanı Bahçeli gibi parti liderleri ve havuz medyası dâhil değil. Aynı zamanda – bir önceki yazımda da analiz etmeye çalıştığım gibi – CHP ve Türkiye koşullarında “sol eğilimli” olarak kabul edilen entelektüeller de dâhil. Birinci grubu zaten ele almaya bile gerek yok. Onların Türkiye’de olup-bitenleri bu şekilde algılıyor olmalarına şaşırmamak gerek. Ancak ikinci grup elbette ki sorunlu. Bu ikinci grubun neden OHAL uygulamasına güçlü ve etkili şekilde muhalefet etmediklerini sorgulamak ve anlamak gerek. Neden?

Anayasa neden vardır? Neden bir ülkede anayasaya gerek duyulur? Anayasal düzen nedir? Neden demokratik hak ve özgürlükler için anayasa ve anayasal düzen elzemdir? Bu soruları yeterince sormadan ve yanıtları ile yeterince meşgul olmadan yaşanılan buhranın sonlandırılması zor görünüyor. Ve maalesef görüldüğü kadarıyla KHK’ların arkasındaki irade, kendi söylem ve gündemini kendisi dışındakilere kabul ettirme konusunda gayet başarılı. Medyayı maksimum oranda kontrol etmesi, özgür ve bağımsız medyanın neredeyse tümüyle ortadan kalktığı, kısmen özgür olan küçük bir grubun da esas itibariyle rejimin özellikle “FETÖ” ve 15 Temmuz darbe girişimi diskursuna uygun hareket ettiği malumunuz. Burada “rıza gösteren” taraf, sonra kalkıp da Erdoğan’ın diktatörleşmesinden veya partilerinin belediye başkanlarının görevden alınmasından ne kadar yakınabilir? Bunu yapanların inandırıcılıkları sorgulanmaz mı?
OHAL rejiminin devamı, bu rejimin devamıdır
Anayasanın ortadan kalktığı bir ülkede uygulanan rejimin adını ne koyarsanız koyun, asla demokrasi diyemezsiniz. Türkiye’de sadece seçimler var. Onların da bu koşullar altında, örneğin Yüksek Seçim Kurulu’nun referandum sonrasındaki mühürsüz oy pusulalarını geçerli kabul ederek referandumu Erdoğan’ın kazanmasını sağlaması olayının ortaya net bir şekilde koyduğu gibi, ne derece özgür ve adil olduğu tartışma konusudur. Türkiye demokrasisinin 2005’lerden ışık yılı geriye düştüğü, 1940’ların seviyesinin bile altında olduğunu siyaset bilimi bilen herkes söylüyor, yazıyor. Yürütmeye (Cumhurbaşkanlığına) sınırsız yetkiler veren, onu anayasal denge ve kontrol mekanizmalarından bütünüyle soyutlayan bu rejim, esasında muhalefetin de tümüyle baypas edildiği, evcil bir vitrin muhalefetine dönüştürdüğü bir tür Ortadoğu diktatörlüğüdür artık. Ne bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemine, ne işlevsel ve denetim yapabilecek, yasa çıkartabilecek ve ülkenin meselelerinin tartışıldığı bir platform olarak hizmet verebilecek parlamentoya sahiptir. OHAL rejiminin devamı, bu rejimin devamıdır. Yani anayasasız, kontrolsüz bir diktatoryanın uzatılmasıdır, OHAL’in uzatılması.
OHAL’in uzatılması meşru ve masum görülemez
OHAL ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm yetkileri elinden alınmış, Abdülhamit dönemindeki gibi mutlak monarşik dönemler haricinde Osmanlı Devleti’nin bile anayasal ve parlamenter uygulamasından geriye düşülmüştür. Atatürk dönemindeki tek parti rejiminde bile Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde canlı bir fraksiyonlaşma, birbirinden farklı düşünce geleneklerinden gelen parlamenterler, siyasi mücadele ve evrimle yetisine sahip çok sesli bir Türkiye vardı. 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi ve 28 Şubat muhtırası gibi dönemlerin akabinde bile, bugün yaşanan kitlesel ve sistematik hak ihlalleri yapılmadı. OHAL rejimi, Erdoğan yönetimine – arkasında destekçisi kim bakmaksızın – parlamentosuz, yargısız, bağımsız medyasız, anayasasız bir yönetim imkânı sunuyor. Bu rejim, üzerine basarak yineliyorum, bir diktatoryadır. OHAL’in uzatılması hadisesi, hiçbir şekilde meşru ve masum görülemez. Bu OHAL metinlerini yazanlar kadar, bu rejime meşruiyet sağlayan ve demokrasi görüntüsü verme konusunda konu mankenliği yapan çakma muhalif CHP de, büyük bir vebalin altına giriyor. Bu olanları şahsi menfaatleri nedeniyle ya da korktukları için öven Saray kalemleri, kalemlerini satan yazar ve gazeteciler, diplomalarına ihanet eden sosyal bilimciler, özellikle siyaset bilimci ve hukukçu akademisyenler, Türkiye’yi demokrasi geleneğinden kopartan bu emsalsiz sürecin hizmetkârlarıdır. Sebebi be olursa olsun, hukuktan korkmak dışında başka bir sebebi yoktur OHAL’in. Anayasamızın bizlere sağladığı bireysel hak ve özgürlüklerle, yine anayasa tarafından anayasal değerde kabul edilen, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan hak ve özgürlüklerimiz gasp edilmiştir. Her gün binlerce büyük ve acı hak ihlali yaşanmaktadır.
Bir ülkede muhalefet partileri diktatörlüğe karşı çıkmayacaksa, neden kendilerine muhalefet partisi diyorlar? Bir ülkede eli kalem tutanlar, okur-yazar kesim, anayasal hakların gasp edilmesini boş bir “vatan-millet-Sakarya” galeyanı ile görmezden geliyor, hatta bu faşizmin avukatlığını üstleniyorlarsa, bu insanlara aydın demek ne derece doğrudur? Bendense hakkı hak, Kürt ise bana ne diyenler, sıra kendilerine gelince neden rejime itiraz ediyorlar? Gazetecileri bile ideolojisine veya dünya görüşüne göre ayıran, Gülen Cemaati ile bağlantılı olanları Erdoğan rejiminin “Yahudileri” ilan eden faşizanlaşmış toplumun Hitler döneminde Almanya’da komşularının toplama kamplarına gönderilmesine sesini çıkartmayan, hatta alkış tutan insanlardan ne farkı var? Babasının işlediği iddia edilen bir “suç” yüzünden çocuklar, hem de reşit olmayan çocuklar, devletçe takibata alınıyor. Daha da vahimi, anneleri hapishaneye atılan bebekler, anneleriyle beraber soğuk ve gri hapishane duvarları ardında büyüyor. Yok mu bu uygulamaların hukuksuzluk olduğunu söyleyebilecek bir tane hukukçu! Bunları görüp de itiraz etmemek için insani özelliklerin yüzde kaçını yitirmiş olmak gerek? Suçun şahsiliği ilkesi gibi, Hammurabi kanunlarından bu yana geçerli evrensel bir hukuk prensibi bile (reşit olmayan çocuklar dâhil) kimse için uygulanmıyorsa eğer, bu duruma daha ne kadar rıza göstereceksiniz?
Bu sistem illegal grupların ekmeğine yağ sürüyor
KHK’lar budur. Uzatılan KHK’lar, Erdoğan rejiminin 2019 başkanlık reformları geçerlilik kazanana dek köprüleme işlevini yerine getiriyor. Geçiş dönemi bitene kadar KHK’larla yönetilecek Türkiye. Erdoğan elde ettiği güç temerküzünden – ardında destekçisi kimse onların da desteği ile – asla vazgeçmeyecektir. Ve bu koşullar altında hala seçimlerden medet umanlar, çok ciddi bir stratejik yanlışın içindedirler. YSK Saray kontrolünde. Bir sonraki seçimlerin sonucu sandıkta değil, kapalı kapılar ardında Saray’da belirlenecek!
Bir başka önemli şey de şu: bu sistem meşru muhalefeti imkânsız hale getirerek illegal grupların ekmeğine yağ sürüyor. Örneğin HDP gibi bir partinin marjinalleştirilmesi ve kriminalize edilmesi, Türkiye demokrasisine olduğu kadar, ülkenin bütünlüğüne de indirilen bir darbedir. Kolluk güçlerinin bakan söyleminde kol-bacak kırabilecek bir tür rejim aparatına dönüştürülmesi de Türkiye’nin bütünlüğüne ve güvenliğine çok büyük zarar vermiştir. Her türlü hukuksuz emri uygulamaya hazır bir kolluk ve bürokrasi devşirilmiş, yüzlerce yıllık devlet birikimi yok edilmiştir. KHK rejiminin uzatılmasının arka planı budur. Olağanüstü hal rejimi, sivil darbenin rejiminin devamına yarıyor. Sivil darbeye adını koyarak karşı çıkmadıkça, Türkiye’de anayasal düzene geri dönülemeyecek.
(TR724)