Elysée’de Hazin Bir Basın Toplantısı; O Soru Nasıl Soruldu? [Haber-İzlenim]

HABER-İZLENİM | ŞAMİL TURAN

Fransız haber kanalları ekranın alt köşesinde son dakika bilgisi olarak geçiyordu. “Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir Fransız gazeteciyi Fethullah Gülen’i desteklemekle suçladı.”, “Erdoğan entellektüellerin terörizmin bahçıvanı olduğunu söyledi.” Böylece, Fransız gazeteciler Türkiye’nin içinde yaşadığı paralel evrene birkaç saatliğine girmiş oldu.
2014’te Ahmet Dönmez’in o sorusundan bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulan en zor sorunun olay olduğu Erdoğan-Macron basın toplantısı, gayet iyi başlamıştı. Hakan Fidan ve eski yardımcısı, bugünün Paris Büyükelçisi, İsmail Hakkı Musa, ellerinde siyah çantalarıyla fısır fısır konuşarak beraber giriyordu salona. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, İbrahim Kalın, güzel ingilizcesiyle, hâl hatır soruyordu eski tanıdıklarına.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, zor sığdığı koltukta, Ali Onaner’e bir şeyler tembih ediyordu. Paris Büyükelçiliği’nin, iki numarasıyken bakanlığa dönen Onaner, Macron’un ENA’dan sınıf arkadaşıydı. Fransızcaya vukufiyetinin eşi emsali olmayan geleceğin büyükelçisi, hayatında bir uluslararası ilişkiler kitabı okuduğu bile şüpheli olan âmirinin etrafında fır fır dönüyordu güzelce. Matbuat tarafında da herşey gayet tıkırındaydı.
Erdoğan yerine “reis” diyen Türk gazeteciler Elysee’de hâtıra fotoğrafları çektiriyordu. Dünyada eşi benzeri olmayan bir tür olan «Uçak gazetecileri» ise reise ayıp olmasın diye görünüp yine şehri gezmeye devam etme derdindeydi. Salona Çavuşoğlu girdiğinde, bizim “basın mensupları” soluğu onun yanında aldı. Tek tek el sıkıştılar, saygılarını sundular. İşin hazin tarafı ise, bizimkiler hazıroldayken, Fransız gazetecilerden gülüşme sesleri geliyordu. “Sorabilecekleri soruları danışıyorlardır” dedi birisi. Herkes kahkahayı bastı. Bir de, âdettendir, bu tür basın toplantılarında, sadece dört soru sorulur. İkisi fransız tarafından, ikisi de türk tarafından. Ve gazeteciler kendi aralarında kararlaştırırlar soru soracak olanları ve sorulacak konuları.
Bir fransız gazeteci, “İç siyasetle ve insan haklarıyla ilgili soruları Fransızların sorması daha isabetli olur. Şimdi Türkler soramaz, sorarlarsa ülkeye geri dönemezler” dedi müstehzi bir edayla. Ve ne oldu biliyor musunuz ? Türk gazeteciler de buna güldü ! Evet sırıttılar. “Gülüyoruz ağlayacak hâlimize” dedi birisi, öteki de “adamlar bizimle resmen dalga geçiriyorlar” diye ekledi. Sahneye şahit olan Fransız diplomatlar da güldü bu duruma.
İşte bu hâlet-i ruhiye içinde iki lider girdi içeri. Basın toplantısında iki lider büyükbaş hayvan ticaretine varıncaya kadar yapılan antlaşmaları büyük bir iştahla anlattı. Tâ ki Fransız devlet kanalı France 2’nin muhabiri Laurent Richard, MİT tırlarını sorana kadar. “Feto ağzıyla konuşuyorsun” dediğinde,”köşelerinde terörün bahçıvanlığını yapanlar” lafının şokunu hâlâ üzerlerinden atamayan Fransızlar, öylece birbirlerine bakakaldılar. Fransız gazeteciler türkçe bilenlere «Gazeteciye gerçekten ‘sen’ diye mi hitap ediyor ?» diye sordular şaşkınlıkla. Fransız gazeteci ise cedelleşme safhasına girmiş, Erdoğan’a cevap yetiştirmeye çalışıyordu.
Hakan Fidan şöyle bir dönmüştü. Berat Albayrak hakeza bir bakıvermişti. Türk gazeteciler mi? Onlar yine gülüyordu. Karşılarında sergilenen rezaleti, basın hürriyeti nazarından değil, “düşmana karşı reisin bir salvosu” olarak yorumluyorlardı tabii ki. Uslu uslu sahneyi takip eden Macron ise, “e hadi tamam” tadında bir şey söyleyip sözü aldı. “Fransa’nın göbeğinde bir gazeteciye böyle saldırıyorsa Türkiye’deki gazetecileri sen düşün” deyiverdi bir Fransız. O esnada, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Osman Kavala hakkında sorulan cevaba, Mevlüt Çavuşoğlu’na dönerek, “Kavala’nın avukatları var, iyi, burada da baya iyi iş görüyorlar” cümlesini irad etmekteydi.
Bizimkiler hâlâ gülümsüyordu!…
(TR724)