Yitirilmiş Bir Yolun Yolcuları..

Yorum | Emine Eroğlu

“Ben yitirdim yolumu / Yolların günahı ne?” şarkısı münafıklar için bestelenmiş gibidir.

Hep önde görünseler, camiye gittiklerinde ön safları doldursalar, Kâbe’yi tavaf ederken poz verseler de “yitirilmiş bir yolun yolcuları”dır onlar.

Maruz kaldıkları/ kalacakları “ebedî hüsran”a kendi yapıp ettiklerinin sonucu olarak düşenler.
Kazanırken kaybedenler, çırpınırken batanlar, izzetleri kopkoyu bir zillet olanlar…
Kur’an bize, onların ruh hallerini iki tablo halinde tasvir eder. (Bakara, 15-20)
Temsillerden ilki, görgüsüz, bilgisiz, etrafında olup biten şeyleri anlayamayan, Bediüzzaman’ın “Sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmaklar” olarak nitelediği avam münafıklara dairdir.
Diğeri, çevrelerinde olup biten şeylerden gayet de haberdar, kibirli ve gururlu, Bediüzzaman’ın “Zararlı hayvanlar nev’inden dalalet ehli” dediği havas münafıklara…
Ben ikinci gruba vermek istiyorum önceliği. Bakara Suresi 19 ve 20 ayetlerde tasvir edilen “havas münafıklar”a.
VAHŞET VE DEHŞET PSİKOLOJİSİ
Kur’an’ın temsilinde onlar, karanlık bir gecede, ıssız, vahşetli bir sahrada seyahat ederken yağmura tutulan yolcular gibidirler.
Siyah katreler halinde yağan, her tanesi mermi gibi ruh ve canlarına kast eden şiddetli bir yağmurdur bu…
Bulutlar katman katman üst üste yığılmış, yakın ufku kuşatmıştır.
Şimşekler birbiri ardınca gözleri kör edercesine çakıp kaybolmakta, gök gürlemeleri zemini sarsan gürültüsü ile kulakları sağır etmekte ve bu seslere çölün vahşetinden kaynaklanan, korkunun ve vehmin üretip büyüttüğü uğultular eşlik etmektedir.
Adeta gök gümbürtüleri kulaklarına, şimşekler de gözlerine ilan-ı harp etmiş gibidir. Her taraftan tehditkâr hareketler, korkunç nağralar onlara doğru ilerlemektedir.

Şimşekler hiç çakmasa gözleri bir nebze karanlığa alışabilir, geceyle ünsiyet edebilirler. Fakat bir yanıp bir sönen o kör edici ışık, ardından gelen karanlığı derinleştirmekte, yolcuların cinnet halini tetiklemektedir.
Dilleri korkudan koparılıp atılmış gibidir.
Öyle ki, dehşetlerinden parmaklarının ucunu değil, tamamını kulaklarına sokmaya çalışmaktadırlar. Sanki şiddetli gök gümbürtüsü onların kulaklarından içeri girse ruhları ağızlarının kapısından dışarı çıkacakmış gibi…
Üstelik bu vaziyette o ıssız ve korkunç çölde ilerlemeye çalışmaktadırlar. Şimşeğin çakıp etrafın görünmesi ile bir o tarafa bir bu tarafa devamını getiremeyecekleri ümitsiz adımlar atarlar. Karanlık bütün dehşeti ile geri geldiğinde ise donmuş gibi kaskatı, oldukları yere çakılıp kalırlar.
Birlikteymiş gibi görünseler de her biri bu vahşet ve dehşet psikolojisi içerisinde yapayalnızdır. Birbirleri için onlar, ışıkta görünüp karanlıkta kaybolan hayalet yüzlerdirler yalnızca…
MUSİBETİN ÇIKMAZ SOKAĞI
Kur’an’ın tasviri size, hadiselerin şimşekleri çakıp söndükçe, yani mütemadiyen etraflarında olup biten şeylerden haberdar oldukça endişe, korku, ıstırap ve heyecandan yürekleri ağızlarına gelen zamane münafıklarını hatırlatmıyor mu?
Yüzlerinde yalancı bir tebessüm, gözlerinde sinsice bir bakış, kulaklarında haince bir dikkat ve bütün davranışlarında sun’ilik olan, fakat bu hallerini hep kopkoyu bir karanlık, bir somurtma ve kasılmanın takip ettiği ahiret pazarcısı dünyaperestleri…
Tahmin edeceğiniz gibi, yolcuların gece vakti geçmeye kalktıkları ıssız ve vahşi çöl, haram yiyiciliğin, gayrimeşruluğun ve kanunsuzluğun çölü.
Ufukları söyledikleri yalanlar, bulaştıkları pislikleri üstünü örttükleri cürümlerle daraldıkça daralmış.
İlahi adalet, tüm kirli işlerini sağanak halinde ortaya dökmüş, başlarından aşağıya yağdırıyor. Her gün bir yalanları daha açığa çıkıyor, bir düzenleri daha ayaklarına dolanıyor.
Ciddi bir telaş içerisinde debelenip duruyorlar.
Adeta dehşetten kendilerinden geçmiş, ne yaptıklarını bilmez vaziyetteler. Bazen kendilerini kurtarmak için istikameti belli olmayan bir takım neticesiz hamleler yapıyor, sonra oldukları yerde kalakalıyor, ardından o hamleleri geri alıp ters istikamette ilerlemeye çabalıyorlar.
Bir gün bir güç odağına, öbür gün diğerine yaslansalar, dün küfrettiklerine bugün ilan-ı aşk etseler de bir türlü bu ürpertici durumun içinden çıkamıyorlar.
Avcıyı gören devekuşunun başını kuma gömmesi misali, haber ağlarını sustururlarsa belanın kendilerine erişmeyeceğini sanıyor, can havli ile ard arda kopan kıyametler silsilesini durdurmak için kulakları kapatmaya çalışıyorlar.
“Kasem olsun ki, Sen onları hayata karşı herkesten hırslı bulursun.” (Bakara, 96) diyor Cenab-ı Hak. Çocuk çocuk, mal mülk her şeyi unutmuş, sadece kendi hayatlarının endişesi içerisinde kıvranıyorlar.
Vicdanlarına karanlık çöktükçe, ruh hallerini karamsarlık sardıkça, dahası dünyaları ve ufukları karardıkça âyetin çizdiği resme daha da benziyor, şuursuzca Kur’an’ı tefsir ediyorlar.
KARANLIĞIN EN KOYUSU
En ibret verici olanı, Allah’ın varlığını biliyor olsalar da O’na iltica edemeyişleri.
“İptal-i Hak için çalışan Hak’tan yardım ve merhamet talep edemez.” diyor Bediüzzaman; bu ruh haletinin ölümden beter olduğunun altını çizerek…
Çıktıkları yolun bir geri dönüşü yok. Karanlığın en koyusu bu!
En derini bu karanlığın…
“Allah’ın gazabının onları her yandan kuşatması” bu.
“Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi.” (Bakara, 20) cümlesiyle nihayete eriyor İlahi tasvirde “musibetin çıkmaz sokağı” sahnesi.
Demek bu hal hep sürecek ve azapları şiddetlenerek devam edecek.
Ve yaşadıkları sürece gözleri ve kulakları onlara sadece ve sadece dehşet ve elem taşıyacak…
(TR724)