Yorum | Naci Karadağ
Aslında son birkaç yazısında emareleri vardı iktidar yazarının. Sadece Yeni Şafak’ta köşe vermemişlerdi ona, aynı zamanda metinlerini de yazıyordu Saray’ın.
Saray’da Zarrab davasından dolayı artık ne tür bir gerginlik ve asabiyet var ise aynen yazısına yansıyordu zalim mürekkebinin. Eğer bu dava böyle giderse, diktatörün tüm hıncını ve hırsını elinde tuttuklarından, yani ülkedekilerden alacağını söylüyordu.
Ve çok önemli bir detayı daha, klasik AKP taktiğiyle afişe ediyordu Erdoğan’ın metin yazarı:
Durum böyle giderse cinayetler başlar!
NEYLE SUÇLANIYORSA, ONLA SUÇLUYOR
Tayyip Erdoğan ve partisinin hala alıcısı olan bir taktiği var: Neyle suçlanıyorlarsa karşılarındakini onunla ve daha gür sesle suçluyorlar.
Yüzlerce medya ellerinde nasılsa, aynı taktiği onlar da yapınca millet de yemeye devam ediyor.
Kendi yaptıkları her türlü melaneti de başkasına atıyorlar.
Saray kaleminin cinayet iddiası aslında kendi masalarındaki opsiyonlarından biri olduğu kesin.
“Sallarız Suriye’den buraya bir iki bomba” diyen zihniyet için cinayet işlemek artık gündelik olaylardan.
Rüşvet alıp, başkasını rüşvet almakla suçlamak bu siyasi çizginin geleneğiydi.
Bir gün dediğinin hemen ertesi gün tam tersini söylemek de…
Bakınız en son yurt dışına para çıkarılma meselesi.
İş adamlarını resmen tehdit etti Erdoğan.
Sanırım birileri, “Sen kafayı mı yedin?” şeklinde olmasa da uyardı o akşam. Daha aradan 24 saat geçmeden tam tersini söyledi bu sefer.
Olan, bir gün öncenin gazıyla yağlama yapan yandaş medya manşetlerine oldu.
Bu kaçıncı ters köşeye düşüşleriydi ama olsun.
Putin’e hakaret ederken de liderlerine yağ yakıyorlardı. Putin’i göklere çıkarırken de.
Trump’ı kahraman ilan ederken de aynı mülahazayla davranıyorlardı. Aşağılarken de…
Tek sıkıntı dönme hızına bazen ulaşamayıp Yeni Şafak gibi açığa düşmeleriydi ama pişkinlik eşiği epey yükseldi havuzun.
Dolayısıyla çok sorun etmedikleri görülüyor.
ÜLKEYİ TAMAMEN KAPATMAK
Gerek Erdoğan’ın metin yazarı, gerek Hürriyet’teki ayakçıları, gerekse bizzat kendisinin son dönemde üstünü çizdiği bir mesele var.
Etrafında geziniyorlar, eveleyip geveliyorlar, yüksek sesle ifade edemiyorlar ama gidişat öyle gibi.
Ülkeyi tamamen kapalı bir topluma dönüştürmek için kocaman adımlarla ilerliyorlar.
“Yurt dışına para çıkaranları vatan haini ilan ederiz” açıklaması bunun apaçık göstergesi.
Ya da “Burada kalan akılsızlardan hıncımızı alırız!”
Yargıtay, Danıştay, Sayıştay artık çiftlikleri.
En ilkel memleketlerde bile bir kişiye bu kadar bağlı olmaz adalet sistemi.
Kendilerine “köpek” diyen Perinçek’e seslerini bile çıkaramıyorlar bu yüzden.
AYM denen bir kurum artık sembolik olarak bile yok denebilir.
Türkiye artık yasalarla değil, bir kişinin günlük hissiyatıyla yönetiliyor.
Yüzbinlerce geçici işçiye bir günde kadro verilmesi bunun net tezahürü değil de nedir.
Bakan, henüz birkaç gün önce “fedakârlık bekliyoruz” şeklinde açıklama yapmışken hem de.
Bir sabah uyandığında masasında geçici işçileri kadrolu yapma talimatı alınca, kendisine açıklamaktan başka bir iş kalmıyor elbette.
DEMİR PERDE ÜLKELERİNİN KASVETLİ ATMOSFERİ
Giderek soğuk savaş döneminin demir perde ülkelerine dönüyoruz.
Afrika ülkelerinden bile altında bir lig bu.
Ama kendilerine sorarsanız cümle alem bizi kıskanıyor.
Ancak kapıları sıkı sıkı tutuyorlar ki kimse kaçmasın.
Serbest bıraksalar belki de memleketin yarısı soluğu başka ülkelerde alacak.
Bizzat cumhurbaşkanı da iş adamlarını bu yüzden tehdit ediyor, “Vatan haini olursunuz!”
Sanki ortada vatan bırakmış gibi.
Vatan ile çiftlik arasında fark olmalı değil mi?
Zalimin zulmü sürekli hale gelince mazlum akla hayale gelmedik legal-illegal yolları keşfetmeye başlar.
Zalim, sinsidir, kurnazdır ama etrafındakilerin zekâ düzeylerinden dolayı akıl yaşı pek yukarıda değildir.
Mazlum ise tam tersidir.
Aklı sinsiliğe, kurnazlığa basmaz ama zekidir.
Zulüm olağanlaştıkça, mazlum zekasını mecburen başka şekilde kullanmaya başlar.
İşin tabiatında bu vardır.
Tarih boyu tüm zalim ve mazlumların hikayelerine bakın aynı şeyi görürsünüz.
Ülkede kanun, adalet, hak, hukuk kalmadığı için, başka başka ve kimsenin bugüne kadar pek bilmediği yöntemler de bulunmaya başlar.
HALAY EKİBİNİN MACARİSTAN’A İLTİCASI
Son olarak Macaristan’a sığınan halk oyunları ekibi, bu sebeple soğuk duş etkisi yaptı iktidar cenahında.
Kısa süre öncesine kadar tipik bir kapalı toplum örneği olan İran’ın usta yönetmenlerinden olan, bir dönem bizim İslamcı cenahın pek haz ettiği, ancak bugünlerde adını bile anmadığı bir film yönetmeni var: Mokhsen Makhmelbaf…
Pek hazzetmezler zira Makhmelbaf bir süredir İran’ı terk etmiş, başka ülkelerde yaşamakta ve özgürce filmler çekmekte.
İşte bu zatın sinemanın yüzüncü yıldönümü münasebetiyle çektiği bir belgesel-drama tadında filmi var: Selam Sinema…
Film, İranlı bir yönetmenin, sıradan insanlar arasından oyuncu seçimini anlatıyor. Yönetmen Makhmelbaf, kamerasını masasının karşısına koymuş ve artist olmak isteyenleri filme almış. Öyle üç beş kişi değil, binlerce insan kuyrukta. O kadar ki, bir ara onar onar alıyorlar mülakata.
Bir kız geliyor, pek de güzel.
Yönetmen kıza niye artist olmak istediğini soruyor.
Kız güzel ya, muhtemelen, fiziğinden ve yeteneğinden dolayı arzu ettiğine dair bir cevap beklerken kızın cevabı reji ekibini şoke ediyor.
Kız diyor ki: “Sizi araştırdım, her filminiz uluslararası festivallere katılıyor. Ben Fransa’ya yerleşmek istiyorum ama bana izin vermiyorlar. Filminiz Cannes’da yarışırsa ve beni götürürseniz, oraya iltica edeceğim. Başka seçeneğim kalmadı!”
Yönetmen şok.
Kısa süre önce Ankara Kent Çocuk ve Gençlik Halk Dansları Topluluğu Derneği kafilesi Macaristan’da yapılan bir yarışmaya katılarak ülkemizi temsil etti. Yaş ortalaması 20’nin üzerinde olan ve yeni lisans çıkardıkları öğrenilen 16 kişilik Halk Oyunları ekibinin 11’inin Macaristan’a iltica ettikleri ortaya çıktı.
AKP iktidarı şok.
Hemen halay yeri inceleme ekipleri oluşturmuştur MİT.
Bundan sonra düğünler için bile halay başı bulmak kolay olmayacaktır zira cemaatin “Halay İmamı” bile kısa süre sonra ortaya çıkacaktır, ki benim bunun için adayım bile var: Mahmut Tuncer!
Aslında çok eğlenceli bir ülke ama bu kadar alçaklık, namussuzluk, ızdırap ve zulüm varken ironi yapmak bile insanın içinden gelmiyor.
Ancak bu kadar işte!
(tr724)