Hukuka ’tahşiye’ Düştü..

YORUM | BÜLENT KORUCU
Hukuk tarihinde eşine rastlanmadık bir dava sonuçlandı. ‘Tahşiyeciler grubu’na kumpas kurdukları iddiasıyla aralarında kapatılan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ve Yurt Atayün’ün de bulunduğu 33 sanığın yargılandığı davada karar çıktı.

Hidayet Karaca, 31 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Eski emniyet müdürü Ali Fuat Yılmazer’e ise 16 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17-25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmalarının rövanşı olarak gördüğü davaların ilkiydi. Bütün adliyeyi baştan ayağa dizayn ettikten sonra talimatıyla başlayan ilk soruşturmaydı. Bir başka mahkemede yargılaması devam eden Tahşiyeciler Grubu’na kumpas kurulduğunu iddia etmek başlı başına bir hukuk skandalıydı. Bu davayı haklı çıkarabilmek için o davanın beraatle sonuçlanması büyük baskılarla sağlandı.
İddianamede yer alan hürriyeti tahdit suçundan ceza vermediler, zira tutuklayan hakimler şablona uymuyordu. Onun yerine iftira ve evrakta sahtecilik tercih edildi. Tahşiyeciler hakkında rapor veren MİT, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesi değil, bu raporları esas alarak operasyon talimatı veren yöneticiler de değil, yapan terörle mücadele birimi ceza aldı. Tahşiyeciler hakkında en ağır yayınları yapan gazeteciler görmezden gelindi, Hidayet Karaca’ya bir dizideki 2 dakikalık replikten ötürü 31 yıl hapis cezası verildi.

HAFIZALARI TAZELEYELİM
Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal’ın önüne 8 Ocak 2010 tarihinde bir yazı arz edilir. İstihbarat Daire Başkan Vekili Hüseyin Namal imzalı ‘operasyon onay talebi’ne Köksal ‘olur’ verir.
Şu ifadeler dikkat çeker: “Başkanlığımız koordinesinde El Kaide terör örgütü yanlısı Mehmet Doğan Grubu’nun deşifre edilmesi ve mensuplarının suç delilleriyle birlikte yakalanmasını sağlamak amacıyla…”
Köksal’ın onay verdiği operasyon 22 Ocak’ta gerçekleşir. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Ocak’ta şüphelileri tutuklar.
Duyuruyu dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler yapar. AK Parti’den milletvekili ve İçişleri Bakanı da olan Güler, şunları söyler: “22 Ocak 2010 günü, radikal dinî motifli bir terör örgütüne, yani El Kaide terör örgütüne yönelik bir operasyon gerçekleştirildi.”
Güler, soyut bir El Kaide suçlamasıyla da yetinmez ve, “El Kaide’nin Avrupa, Türkiye ve Suriye sorumlusu olarak bilinen Louai Sakka isimli şahısla ve daha önce de 15-20 Kasım 2003’teki bombalama olaylarına karışarak sonradan Irak’ta öldüğü anlaşılan Habip Aktaş ile de ilgili oldukları tespit edilmiştir” ayrıntısını verir. Şüphelileri İstanbul’daki sinagog, İngiliz Konsolosluğu ve HSBC binası bombacılarıyla ilişkilendirmeye çalışır.
Medya, olaya geniş yer ayırır. Şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı ve Varlık Fonu Yönetim Kurulu üyesi olan Yiğit Bulut, Habertürk Televizyonu’nun başındadır ve en sert yayını yapar. Şüpheli Mehmet Doğan’a ait olduğu ileri sürülen bir video yayınlar Bulut. Yorumu ise dikkat çekicidir: “İslam, bu El Kaidecilerden kurtarılmalı.”
EL KAİDE’YE ‘MEHDİNİN ASKERİ’ DİYEN ADAM: MEHMET DOĞAN
Operasyon yapılan grup Nur camiasına yakınlığı ile bilinir, fakat orada tepki toplayan fikirleri vardır. Risale-i Nur camiasının tanınan isimlerinden Abdülkadir Badıllı’nın, Mehmet Doğan’a yazdığı reddiyeler bu ayrışmayı gösteriyor.
Badıllı, ‘hezeyankâr ve aynı zamanda menfice tahribkâr ve Müslüman insanları şaşırtan teşvişkâr’ diye nitelediği yazılarından hareketle Doğan hakkında şu kanaate varır:
“Molla Muhammed Muşi kendini Mehdi-i Azam, Amerika ile mücadele eden Üsame bin Ladin’i, Mehdi’nin öncü kuvveti ve askeri görüyor. Ladin, İslam devletini kurduktan sonra ‘zimamı’ Mehdi’ye verecek.”
Operasyona ‘olur’ veren Emniyet Genel Müdürü Köksal, AKP’den milletvekili oldu. “Louai Sakka ve Habip Aktaş’la irtibatlı El Kaideciler” diyen Muammer Güler AKP’den milletvekili ve İçişleri Bakanı oldu. Sanıkları tutuklayan yargıçlar Şeref Akçay ve Erkan Canak idari ve adli bir soruşturmada tanık olarak bile ifade vermedi.
“Bu adam kendini mehdi, Bin Ladin’i de askeri sanıyor” şeklinde kitap yazan Abdülkadir Badıllı kumpasla suçlanmadı. Tahşiyecilerin “Üsame Bin Ladin’i Mehdi’nin komutanı, El Kaide’yi ise Mehdi’nin askerleri” gördüğünü ve Mehmet Doğan’ın “öncelikli hedefinin Türkiye’deki bütün medreseleri kontrolü altına alarak El Kaide’nin hizmetine sunmak olduğunu” öne süren raporu yazan Milli İstihbarat Teşkilatı da soruşturmadan muaf.
Bu raporu üst yazı ile bütün kuvvetlere gönderen ve daha sonra raporu doğrulayan Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’i sorgulamak kimsenin aklına gelmez. Çünkü hem Ergenekon’dan hapis yattı hem de Doğu Perinçek’in yanında siyasete atıldı. Türkiye genelinde yapılan operasyonları yönetenlerden biri savcı İsmail Uçar, AKP’nin en gözde hukukçularından ve başsavcı vekili olarak ödüllendirildi.
Bunlara en küçük bir suç iması bile yok ama bir konuşmasında “Tahşiye diye bir grup çıkarıp evlerinde silah yakalatarak ‘Müslümanlar da terörist olabilir’ algısı oluşturabilirler” sözleriyle uyarı yapan Fethullah Gülen Tahşiyecilere komplo kurmakla suçlandı.
Fethullah Gülen 6 Nisan 2009’da yayınlanan konuşmasında, yeni bir irtica kampanyası başlayabileceği uyarısı yapıyordu. El Kaide türü terör yapılanmalarının Türkiye’de zemin bulmasının zorluğunu anlatıyordu. PKK’yı ve onun karşısına Hizbullah’ı çıkaran güçlerin El Kaide benzeri örgütleri üretebileceğine dikkat çekiyor, yeni örgütün isminin Tahşiye olabileceğini ve ellerine silah verilerek ‘Müslümanlar da fırsat bulduğunda teröre bulaşır’ algısı oluşturulabileceğini kaydediyordu.
Gülen aslında bir ‘paravan’ terör örgütünden bahsediyor. 2009’un hatıralarımızda yer etmesini sağlayan olaylardan biri de ‘AKP ve Gülen’i bitirme planı’ idi. O belgeye göre Hizmet Hareketi’ni bitirmek için belli yerlere silah bırakılarak bunların yakalanması ve böylece silahlı terör örgütü kapsamına alınması sağlanacaktı. Gülen’in konuşmasından sekiz ay sonra El Kaide’nin Türkiye uzantılarından olduğu ileri sürülen kişilere operasyon yapıldı.
GAZETECİLERDE AMACA UYGUN AYIKLAMA
Hizmet Hareketi’ne yönelik intikam operasyonlarının ilki olan Tahşiye Davası’nda Gülen yalnız değildi. Gazeteciler ve 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonunu yapan polisler de çuvala dolduruldu. Suçlama Gülen’in kumpas talimatını medya yoluyla verdiği ve polislerin operasyon yaptığı şeklinde. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve bu konuda yazı yazanların bazıları kumpasın parçası olarak suçlandı.
Buradaki ‘bazıları’ kelimesi çok önemli çünkü yargıç ve savcılar bırakın hukuku mantığını bile izah edemedikleri bir seçki yaptı. Gülen’in konuşmasının Zaman’da haber olması suç(!) ama köşe yazısını konuya ayıran Hüseyin Gülerce ‘talimatla yazmadım’ diyerek sıyrılabildi. Ertuğrul Özkök de konuşmayı dinleyip köşesine taşıyanlardan. O da sadece tanık olarak ifade verdi. Konuşmayı, ‘İrtica bahane! Yarın tahşiye diye bir örgüt icat edebilirler’ başlığı ile haber yapan Vatan Gazetesi ve Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu da kumpasın bir parçası olmakla suçlanmadı. Oysa Vatan’ın başlığı Zaman’dan daha sert ve yorumluydu.
Sadece konuşma değil, Tahşiye grubuna yönelik operasyon ve El Kaide bağlantısı haberleri, birçok medya kuruluşunda yer aldı. 26 Ocak 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi ‘Vakit’in eski yazarı El Kaide’nin fikir babası’ başlığını kullandı. 27 Ocak’ta ‘Keleşli kurban kampanyası’ başlığıyla yayımlanan manşet haberde ise, “El Kaide’ye bağlı 57 kişilik örgütün, kurban başına 130 dolar toplayarak elde edilen parayı Afganistan’a gönderdiği ortaya çıkarıldı” ifadeleri yer aldı.

Radikal Gazetesi, olayı ‘Türkiye’deki El Kaide’nin yapısı çözüldü’ başlığıyla verdi. Star Gazetesi, ‘El Kaide ev almak için banka soymaya hazırmış’ başlığını kullandı. 27 Ocak 2010 tarihli Sabah gazetesinde ise ‘Kurban bağışı adı altında El Kaide’ye para almışlar’ denildi.
Tahmin edileceği gibi bu gazetelere soruşturma açılmadı. Görsel medya ayağı da bundan farklı değil. Operasyonun şüphelisi Mehmet Doğan’ın El Kaide’yi öven videolarını yayınlayan CNN Türk ve Habertürk televizyonları bir yaptırımla karşılaşmadı. Video üzerine “İslamiyet bu El Kaidecilerden kurtarılmalıdır” gibi keskin yorumlar yapan Habertürk Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut şimdilerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en yakın adamlarından biri.
Fakat Samanyolu’nda yayınlanan bir dizide iki dakika bu konuya ayrılması Grup Başkanı Karaca’nın 31 yıl hapis cezası almasına gerekçe yapıldı.  Sebep senaryo ile günlük hayat çakışması… Zaten bu tür diziler bunu yapmaya çalışır. Yazarları iyi gazete okur, öngörüler yapar ve bir kısmı tuttuğunda ‘vay be yine bildiler’ olur. Bu mantıktan hareketle birçok ABD filminde 11 Eylül saldırısına işaret bulan bile çıkıyor. Ancak hiçbir savcı harekete geçip yapımcı ve senaristi suçlamıyor.
Operasyonu isteyen İstihbarat Daire Başkanı Hüseyin Namal dışarıda, onay veren Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal AKP milletvekilliğinden sonra ballı emekliliğin tadını çıkarıyor. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, İçişleri Bakanlığı’nı 17 Aralık Soruşturması yüzünden kaybetti. Şimdi ABD’de Reza Zarrap’ın itirafları arasında adının geçmemesi için dua ediyor. Amirlerinin talimatıyla operasyonda görev alan emniyet müdürü ve polisler 25 yıla varan hapis cezaları aldı.
(tr724)