Erdoğan, Durduk Yere Neden Itiraflarda Bulunuyor?

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Erdoğan belediye başkanlığını da yaptığı, neredeyse 30 yıldır kendilerinin yönettiği ve bu hale gelmesinde büyük sorumluluk taşıdığı İstanbul’la ilgili itiraflarda bulunuyor: “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”
İki sene önceki konuşmasında: İstanbul‘a çok yanlışlar yaptık. Onu da söyleyeyim. Ucube inşaatlar yaptık. Bu ucube inşaatlarla maalesef İstanbul’umuzun o güzelliğine bizler yanlışlık yaptık” demişti.
İbn Haldun Üniversitesi açılışında: “40 kat 100 kat binalar sizi medeni yapmıyor ama biz de bu tuzağın içine düştük” sözlerini sarf etti. Sanki kazara düşülmüş, farkında olmadan girilmiş, sehven yapılmış bir iş gibi itiraflarda bulundu.
Gölete dönüştürülen, tabiat harikası Ayder için de, “Allah’ın bize verdiği Ayder bambaşka, ama biz Ayder’i kirlettik rezil ettik” dedi.
Ama bu itiraflara rağmen İstanbul’da Erdoğan’dan izinsiz kupon arsalara kimsenin dokunamadığı biliniyor. Rantı belirli bir seviyenin üzerindeki yapıların, inşaatların olurunun bizzat O’nun iki dudağı arasında olduğu herkesin malumu. Rant kalemleri hiyerarşik olarak aşağıya doğru diğer “önemli” zevata bırakılıyor. İstanbul kendisinin de ifade ettiği gibi en fazla onun sorumluluğu döneminde betonlaştı. Parklar, korular yapılaşma alanlarına dönüştürüldü. Ormanlar talan edildi, tarihi binalar yakılıp yerine rantı yüksek yapılar inşa edildi. Altyapısı hazırlanmadan, sosyal maliyeti, çevreye zararı, kent dokusunu tahribi düşünülmeden her yere “ucube binalar” dikildi. İnsanlar Gezi Parkını betonlaşma zihniyetinden korumak için mücadele verdi ama “vatan haini” “terörist” oldular. Hükümetin ağır yaptırımı ve şiddetiyle karşılaştılar. Sanki Ayder Yaylasını körfez zenginlerine, otellere uzaylılar peşkeş çekti! Ormanları, yaylaları yakıp yapılaşmaya Marslılar açtı!
Sadece kentlere, İstanbul’a mı ihanet edildi? İnsana da ihanet edildi. Yap boz tahtasına döndürülen sınav ve eğitim sistemi ile 15 yıldır nesiller heder ediliyor. Levent Kırca’nın yıllar önce çektiği skeçteki gibi eğitimde en belirgin sistem sistemsizlik, belirsizlik, karmaşa! Eğitim alanındaki uzmanlar, yöneticiler dahi değişiklikleri takip edemiyor. Hangi değişiklik hangi faydasından dolayı yapıldı, neden dolayı kaldırıldı bilen yok! Adeta gençliği heder etmek için özel bir tahribat ekibi çalışıyor. Erdoğan da bunu kamuoyuna deklare ediyor ve şöyle diyor: “Sınav sistemlerini  defalarca değiştirdiğimiz halde hala öğretmenlerimizi de öğrencilerimizi de  velilerimizi de memnun edecek bir sonuca ulaşamadık.”
Terör ve güvenlik konuları, özellikle PKK terörü bu ülkede 40 yıldır can yakan bir problem. AKP hükümetlerinin en önemli taahhütleri arasında terörü ve Kürt sorunu çözme hep vardı. Yıllarca “Analar ağlamasın”, “çocuklarımız ölmesin”, “teröre prim vermeyeceğiz” diye milletten oy topladılar, konuşmalar yaptılar. Ama Erdoğan bu en hayati konuda valilere: “Operasyon yapmayın, üzerlerine gitmeyin” talimatını bizzat verdiğini TV’de söyledi. Sonra da kendilerinin PKK tarafından kandırıldığını, bu dönemde şehirleri bombalarla doldurduklarını, daha fazla militan toplayıp silahlandıklarını itiraf etti. Erdoğan yine kandırılmıştı. Hem de 40 yıllık silahlı terör örgütüne! Kimse “senin elinde istihbarat kurumları, emniyet birimleri yok muydu, neden kandırıldın?”, “kandırılmanın kaç cana mal olduğunu biliyor musun?” “Bunun faturasını kim ödeyecek?” demedi.
Dış politikada da pek çok aldanma, aldatılma hikayesi var. Barzani aldatıyor, Esed kandırıyor, Obama yanıltıyor. Rusya, ABD’den Kürdistan Bölgesel yönetimine kadar herkes aldatıyor.
Peki Erdoğan bunu neden yapıyor?
Arada bir ters giden konularda, iflas etmiş politikalarla ilgili hem de halkın önünde neden itiraflarda bulunuyor?
Basınçla çalışan bütün sistemlerde tedbir olarak, riskli durumlarda devreye giren emniyet sübapları bulunur. Düdüklü tencere örneğinde olduğu üzere basınç bir düzeyi aşınca o delikten basınç dışarıya atılır, böylece patlamaların, büyük kazaların önüne geçilir. Benzer sistem aslında sosyal bilimlerde de vardır. Toplumda da zaman zaman basınç artar. İnsanlar üzerindeki baskı taşınmaz hale gelir. Bazı problemler sokağa düşecek kadar sorgulanır, irdelenir hale gelir. Böylesi bir durumda en katı ve acımasız diktatörler dahi toplumsal patlamaların önünü almak için bazı şeyler yaparlar.

  • Kontrollü muhalefet partileri kurdururlar ve bunlara kontrollü eleştiriler yaptırarak hem toplumun gazını alırlar hem de ülkede “muhalefet var, kendisi de eleştirilebiliyor” algısı oluştururlar.
  • Yine kontrollerindeki yazar çizerlere şahısları, politikaları dahil halkın rahatsız olduğu bazı konuları yazdırırlar. Böylece toplumun tansiyonunu düşürürler.  Bu tür yazılar bazen yanında görünen yazarlara, bazen de tam karşıt konumdaki kişilere yazdırılır.
  • En önemli gaz alma, tansiyon düşürme yöntemlerinden birisi de özeleştiri kabilinden hataları itiraf etmek, yapılan yanlışları usulüne uygun tonda ve tarzda söylemektir. Böylece insanlar özeleştiri yapabilen, hatalarından dönme eğiliminde, yanlışları düzeltme isteğinde “daha insani” bir lider profili görür. Halk suçluyu sevmez ama suçunu kabul edene daha makul bakar. Ayrıca halka yapılan itiraflar başkalarının daha sert ve acımasız eleştirilerinin önünü keser.

Erdoğan bilime, okumaya uzak bir kişilik. Kendisi de kitap okumayı sevmediğini itiraf ediyor zaten. O, tam bir pragmatist ve popülist. Ama kendi siyaseti ve çıkarı için bilimsel araştırmalardan, kamuoyu çalışmalarından, anketlerden en fazla yararlanan kişi. Pek çok konuda sürekli ölçümler yaptıran ve bunlara göre politikalar, söylemler geliştiren bir siyasetçi. Toplumda kendisine yönelebilecek eleştiri konularını tespit ediyor ve o konularda bizzat toplumun önünde itiraflarda bulunarak muhtemelen gaz sıkışmalarını, patlamaları önlemeye çalışıyor. Kendi cenahındaki kesimlere de “muhasebe yapan”, “hatalarında ısrar etmeyen” bir lider imajı çiziyor.
Erdoğan politik tarihe geçecek, üzerinde tezler yazmaya değer uç bir örnek. Onun siyasi manevraları, kıvraklığı konusunda çok şey yazılacak, çizilecek. Ancak hataları kabul etmek, bazı konularda yanıldığını söylemek ve düzeltmeye çalışmak insani bir durum. Hiçbir vebali, kusuru, ihmali yokmuş gibi davranmak toplumun umut kesmesine, yüz çevirmeye neden olabiliyor. “Sorry” kelimesini kullandığınızda muhatabın hıncı, nefreti, husumeti yumuşuyor. Haklı olsanız dahi özür dileyerek söze başlamak bir erdem. Her suçu başkasına atmak yerine kendini de hatalı bulmak farklı çıkışlar, çözümler aranmasına kapı aralıyor. Hiçbir sorumluluğu, hatayı kabul etmeyen yaklaşımlar düşmanları intikama, izleyenleri nefrete, hatayı gören dostları ise uzaklaşmaya yöneltebiliyor.
(TR724)