YORUM | AHMET DÖNMEZ
– Ne vereyim abime? Ney? Papazı mı?
– İtin olsun abi, senden kıymetli mi!
– Burdan mı şey edersin abi, paket mi yaptırayım?
– Şöyle güzel bi aranjman yapayım abime, aralara kırmızı gül de atayım, ha?
– Donald Abimizi üzmeyelim, yapalım bi güzellik, maksat ayağı alışsın!
– Yapalım yargıda şeyini, verelim biz size onu… Oğlum şu benim bağımsız, tarafsız hakimlerime söyle de hazırlasınlar Brunson’u, müşteri bekliyooo!
***
En Son Babalar Duyar dizisinin Hallederiz Kadir’i konuşmuyor.
“Bizde dünyanın en bağımsız, en tarafsız yargısı var oğlum” Tayyip, konuşuyor…
Bütün dünyanın kıskandığı dünya lideri…
Süper güç Türkiye’nin süper Reis’i…
***
Bu ülkede papaz tahliye edilecekse onu da o eder.
Eskiden kuvvetler ayrılığı vs. gibi her yerde ayak bağı, lüzumsuz oligarşik makamlar vardı. Hamdolsun ondan da kurtuldu. Şimdi ‘tak’ diye emrediyor hakimlere, ‘şak’ diye yapıyor onlar da. Bir baş eğimi mesafede, bir düğme ilikleyimi kadar kısa zamanda sipariş hazır.
İşte yıllardır hayalini kurduğu yargı bu.
***
Sevgili Hasan Cücük yazmıştı. Dönemin Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen şunları anlatıyordu: “Kasım 2005’te heyetler halinde karşılıklı görüşme yapıyoruz. Erdoğan bana hitaben ‘Neden Roj TV’yi kapatmıyorsun?’ diye sordu. Ben de ‘Bir başbakan olarak benim televizyon kanalını kapatma yetkim yok’ dedim. Erdoğan’ın cevabı ise oldukça ilginçti: ‘Sen nasıl bir başbakansın, daha bir televizyon kanalını kapatamıyorsun.’ Ben toplantıda Danimarka’da başbakanın bir televizyon kanalı veya basın organını kapatma yetkisinin olmadığını anlatamadım.”
***
Muhtemelen zat-ı alileri, herhangi bir devlet başkanının, sözgelimi Trump’ın, ülkesindeki herhangi bir kişiyi alıp herhangi bir ülkeye verememesini anlayamıyordur. “Yahu sen nasıl başkansın, canın isteyince istediğin adamı alıp bir başka ülkeye iade edemiyorsun?” diyordur. “Bak! Sen şimdi bir isim ver bana, sadece bir isim ver isim, bak ben nasıl alıp paket ediyorum! Hapiste mi, hiç fark etmez, söylerim hâkim arkadaşlara, anında deport! Sen isim ver sadece bana!”
***
Esnaf ağzıyla ülke yönetiyor Beyefendi. Çünkü bakkal dükkânı yönetiyor ya… Ortada bağımsız ve tarafsız bir yargı bırakmadıktan sonra, ortada bir yasama organı, bir hukuk sistemi, bir devlet düzeni, bir muhalefet, bir bağımsız medya bırakmadıktan sonra o ülkenin zaten bir bakkal dükkanından ne farkı olur ki? Neredeyse ayakta kalan doğru dürüst bir tek devlet kurumu yok. Hepsi ve her şey Beyefendi’nin memalik-i şahaneleri…
***
Ya da babasının çiftliği de denebilir… Zira, “Çobanlığın felsefesini anlamayan, psikolojisini anlamayan insan yönetemez,” öyle değil mi? “Ben de bir çobanım” dememiş miydi zaten açık açık… O öttürecek kavalını, bütün koyunlar hizaya girecek.
***
Hazret, kafa yapısını, zihnindeki yönetim biçimini, ülkeye ve kurumlarına bakış açısını konuşmalarında zaten sürekli açık ediyor. “Kalkıyorlar, diyorlar, işte filanca papazı bize verin. Bir papaz da sizde var, siz onu bize verin biz de size onu yapalım yargıda şeyini, size verelim” sözleri ilk değil.
Ekim 2016’da hâkim ve savcı adaylarına hitap ederken ne demişti mesela: “Bizden teröristi istedikleri zaman biz veriyoruz ama onlar böyle bir teröristi bize vermiyor. Neymiş yargı varmış, mahkeme kararı olmadan veremezlermiş. Olabilir, peki, gün ola harman ola… Aynı şeyler burada da olabilir. Bir şeyler istediğiniz zaman bu defa da biz sizlere (hâkim, savcıları kastediyor) havale edeceğiz. Siz karar vermedikçe biz karar vermeyeceğiz. Bundan sonra böyle.”
ZATEN HEP ÖYLE OLMASI GEREKİYOR
“Bundan sonra böyle” dediği ne biliyor musunuz? Yani zaten doğası gereği on yıllardır öyle olması gereken, hep öyle olduğu varsayılan ve aksinin düşünülemeyeceği, ‘adalet’ kavramının olmazsa olmazı… Hukukun vazgeçilmezi… Beyefendi daha bunu anlamamış. Onun kafasında yargı, bakkaldan; yargı mensupları da bakkal çırağından farklı değil. Hiçbir zaman da olmamış zaten… Belki kafasında başka türlüsünün olduğuna ya da olabileceğine dair en ufak bir fikir bile yok.
Yani bu paragrafın tamamı öyle belki ama bilhassa bu son cümle bile Erdoğan’ın, insanoğlunun yüzlerce yıldır uğruna savaşlar verdiği, kanlar döktüğü ve belli bir noktaya ulaştırdığı yargıya ilişkin evrensel değerlerden ne derece bihaber olduğunun kanıtı. AKP’nin sayın genel başkanı, daha hukukun taş devrinde yaşıyor.
Ondan sonra da kalkıp ‘Türk tipi başkanlığı’ savunurken, “Amerika’da olunca padişahlık olmuyor da Türkiye’de niye oluyor?” diye sorabiliyor. Ya da bir gün duygusallaşıp “Bana diktatör miktatör diyorlar” diye sızlanabiliyor. Barbaros J. Kartal’ın dediği gibi: Ya ne diyem, Mahmut mu diyem?
***
Aslında burada yanlış yere yüklendiğimin de farkındayım. “Yapalım yargıda şeyini…” sözlerinin birinci derece muhatabı aslında Türk yargısıdır. Haysiyetli ve namuslu bir yargı mensubu için bundan daha büyük hakaret, bundan daha büyük aşağılama olabilir mi? En başta onların isyan etmesi, “Efendi, senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” diye hesap sorması gerekmez mi?
ZERRİN GÜNGÖR NE DİYECEK?
“Sizi temin ederim ki yargı hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı” diye beylik beylik konuşan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’de gözlerimiz. Ne diyecek acaba? Kılıçdaroğlu’na, ‘yargının saygınlığına gölge düşürüyor’ diyerek cevap vermekte gecikmeyen Sayın Güngör, acaba şimdi Erdoğan’a ne diyecek?
“Hak ve özgürlüklerin korunması, yargının hükümetten ayrı ve bağımsız olmasına bağlıdır” diyen Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit için de bu bir fırsat. Hadi göster ayrı ve bağımsız olduğunu da yargı camiasının saygınlığını koru bakalım Sayın Cirit. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan da “Hâkim ve savcılarımız hiç olmadığı kadar tarafsız ve bağımsız” demişti. Tabi bütün bu cümlelerin gizli bir dolaylı tümleci var. Yazılmayan, yazılmasına gerek olmayan, öyle olduğu zaten hemen herkesçe kabul edilen bir duruma atfen: “Tayyip Erdoğan’dan hariç…”, “Tayyip Erdoğan hariç herkesten bağımsız ve herkese karşı tarafsız…”
***
3 yıldır fırsat buldukça söylüyorum. Bence bu sürecin en büyük sorumluları yargı mensupları. Siyasiler yozlaşabilir. Halk yozlaşabilir. Ama yozlaşmaması gereken, ayakta kalması gereken tek bir kesim varsa o da yargıdır. Tamam kabul ediyorum; bir ülkenin hastanesi neyse postanesi de odur… Süt ne ise kaymağı da odur…
KOKUŞMUŞ YARGIYA İTALYA ÖRNEĞİ
Biliyorum ama önümüzde bir İtalya örneği var. Derin devlet, mafya, yolsuzluk gibi birçok arızaları itibariyle Türkiye ile fena halde benzerlikler gösteren bu Akdeniz ülkesi, bütün bu kirli süreçleri tek bir şey sayesinde yüz akıyla atlatmayı başardı: Korkusuz, mesleğinin hakkını veren hakim ve savcıları ile…
Gladyo’ya karşı en büyük ve en başarılı tasfiyeyi İtalya yaptı. Temiz Eller, İtalyan savcılarının marifetidir. Gladyo ve mafya ile mücadelede adı dünya çapında ünlenen savcı ve hakimler oldu.
Toplum yapısı Türkiye’ye çok benzemesine rağmen orada iyi ile kötünün mücadelesinde toplumun genetiğine işleyen asırlık kodlar devreye girebildi. Devletin ve yargının asırlık birikimi, bu mücadeleyi cesurca yapabilme yetisini sağladı.
Temiz Eller savcısı Antonio Di Pietro, “Bana da ABD ajanı dediler. Bana da ‘yabancı güçlerin hizmetindesin, ABD ajanısın, KGB ajanısın’ dediler. Onurumu korumak için 350 dava geçirdim” demişti. Yani o da siyasilerin, güç odaklarının hedefine oturmuş bir savcıydı. Yine de görevini hakkıyla yapmaktan geri durmadı.
Çünkü Amerikalı yazar Edward Abbey’in dediği gibi, ‘bir vatansever, ülkesini hükümetine karşı korumaya daima hazırlıklı olmalı’ idi.
Bir zamanlar bizde de böyle hakimler, savcılar vardı. Şimdi durum nasıl?
Erdoğan bir mafya babasına evrilirken yargı mensupları da onun tetikçisi Memati’lere dönüştü. Facebook’ta ergenler gibi “Seni seviyoruz Uzun Adam” diye mesaj paylaşanlar hüküm veriyor.
‘SAVAŞTAYIZ KARDEŞİM, NE HUKUKU!’
Tek bir örnek vereyim; Dönemin HSYK Genel Sekreter Yardımcısı Erdal Demir, 16 Temmuz’un ilk saatlerinde, gözaltına alınan hakim ve savcıların listesini Twitter hesabından paylaşırken “Fetoşun piçlerini topluyoruz”, “Hesap sorma fırsatı veren Rabbime şükürler olsun”, “Bu paralel alçakları tahmin edemeyecekleri şiddette cezalandıracağız. Artık acıma yok” diye yazıyordu. Yani herhangi bir hukuk kaidesi, evrensel hukuk kuralları, kanunlar değildi geçerli olan. İçinde birikmiş kin ve intikam motivasyonu ile hareket eden, bunu bir ‘hesap sorma fırsatı’ olarak gören ve ‘Rabbisine şükreden’ militanlar yönetiyordu yargı camiasını.
O sırada HSYK Genel Sekreteri olarak Demir’in amiri pozisyonunda olan Bilgin Başaran’ın kafa yapısı da en az onun kadar ürkütücü idi. 2015 yılında Hâkim Süleyman Karaçöl için ‘örgüt kurma’ iddiası ile Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca gözaltı kararı verilmiş, ama ‘suç üstü hali olmadığı için’ serbest bırakılmıştı. Kararı veren hâkimi arayan Bilgin Başaran’ın, “Ne hukuku ya, ne hukuku! Hukuk mukuk yok! Bu bir savaş! Bu savaşın ortasında hukuka mukuka göre karar vermenizi isteyen kim!” diye fırça attığını duymuştum. Sonra itiraz üzerine tekrar gözaltına alınan Karaçöl, tutuklanmıştı.
İşte, savaşın bile bir hukukunun olduğundan habersiz cellatlar sayesinde Reis’leri bu kadar özgüvenle konuşabiliyor. Bir cemaat operasyonu sonrası 4,5 ay hapis yattıktan sonra salıverilen Hakim Zeynep Keleş, “Ben Perinçek hayranıyım. FETÖ’cü değilim. Bu tür operasyonlarda bazen böyle yanlışlıkların olması çok doğal. Yapacak bir şey yok. Bazen kurunun yanında yaş da yanacak” şeklinde tüyler ürpertici sözler sarf etmişti. Bunları söyleyen bir hâkim. Hukuk tesis edecek, adaleti sağlayacak bir kafa bu… Cellattan hiçbir farkı yok.
Eski İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal da “Bizden avukat istiyorlar, vermiyoruz” diye övünmüştü.
YARGIDA ‘ŞEYİNİ’ BUNLAR YAPACAK İŞTE
AKP liderinin rahatlığı işte buradan geliyor. “Yapalım yargıda şeyini…” derken kastettiği adamlar bunlar. “Şeyini” bunlar yapacak işte. Erdoğan, bunun gibi sözde yargı mensuplarına emredecek; “Yapalım şeyini” diyecek, onlar da “Emredersiniz efendim, yapalım şeyini tabii, getirin şu papazı” diye harekete geçecekler…
O yüzden Erdoğan’ın ekose ceketinden yapılmış cübbeler giyen hâkim karikatürleri yapılıyor. O yüzden karikatüristler, üzerine “Çay toplamaya gittim, gelecem” notu yazılmış mahkeme kürsülerini çiziyor. O yüzden bu dönemin hakimleri, kürsüye tünemiş akbaba şeklinde resmediliyor.
Ahmet Altan’ın, “Bir devlet ile çeteyi ayıran şey” dediği işte buydu. Maalesef o çizgi ortadan kalktığı için burası artık ha bir bakkal dükkânı ha çiftlik ha çete mahallesi, farkı yok…
(TR724)