Tâc marifet tâcıdır
Sanma gayrı tâc ola
Taklid ile tok olan
Hakikatte aç ola
Gaybî Sunullah
Mademki Hacılar Kâbe’den aldıkları nuru yeryüzüne dağıtan kandillerdir, Hac, sadece Müslümanların değil, insanlığın yeniden dirilişi olmalı değil midir?
Beşeriyeti çepeçevre saran zorluklar, sayıları milyonları bulan hacıların Kâbe’ye yüz sürerken, tavaf ederken, Arafat ve Müzdelife’de vakfe yaparken ettikleri dualarla aşılmaz, bulanık bir su birikintisi içerisine damlatılan ma-i zemzem gibi, hayat onların gözyaşları ile mayalanmaz mı?
Onların hakikat aşkıyla dopdolu yürekleriyle kendi köy, kasaba ve şehirlerine dönüşleri zulümleri adalete, vahşetgâhlar çemenzâra dönüşmez mi?
Dönüşür elbette!
Öyleyse neden dönüşmüyor? Neden âlem-i İslam denilen kan gölü, gözyaşı denizi, Ziya Paşa’nın şikayetiyle, viranelerle, Eflatunu beğenmez divanelerle ve hükümet denilen mezbahanelerle dolu?
Cüneyd-i Bağdadî’nin talebesi büyük mutasavvıf İmam Şiblî asırlar ötesinden bu soruları ibadetlerin, dolayısıyla da insaniyetin hakkını veremeyişimizle cevaplıyordu. Hazret, hacılara, Hac ibadetinin ruhuna, manasına ilişkin sorular soruyor, ve aldığı menfi cevaplar karşısında “Öyleyse…” diyordu.
Ben de Hazreti Şiblî’nin kalbine yasladım kalbimi, derdine ekledim derdimi, kelimelerine kattım kelimelerimi ve ondan aldığım ilhamla bugünün bütün hacılarını temsilen kendi nefsime sordum sorularımı:
***
– Yola çıkarken incittiğin karıncayla bile helalleşip “kul hakları hesap defteri”ni kapattın mı? Kapatmadıysan sen yola çıkmamışsın.
– Elbiseni çıkarmakla dünyevilikten soyundun mu?
Soyunmadıysan sen elbiseni çıkarmamışsın.
– Temizlenirken nefsini dilinin, elinin, belinin, her türlü pisliğinden arındın mı?
Arınmadıysan sen temizlenmemişsin.
– Harem’e girmekle haramı terk etmeye ahdettin mi?
Ahdetmediysen sen Harem’e girmemişsin.
– Hacerü’l Esved’i selamlarlarken Allah’a ezelde “belâ” diyerek verdiğin sadakat sözünü hatırladın mı?
Hatırlamadıysan Sen Hacerü’l Esved’i selamlamamışsın.
– Gönül Kâbe’nden iktidar Lat’ını, güç Uzza’sını, para Menat’ını temizleyebildin mi? Temizleyemediysen Kâbe’yi tavaf etmemişsin.
– Makam-ı İbrahim’de makam ve mansıpların hiçliğini görüp gerçek makamın Haliliyet (Allah dostluğu) olduğunu derk ettin mi?
Etmediysen sen makam-ı İbrahim’i ziyaret etmemişsin.
– Annenden, dedenden gördüğün namazı değil, Allah’ın emrettiği namazı, her şeyiyle duyarak ve hissederek ikame ettin mi?
Etmediysen sen namaz kılmamışsın.
– Say’ ederken “Doğrusu insanın sa’yinden (çalışıp çabaladığından) başkası kendinin değil” (Necm Sûresi, 39) ayeti mucibince Âlem-i İslam’ın yaralarını sarmak için say’ etmeye azm ettin mi?
Azm etmediysen sen say’ etmemişsin.
– Rabbin büyüklüğünü tekbirlerle ilan etmekle tüm izafi büyüklükler gözünde küçüldü mü?
Küçülmediyse sen tekbir getirmemişsin.
– Arafat’ta düşünce potanda erittiğin her şeyi marifete dönüştürdün mü?
Dönüştürmediysen sen Arafat’a çıkmamışsın.
– Mazlumların âhı arşı titretirken Müzdelife’de “ben ben” dedin mi?
Dediysen sen vakfe yapmamışsın.
– Kestiğin kurbanınla Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve O’na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ilan ettin mi?
Etmediysen kurban kesmemişsin.
– Şeytana taş atarken kendindeki zulüm ve cehaleti attın mı?
Atmadıysan sen şeytanı taşlamamışsın.
– Veda ederken kine, nefrete, kibre, gurura, haset ve kıskançlığa, velhasıl bilumum ahlaksızlığa veda ettin mi?
Etmediysen veda da etmemişsin.
– Bu halinle kendinde nifak endişesi duydun mu?
Duymadıysan sen derin uykundan uyanamamış, taklitten sıyrılamamış, şekilcilikten kurtulamamışsın.
***
Bu soru cevaplar silsilesinin bir de Medine ayağı var. Onu da Muhammed İkbal tamamlıyor.
Kutsal topraklardan dönen hacılara soruyor:
“Medîne-i Münevvere’yi ziyâret ettiniz! Uhrevî Medine çarşısından gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz?
Getirdiğiniz maddî hediyeler, takkeler, tesbihler, seccâdeler bir müddet sonra eskiyecek, solacak ve bitecek. Solmayan, gönüllere hayat veren Medine’nin ruhanî hediyelerini getirdiniz mi?
Hediyeleriniz içinde Hazret-i Ebubekir’in sıdkı ve teslimiyeti, Hazret-i Ömer’in adaleti, Hazret-i Osman’ın hayası ve cömertliği, Hazret-i Ali’nin ilim ve şecaati var mı? Bugün binbir ıstırap içinde kıvranan İslam dünyasına gönlünüzden bir Asr-ı Saadet heyecanı verebilecek misiniz?”
İşte bütün sorular burada düğümleniyor. Hediyelerinizin içinde Nebevî ahlak var mı?
Zira, bugün bin bir ıstırap içinde kıvranan İslam dünyasına bir Asr-ı Saadet heyecanı verebilecek tek şey o.
Hacdan dönenler bu soruya nasıl cevap verecek bilmiyorum. Bilmiyorum hayata neresinden devam edecekler?
“Bıraktıkları yerden” devam edeceklerse kendilerine nasıl Müslüman diyecekler?
Cenneti garantilediklerine hükmedip toplumsal bir “vicdan darlığı”na hapsolarak mı?
Gönüllere Asr-ı Saadet heyecanını duyurma gayretinde, dürüstlük, adalet, ilim, haya, cömertlik timsali bir avuç insanı yok ederek mi?
Boş vaatler, kuru sıkı tehditler, giyilen kefenler, sıkılan yumruklar, atılan sloganlarla mı?
Her türlü cürüm karşısında susup içki içenleri kafaya takarak mı? Camilerde “din polisliği,”sokaklarda “namus bekçiliği” yaparak mı? Batı’nın iki yüzlülüğünü hatırlatıp “çok yüzlülük”le Twitter’dan ayet mealleri paylaşarak mı?
Yoksa her türlü bedeli göze alarak, iyiliği çoğaltmak, zulmü yeryüzünden söküp atmak için kolları sıvayarak mı?