MELİS BURGAZ
Hükümet ülkeyi bölmekle kalmıyor, aileleri de bölüyor, anayı babayı evladına düşman ediyor. Çocuğunun saflığından temizliğinden hiç bir zaman şüphe etmemiş ailelere “İtirafçı ol, kurtul!” dedirtiyor.
Çocukların ilkleri var…
Bir gebelik testinde iki çizgi olarak, ilk defa size kendini gösteren bebeğin, ilerde içinizde hareket etmesi, sizi tekmelemesi ve soğuk bir doktor muayenehanesini, bir cihazdan duyulan kalp atışları ile dünyanın en huzurlu yerine dönüştürmesi…
İlk doğdukları an. Kucağınıza aldığınızda, cenneti kucaklamış gibi olduğunuz, artık hayatta daha sorumlu biri olduğunuzu anladığınız zamanlar…
Hala gözlerini tam açamazken, parmağınızı sıkıca tutması… Hayatta desteğini, kurtarıcısını bulmuş da, bırakmak istemiyormuş gibi size tutunması.
İlk gülümsemesi. Doktorların “o tam gülümseme değil, sinirleri gelişiyor” demesine rağmen, bebeğinizin sizi tanıdığına ikna eden o ilk tebessümü.
Uzun süre sandalyelere, koltuklara tutunduktan sonra, bir gün şaşkınlıkla ya da “yapacağım ben bu işi” kararlığıyla attı ilk adım ve ardından artık dengede durabilmesi ile başlayan yürüyebilme macerası.
Ya da ilk diş çıkarma. Sancılı gecelerin, ateşlenmelerin, huysuzlukların sonunda, yemek yedirirken kaşıktan çıkan “tık” sesiyle anladığınız o ilk minik diş var mesela. Bebeğiniz ağzında koca bir zafer görmüş gibi sevindiğiniz, eşinize dostunuza haber ettiğiniz o ilk diş çıkarma…
İlk anne ya da baba demesi, havai fişek gördüğündeki ilk büyük şaşkınlığı, sokakta gördüğü her sahipsiz hayvancığı kucaklaması, beslemesi, ya da sevdiği çizgi filmi seyrederken ilk uyuklamaları, sizin onu yatağına taşımanız var…
Okula ilk kez büyük bir ciddiyetle gidişi, ilk karnesi, ilk sıkıntıları var…
Akvaryumdaki balığı beslediğimiz halde, neden balıkçıdan alınan balığı keserek ayıkladığımızı ve tavaya attığımızı anlamaması, ilk isyan etmesi, “onu öldürdün” deyip size küsmesi var.
Suyun üzerinde durup, kulaç attığı ya da iki tekerlekli bisikleti yardımsız sürmeyi başardığında, onun sevindiği, sizin gururlandığınız anlar…
Üniversiteyi kazanması, mezuniyeti, hayalleri var…
İlk aşkları, ilk yanılışları, ilk gözyaşları var…
Bazen sinirlenip “Sen beni anlamıyorsun” çıkışları, bazen ise uzaklardan bir telefonun ucundan “Beni bir sen anlarsın, ne olur gel artık ” deyip yakarışları var…
Çocukların, kendi yokuşları, inişleri, pişmanlıkları var… Bizi hüzünlendiren, düşündüren, gururlandıran, kazanımları, hedefleri, zaferleri var…
Bu yaşantılar ve tecrübeler hemen hemen dünyanın her yanında üç aşağı beş yukarı aynı…
Biz Türkiye’de yaşayan ebeveynlerin ve çocukların sınavlarının çetinleştiği kötü bir dönemden geçiyoruz.
Anne babalar yargılanan, tutuklanan çocuklarını seyrediyorlar. Bazısı evladının kötü bir şey yapmadığından, bunun bir tezgah olduğundan haberdar.
Bazı aileler ise, hükümet medyasının ve ülkedeki yoğun propagandanın etkisiyle çocuklarının “terörist” olduklarına inanmaya başladılar.
Hükümet ülkeyi bölmekle kalmıyor, aileleri de bölüyor, anayı babayı evladına düşman ediyor.
Bir çocuğun gözü önünde anne, babasını “vatan haini” diye alıp götürüyor.
Çocuğunun saflığından temizliğinden hiç bir zaman şüphe etmemiş ailelere “İtirafçı ol, kurtul!” dedirtiyor.
Anneleri, çocuklarının açlık grevinde yavaş yavaş ölmesine seyirci ediyor. Yeni doğan bebeğinin kokusuna doyamayan anneyi kelepçeliyor.
Daha dün ilk adımını attığı, suyun üzerinde kulaç atabilmeyi öğrendiği bebeklerini bugün mahkemelerde hüküm giydiğini gören annelere “Evladım bunu da atlatacak” dedirtiyor.
Tüm bu politik vahşet, aynı zamanda bir çeşit ebeveyn-evlat sınavına dönüşüyor…
Kaynak: http://www.kronos.news/tr/politik-siddet-ulkeyi-ve-aileleri-boluyor/