Mekke’nin Müşrikleri kadar Olamadınız!

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Müslümanlarla hiçbir sosyal temas olmayacak, onlara kız verilmeyecek ve onlardan kız alınmayacak, onlarla oturulup konuşulmayacak, evlerine gidilmeyecek, ticarî hiçbir ilişkiye girilmeyecek, onlara bir şey satılmayacak ve onlardan hiçbir şey satın alınmayacak, çarşı ve pazarlar kendilerine kapatılacaktı. Muhammed’i (asm) korumaktan vazgeçip Kureyş’e teslim edinceye kadar Hâşimilere de merhamet edilmeyecekti.
Fiilen ‘acımayın, acırsak acınacak hale geliriz’ demek istiyorlardı.

Müşrik de olsa, Müslümanlara yapılan insanlık dışı zulme itiraz edebilme cesaretini gösterenleri okudukça bugünkü insanlara sadece ‘Yuh olsun size!’ diyesi geliyor insanın. Her gün Allah’ın huzuruna beş kere gidip de bu müşrikler kadar olamayanlar belki de ‘yuh’ kelimesini bile hak etmiyor…

Alınan kararları çiğnemeyeceklerine dair yemin eden Mekkeliler, bu kararları bir sahifeye yazdırdıktan sonra altını mühürlediler ve Kâbe’nin duvarına astılar.
Kureyşli müşrik zalimler aldıkları boykot kararlarını Nübüvvetin yedinci yılı Muharrem ayının ilk gecesinden itibaren tüm şiddetiyle uygulamaya başladılar. Müslümanlar ve Hâşimoğulları, Hz. Peygamber’i (asm) korumak için Şi’bi Ebî Talib mahallesine toplanmışlardı. Müşrikler bu mahallenin çarşı ve pazarlara giden yollarını kestiler. Bu yolların başında gece gündüz nöbet tutarak mahalleye gıda maddelerinin girmesine engel oldular. Ümmetin firavunu Ebû Cehil, işini gücünü bırakmış, gece boyunca nöbet tutuyor, boykotun tüm şiddetiyle uygulanması için gözüne uyku girmiyordu. Fiilen, ‘acımayın acırsanız acınacak hale geliriz’ diyordu.
Ellerinde avuçlarında ne varsa tükenen Müslümanlar, bir süre sonra korkunç bir açlıkla yüz yüze gelerek, şiddetli sıkıntılar çekmeye başladılar. İnsanlar açlıktan ağaç yapraklarını yiyor, buldukları deri parçalarını ateşte yumuşatıp günlerce emerek açlıklarını bastırmaya çalışıyorlardı. Yaşlılar ve çocuklar şiddetli boykot altında açlıktan ölüyor; ağlayan çocukların, feryat eden kadınların sesleri Mekke sokaklarında yankılanıyordu.
Müşrikler son derece organize hareket ediyor, fiyatların kat kat yükseltilmesi sağlanıyor, ekonomik kısıtlamalar sonucunda elde avuçta bir şey kalmıyor, tüccarların iş yapması engelleniyor, varlıklı Müslümanlar iflas etmekten kurtulamıyorlardı. Kureyş, bir mahalle dolusu insana bir lokma ekmeği çok görüyordu.
Müslümanlara karşı bu insanlık dışı ambargoya müşrikler bile itiraz etmeye başladı. Mut’im b. Adiyy, Ebû’l- Bahteri b. Hişâm ve Zem’a b. Esved ve Züheyr o zaman müşrik olmalarına rağmen Mekke’nin firavunlarına karşı gelip, ambargonun 3. yılında Kabe’ye asılı belgeyi yırtıp attı ve ambargoyu sonlandırdı.
Müşrik de olsa, Müslümanlara yapılan bu insanlık dışı zulme itiraz edebilme cesaretini gösterenleri okudukça bugünkü insanlara sadece ‘Yuh olsun size!’ diyesi geliyor insanın. Her gün Allah’ın huzuruna beş kere gidip de bu müşrikler kadar olamayanlar belki de ‘yuh’ kelimesini bile hak etmiyor.
Hırsızların, zalimlerin suçlarına ortak olmayıp, itiraz ettiği için 4 yıldır devlet eliyle ‘Hizmet’e zulmediliyor. Hele tiyatro bir darbeyi bahane ederek son bir yıldır yapılan zulümleri yazacak mürekkep kalmadı. On binlerce kadın, yaşlı ve çocuğa, ‘kendi çocukları daha iyi çalabilsin’ diye zulmedenlere, itiraz eden olmuyor. Bugün kendine Müslüman diyenler, Mekkeli müşriklerin, zulmün elebaşı Ebu Cehil’e ve Dar’un Nedve üyelerine yaptığı itiraz gibi bir itirazı yapabilme vicdanına sahip değiller.
Yüzlerce bebek, onlarca yeni doğum yapmış kadın, yürümekten bile aciz yaşlılar, daha hayatının baharında gencecik kızlar, elleri kelepçelenerek tutuklanıyor da her gün gazete köşelerini işgal eden, zulüm gören dünya Müslümanları için ağız dolusu laflar eden kadınlar tek kelime itirazda bulunmuyor.
Cezaevinde hastalıktan onca ölenin acısını tek satırla paylaşmıyorlar. Bu nasıl bir ruh kurumuşluğu bu nasıl bir vicdan bitmesidir.
Allah’tan değil Reis’ten korkan, Allah’a değil Reis’e vereceği hesabı düşünen mıymıntı ruhlar biliniz ki Mekke’nin müşrikleri kadar bile değilsiniz.
(TR724)