CAN BAHADIR YÜCE
“Işık yok, görünen sadece karanlık,” diyordu Milton, cehennemi anlatırken. Kayıp Cennet şairinin mutlak cezayı kapkaranlık betimlemesi şaşırtıcı değil: Orta yaşa geldiğinde görme yetisini tamamen yitirmişti Milton, kuşkusuz, karanlıktan bizim anladığımızdan fazlasını anlıyordu.
Karanlık aşkın değil umudun zıddıdır. Bu yüzden karanlığa karşı en iyi direnme biçimi, umudu diri tutmak.
İçinden geçtiğimiz karanlık, romantik şairinkinden çok ‘modern’lerin karanlığına benziyor. İnsan eliyle ışığı söndürülen bir dünyada yaşıyor olmanın farkına varmak, modernizmin bir koşuluydu. Virginia Woolf günlüğüne “Gelecek karanlık,” diye yazmıştı, “sanırım bu, gelecek için en iyi şey.” Woolf karanlığı bir felaket değil, belirsizlik olarak görüyordu. Defterine mor mürekkeple bu satırları yazdığında I. Dünya Savaşı başlayalı henüz aylar olmuştu. Peşi sıra çöken karanlıktan geriye ne kaldığını biliyoruz.
Bir süredir dünyanın halini büyük savaştan önceki gerilime benzetenler var. Büyük devletlerin çıkar kavgası, Ortadoğu’yu ateşe atan maceraperestler, milliyetçiliğin ve popülizmin ürkütücü yükselişi… İnen karanlığı tanıyor gibiyiz.
Karanlığı çok kez edebiyatçılar önceden sezmiş ve en iyi onlar tarif etmiştir. Gözünü karanlığa erken açanlardan Thomas Mann, Nazi zulmünden kaçıp sığındığı Amerika’da başka bir ışıksız ortamla karşılaşınca hayal kırıklığını şöyle anlatmıştı: “Manevi hoşgörüsüzlük, siyasi linç, hukuk güvencesinin askıya alınması.. ve bütün bunların sözde ‘olağanüstü hal’ adı altında yapılması… Almanya’da her şey böyle başladı.”
Shakespeare’den Mihail Şişkin’e, ışık-karanlık karşıtlığı üzerinden bir dünya kuran bir dizi şair, yazar var. Bu ikiliği farklı bir düzleme taşıyanlar da: Amos Oz, karanlığı ışığın değil aşkın karşı ucuna koymuştu.
Bana kalırsa, karanlık aşkın değil umudun zıddıdır. Bu yüzden karanlığa karşı en iyi direnme biçimi, umudu diri tutmak.
Karanlığın ne getireceği her zaman belli değildir: Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları‘nda savaş yıllarının karanlığını, nasıl koyu bir umutsuzluğun ortasına düştüklerini anlatır. Beş on yıla kalmadan imparatorluğun küllerinden yeni bir devletin doğacağını rüyasında bile görmemiştir genç yazar. Nelson Mandela hücresinin karanlığında, bir gün bütün duvarları yıkıp devlet başkanı olacağını düşlemiş miydi?
Kimi hücresinin, kimi gökyüzünün, kimi de ruhunun karanlığına bakarak ışığı bekler.
Aslında her şey gecenin farkında olmakla başlıyor: İnsan gözünün karanlığa alışmasına direnmeli — karanlık zamanları korkuyla değil hazırlanarak geçirmek önemlidir.
Belki de Gece‘ye, Bilge Karasu’ya dönmenin zamanı: Edebiyatımızda “iki karanlığın arasına sıkışmış bir yaşam”ı, karanlıkta, el yordamıyla var olmayı daha iyi anlatan olmadı. (Gece kuşlarının gözünü karanlıkta kim görmüştür?)
Her şeye rağmen geceyi çekilir kılan, sonunda güneşin doğacağını bilmektir.
Bir avuç gazeteci, yazar, sürgün: Yazıda direnerek umudu diri tutmaya çabalıyor.
Karanlıkta, el yordamıyla.
Kaynak: http://www.kronos.news/tr/karanlikta-el-yordamiyla/