Akif Umut Avaz yazdı
Tıpkı hiçbir fren ve denge mekanizması bulunmayan diğer diktatörlerde olduğu gibi, 2011’den bu yana Türkiye’de adım adım kendi dikta rejimini kuran Recep Tayyip Erdoğan’ın da ciddi bir seviye ve düzlem belirleme sorunu yaşadığı gözlemleniyor. İbretlik akıbetleriyle dikkat çeken muadilleri Saddam Hüseyin, Muammar Kaddafi’nin yaptığı gibi Erdoğan’ı da reelde hiçbir karşılığı ve etkisi olmayan kah hamasi boş laflarla dünyaya ayar verirken, kah dokunduğunun hayatını karartacak şekilde sokaktaki sıradan insanla uğraşırken görebiliyoruz.
Kendisini Allah’ın ülkeye, millete ve hatta tüm insanlığa bahşettiği bulunmaz bir Hint kumaşı sanan ve dünyanın da öyle görmesi gerektiğine inanan kibir, hadsizlik ve görgüsüzlük abidesi tüm despotlarda olduğu gibi, Erdoğan da düçar olduğu Hubris’in sınır tanımaz azgınlığıyla kendisini adeta küresel ve bireysel düzlemlerin, makro ve mikro âlemlerin hikmetinden sual edilemez bir efendisi görüyor.
SEVİYESİZLİĞİN SEVİYESİ, DÜZEYSİZLİĞİN DÜZEYİ
Ne tuhaf değil mi? En azından kendisine saygısının bir gereği olarak atacağı adımların veya edeceği lafların sonuçlarını baştan hesap edebilen aklı başında, ruh sağlığı yerinde hiç bir devlet adamının ağzına almayacağı en galiz hakaretlerle yeri geldiğinde Vladimir Putin’e, yeri geldiğinde Angela Merkel’e ya da Donald Trump’a kendince ayar verirken gördüğümüz de aynı kişi, tiksindirici bir kıvraklıkla dün heyheylendiklerinin önünde bugün onursuzca diz çöküp yaltaklanarak, dün tükürdüklerini bugün afiyetle yalayan da aynı kişi.
Diğer tüm benzerleri gibi Erdoğan da komik durumlara düşme pahasına makro ve mikro düzlemlerin ayar vericisi konumundan bir türlü vazgeçmek istemiyor. Bu yüzden onu kah bir apartmanın üçüncü, dördüncü katında bulunan dairesinin balkonunda sigara içen vatandaşlara ayar verirken, kah BM Güvenlik Konseyi’ne çatarak başından büyük laflar ederken görebiliyorsunuz. Verdiği talimatlarla genelkurmay başkanını ve ülkedeki generallerin neredeyse yarısını hapse attıranın da, yeni doğum yapmış lohusa anneleri kucaklarında bebekleriyle birlikte zindanlara attıracak kadar alçalanın da aynı kişi olmasına şaşırmıyorsunuz bile.
Ordu ve istihbaratın tepesindeki üç beş hainle kurguladığı düzmece darbe üzerinden Zaloğlu Rüstem ayarında bir kahramanlık destanı inşa etmek üzere çırpınanın da, her yerde 14 TL’ye alınabilen sıradan ve basit bir tişörtü kafaya takacak kadar korkularına teslim olup paranoyaklaşanın da aynı kişi olmasına hayret bile edemiyorsunuz artık.
ATLAR NALLANIRKEN TOSBAĞALAR AYAĞINI KALDIRIRMIŞ
“Atlar nallanırken tosbağalar ayağını kaldırırmış” hesabı büyük güçler liginde rol çalmak şehvetiyle ülkeyi olmadık riskli maceralara sokanın da, “ananı da al git”, “İsrail dölü” gibi ahlaki düzeyine çok yakışan özlü sözlerle(!) işi vatandaşı yumruklamaya kadar götürmesine de şaşıran yok artık. Tıpkı, bir taraftan herkesin örnek ve ilham alması gereken İslam Âlemi’nin bulunmaz lideri pozları vermeye çalışırken, diğer taraftan gittiği her yerde çıkardığı türlü rezaletlerle böyle bir adamın yönettiği bir ülkede yaşıyor olmaktan dolayı aklı başında olan herkesi utanır hale getirmesine artık kimse şaşırmadığı gibi. Mevzu Erdoğan ve onun yapıp söyledikleri olduğunda sahi “Yok artık, daha neler!..” dedirtecek ne kaldı ki geriye?
Görmemişlerin ya da sonradan görmüşlerin şanından olan bir âdeti adet edinip itibarı lüks, debdebe, şatafat ve görgüsüz bir israfta arayarak halkın kesesinden milyar dolarlık uçaklar, bin küsur odalı saraylar, sayısız lüks araçlar edinen Erdoğan ve aveneleri, her alanda sergiledikleri ölçüsüzlük, hadsizlik, düzeysizlik ve seviyesizlikle kendi itibarları ile birlikte Türkiye’nin itibarını da yerin dibine geçirdiler.
Daha önce hiç şahit olunmadık kepazeliklerin onlarcasına bu dönemde şahitlik ettik. Ülkenin Enerji Bakanı’na, Dışişleri Bakanı’na, devlet bakanına, aile bakanına, ekonomi bakanına farklı farklı ülkeler hava sahasını kapattı. Birçok ülkeye girişleri yasaklandı. O ülkelerde konuşma yasakları konuldu. Sırf tribünlere oynamak maksadıyla bu yasaklara rağmen uluslararası ilişkilere çirkeflik ve şirretlik yöntemini kazandıran bir kadın bakanın zorla girdiği bir ülkeden yaka paça dışarı edilme kepazeliğini bile bu ülkeye yaşattılar. Düzeysizlik, seviyesizlik derken kastettiğim biraz da bu.
İŞGAL ETTİKLERİ HER MAKAMI İTİBARSIZLAŞTIRDILAR
Ama tabii ki bundan ibaret değil. Dahası var… Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı koltuğu gibi çok kıymetli ve saygınlığı üzerine titrenilmesi gereken bir makamı işgal eden adam, G20 gibi önemli bir uluslararası zirve öncesi toplantının ev sahibi Almanya tarafından resmen azarlandı. Defalarca aşağılandı, burnu sürtüldü, rezil rüsva edildi. En azından üniversite diploması gibi maddi, ahlaki düşkünlük gibi ciddi manevi koşulları karşılamadığı için hukuken ve ahlaken hak etmediği o saygın makamı Erdoğan, kendi itibarsızlığı yüzünden hak etmediği bir itibarsızlığa mahkûm etti.
Yıllardır Yemen’de kıyım yapan Suudi Arabistan’a, Katar’da giriştiği Yemen’deki ile mukayese edilmeyecek kadar basit bir hamlesinden dolayı demediğini bırakmayan Erdoğan’ın, aradan daha bir ay geçmeden soluğu Kral’ın dizinin dibinde almasını imkân veren yüzündeki gönün cinsini sahanın uzmanı bilim adamları mutlaka araştırmalı. Tabii “insanım” diyen insanı hayretten hayrete düşüren bu oynaklığın, bu kıvraklığın, bu kaypaklığın karşılığı da kendi cinsinden oluyor. Daha önce kendisini karşılamak için uçağın kapısına kadar gelinen Erdoğan, bu sefer 5. sınıf bir bürokrat tarafından karşılanmaya razı hale geliyor. Böylece Batı’da düştüğü itibar düzeyini Doğu’da da yakalamış oluyor.
ERDOĞAN DA KADDAFİ GİBİ İTİBAR DEĞİL, İLGİ ODAĞI
İçeride ve dışarıda benimsediği düzey ve seviye ancak düzeysizlik ve seviyesizlik olarak tanımlanabilecek Erdoğan, bu haliyle benzeri diktatörlerden pek çok özellikler taşıyor. Ama, hak ede ede gelip yerleştiği itibar düzeyi bakımından n en fazla Muammer Kaddadi’yi andırıyor. Tıpkı Erdoğan gibi Libya’nın devletlerarası ilişkiler alanını, devlet aklı yerine hislerini, strateji yerine tepkiselliğini egemen kıldığı bir şahsi ilişkiler ve menfaatler alanına çeviren Kaddafi de dünyada bir itibar odağı haline gelememişti ama, hakkını yememek lazım, çok ciddi bir ilgi odağı haline gelmeyi başarmıştı. Erdoğan’da da böyle bir potansiyelin olduğunu bu noktada mutlaka kayıtlara geçirmeliyiz.
Roma’nın göbeğinde Bedevi çadırı açarak, uluslararası ilişkiler alanında daha önce şahit olunmadık düzeyde abuk subuk laflar ederek, halkı yokluk içerisindeyken muazzam miktarlardaki petro-dolarlarını Batılı ülkelerde hovardaca har vurup harman savurarak, takındığı eksantrik ve delişmen tavırlar, tuhaf mimikler, her konuşmada ardı ardına sıraladığı hakaretler ve otantik giyim tarzıyla, zerre itibarı olmayan, ciddi bir ilginin odağı olmayı başarmıştı.
İkisi 1990’ların ikinci yarısında Kahire’de yapılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kalkınma ve İşbirliği (MENA) zirvesi olmak üzere, Kaddafi’nin de katıldığı birkaç uluslararası toplantıyı takip etme imkânım olmuştu. Toplantılara genelde diğer liderlerden geç gelmeyi adet haline getiren Kaddafi’nin gelişinin oluşturduğu heyecan ve ilgi dalgası doğrusu görülmeye değerdi. Görebildiğimiz kadarıyla, Kaddafi bu coşkulu ve tuhaf ilgiden hiç rahatsız değildi. Kendisine olan bu ilginin kaynağının bir hilkat garibesine, hayatta en az bir kere görülmesi gereken cinsten eksantrik bir şey ya da kişiye ve hatta ilginç bir sirk hayvanına olan ilgi tonunda olduğunun ne kadar farkındaydı tabii ki bilemiyoruz.
UMALIM Kİ ZULME ORTAKLIĞIN BEDELİ DE KÜLLİYET KESBETMESİN
Erdoğan da giderek Kaddafi’nin, Hügo Chavez’in, fazlasıyla Mahmut Ahmedinejad’ın uluslararası alanda bıraktığı boşluğu doldurma azmindeymiş gibi gözüküyor. Tıpkı onlar gibi belirli bir ilgi düzeyini üzerine çekmeyi da doğrusu başarıyor. Ne tuhaftır ki, son birkaç yıldır benimsediği tarzıyla ilgi odağı olduğu oranda itibarı da yerlerde sürünüyor. Hitler’den Mussolini’ye, Mao’dan paranoyak Enver Hoca’ya, Ahmedinejad’dan Saddam Hüseyin’e, Stalin’den Pinoche’ye, Humeyni’den Hügo Chavez’e, Hüsnü Mübarek’ten Muammer Kaddafi’ye uzanan tüm diktatörlerden belirli özellikler taşıyan Erdoğan’ın, peşine takarak sürleştirdiklerinin itibar düzeyi de en fazla bu saydıklarımızın itibarları kadar olacaktır.
Zulümle abad olan her diktatör gibi Despot Erdoğan ve avenelerinin ahirlerinin berbat olacağından da kimsenin kuşkusu olmasın. Mühim olan o akıbet gelip bu zalimlerin kapılarını çaldığında masum insanların ve ülkenin göreceği hasarın minimize edilebilmesi. Zulme ortaklığın külliyet kesbettiği bu sürecin sonucunda kaçınılmaz olarak ödenecek ağır bedelin masum ayırt etmeksizin külliyet kesbetmemesi… Gerisi hikâye…
(TR724)