HABER-ANALİZ: SEFER CAN
Dün Türkiye’yi özetleyen iki fotoğraf vardı. Kolay olandan başlayalım; Mehmet Ali Ilıcak gazeteci annesi Nazlı Ilıcak yüzünden cezalandırılmadığı için Erdoğan’a teşekkür ediyordu. Eşinden, anne-babasından dolayı işten atılan, pasaportuna el konulan hatta tutuklanan insanların ülkesinde haklı bir sevinç! Hukuksuzluğun normal, adaletin istisna olduğu bir zamanda ‘Mehmet Ali’ az bir lütuf görmemiş. Bu lütf-u şahaneye mazhar olabilmek için annesi hakkında yaptığı tezviratın etkisini unutmamak lazım. Yoksa her evlat bu kadar şanslı değil.
İkinci kare ise Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticilerinin yargılandığı davanın ilk duruşması. Oğlu Erdem’im Kadri Gürsel’e sarılmasına izin verilmemesi, ülkeyi boydan boya istila eden vicdansızlığın rutin gövde gösterisiydi. Aynı dakikalarda bir polis Adana’da doğumhanenin kapısında çiçeği burnunda anne Derya Gül’ü gözaltına almak üzere bekliyordu. Bu muameleye muhatap olan kadın sayısı 30’u buldu sanıyorum.
‘F..Ö’cülerin bebeklerine kadar katli vaciptir’ diyen adam hâlâ yandaş bir gazetede yazı yazıyor ve hakkında hiç bir kanuni işlem yapılmıyor. Umarım Kadri Gürsel tahliye olur ve Erdem doya doya sarılır. Ancak aynı travmayı binlerce çocuğun yaşadığını aklımızın bir köşesinde taşıyalım.
Cumhuriyet Davası, nasıl bir absürdistan olduğumuzun da göstergesi. Gazeteye ve yazarlarına her şey denebilir ama isimlerinin cemaatle anılmasına ‘yok artık’ demek bile abes. Mustafa Karaalioğlu’nun, Nuh Albayrak’ın hatta Mehmet Barlas’ın yüzde biri kadar dahi yolları kesişmemiştir. AKP’ye yakın bir firmanın internette 14 liraya sattığı tişörtleri giyenlerin sokaktan toplandığı bir iklimde hiç bir şeye şaşırmıyoruz. Asıl şaşırtıcı olan Cumhuriyetçilerin hâlâ oyunu Erdoğan’ın kurguladığı gibi oynaması… ‘FETÖ’nün Erdoğan’ın istediği kapıyı açmak için ürettiği bir maymuncuk olduğunu kabul etmek istemiyorlar. En azından öyle görünüyorlar. ‘Bizi suçlayan savcı da FETÖ’den yargılanıyor’ savunması maymuncuk tezini doğruluyor. Haklarında iddianame yazmaya tenezzül etmeden binlerce hâkim ve savcıyı bir yıldır hapiste tutan zihniyetin, iki müebbetle yargılanan bir savcıyı görevde tutması da uyandırmıyor. Belki de savcı kendini Cumhuriyetçiler gibi savunuyordur: ‘FETÖ’cü olsam onlara dava açar mıydım!’ filan diyordur.
Daha büyük çelişki ise darbe yargılamalarında. Hem Akıncı Üssündeki ‘darbeciler’ hem de onları bombalayan pilotlar aynı suçlamayla cezaevinde. Orgeneral Ümit Dündar’ın talimatıyla Üsse operasyon düzenleyen Korgeneral Yıldırım Güvenç de hakeza… Malatya’da 2. Ordu yargılamalarında da aynı tuhaflık var. Darbecilerle yaka paça olduğu video görüntüleriyle ortaya konan Binbaşı Sedat Kaya 322 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu. Ama yargılaması devam ediyor.
Erdoğan’ın diz çöktüremediği herkese terörist demesi anlaşılabilir. Ama muhataplarının, Erdoğan’ın kendileri dışındakilere yaptığı suçlamaya hak verir tavırları mide bulandırıyor. Etik kaygılar vs. bir yana doğru strateji değil. ‘Onu al beni alma’ savunması sonuç vermiyor. Ne yazık ki orada patinaja devam ediliyor. Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı’nın Birgün Gazetesine yaptığı şu tespit 12’den vuruyor: “Eğer Erdoğan’ın Cumhuriyet’e karşı kızgınlığı kısmen azalmışsa, bazı arkadaşlarımız serbest kalabilirler. Zira burada hukuk diye bir şey yok. Zaten hukuk olsa, iddianamenin ciddi bir tarafı olurdu. Dolayısıyla bu davanın seyri arka planda, yargıya verilecek işarete kalmış bir durum.” Bursalı’nın satırları gösteriyor ki durumun farkındalar ama bazıları kabullenmek istemiyor.
Örneklerden de anlaşılacağı gibi Erdoğan ve savcıları kimi istiyorsa bu yaftayla suçluyor. Doğru olup olmaması mühim değil. Bu hukuksuzluğa toptan karşı durulmazsa bireysel kurtuluş uzak bir hayal.
(TR724)