Şantaj-Rüşvet Diplomasisinin Iflası

HABER-YORUM: ERMAN YALAZ

Avrupa bir haftadır, Türkiye’nin Almanya’ya terörü desteklediği belirtilen 680 Alman şirketinin ismini verdiği iddiası ile çalkalanıyor.  Tayyip Erdoğan ve ekibi bunu yalanlasa da, Reuters tarafından bir güvenlik kaynağına dayandırılarak konu yeniden gündeme getirildi. Alman güvenlik kaynağı listenin verildiğini doğruladı. Konuyu ilk gündeme taşıyan Alman Die Zeit gazetesi, Erdoğan’ın Almanya’ya ‘bunlar terörü destekliyor’ diye verdiği listede Almanya’nın önde gelen şirketleri Daimler ve BASF AG gibi devlerin olduğunu yazmıştı. Yeni durum daha vahim Reuters haberine göre, liste konuşulan ve bilinenlerden 10 kat fazla.
15 yıllık AKP iktidarında Erdoğan, 7 ayrı dışişleri bakanı ile çalışmış. En uzun çalıştığı iki isim Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu. 2002’de Avrupa Birliği adaylığı, gelişmiş ve müreffeh Türkiye, evrensel hukuku insan haklarını yeniden inşa, komşularla sıfır sorun gibi açılımlarla yola çıkan bu ekibin yerinde yeller esiyor.
ERDOĞAN ARTIK KİMSEYİ SUÇLAYAMAZ
Ortadoğu ve İslam coğrafyasında en deneyimli bürokratlardan Yaşar Yakış, bir konuşmasında Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemi anlatırken Erdoğan’ın diplomasi ve dışişleri kültürünün tamamını yok eden yaklaşımlarından dem vurmuştu. Köklü politikaları yıkıp, ilişkilerine göre dış politika inşa etmeye kalkan Erdoğan geçmişte suçu hep Dışişleri bakanları ve ekiplerine atmıştı. Geçmeyen 1 Mart tezkeresi Yaşar Yakış ve Abdullah Gül’ün, Suriye politikası Davutoğlu’nun kabahatiydi Erdoğan’a göre.
Oysa,  İsrail ile ‘one minute’ resti ile tartışan, Mavi Marmara gemisiyle ambargoyu delmek hevesiyle Ortadoğu’da Türkiye’yi savaşla burun buruna getiren, bugün diktatör dediği Esed ile dün aile kahvaltıları düzenleyen, Arap ve Körfez ülkelerinin prensleriyle tatillerle iş kotaran; dışişlerini de kendi şirketi gibi alışverişlerinin merkezinde politikalarla kötü yönetime kurban eden Erdoğan’ın kendisi.
Haklarını yemeyelim, Erdoğan’ın memnun olmadığı o eski dışişleri bakanlarının öyle ya da böyle bir ağırlığı varmış. Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan, 15 Temmuz kontrollü darbe ve 15 Nisan referandum süreçleriyle gücü tek elde toplayan Erdoğan’ın doğrudan yönettiği haliyle dış politika ve diplomasi meyveleri bir bir ortaya çıkmaya başladı. O yüzden artık kimseyi suçlayamaz.
DÜNYA LİDERLERİ DE SAKLAYAMIYOR, ÇÜNKÜ ARTIK MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR
Almanya-Türkiye krizi, AB ile mülteci krizi, Amerika ile Zarrab ve İzmir’de tutuklanan ABD’li Papaz Brunson krizi, Hollanda-Norveç-Almanya-Belçika ile casus imamlar krizi, tutuklu yabancı gazeteciler ve en son insan hakları savunucularının gözaltına alınıp tutuklanmaları bunlardan bir kaçı… Liste uzun. Görünüşe göre daha da artacak.
En derin krizlerden biri geçen hafta patlak verdi. Almanya ve AB arka arkaya açıklamayla Erdoğan’a rest çekiyor. Neden? Erdoğan’ın ‘şantaj diplomasi’ artık liderlerin kapılar arkasında saklayamayacağı kadar büyüdü de ondan. Mızrak çuvala sığmıyor. Aslında buna diplomasi demek uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimine uygun da düşmüyor. Doğrudan şantaj ve tehditlerle, esir pazarlıklarıyla kaba, bir o kadar nobran ve dan-dun bir dış politika anlayışının neticeleri bunlar.  Erdoğan ile birlikte dış politikada üç şey hakim; şantaj, rüşvet ve hukuksuzluk. Büyük ülkelerle şantaj görünümlü ihale pazarlıkları, Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkeleriyle rüşvetle iş çözme hakim. Evrensel hukuk ve ülke içindeki anayasa, kanunlar gibi bağlayıcı iç hukuk zaten yerle yeksan. Bunlar ortadan kalkınca ortada kabile devleti mantığıyla yönetilen dış politika ve neticesi siyaset peydahlanıyor.
DENİZ YÜCEL’E KARŞI NATO SUBAYLARI, ZARRAB’A KARŞI ABD’Lİ PAPAZ…
Şubat ayında tutuklanan Die Welt gazetesinden Deniz Yücel’in, serbest bırakılsın çağrılarına kulak asılmadı malum.  Alman Bild gazetesi geçen hafta Erdoğan’ın gazeteci Deniz Yücel’in Almanya’ya iltica eden iki eski generalle takas edilmesini önerdiğini iddia etti. Alman diplomatik kaynaklara dayandırılan haberde şu noktaya dikkat çekildi: “Berlin’de Türk hükümetinin tutuklu Almanları rehine olarak kullandığı kanaati hakim…”
Deniz Yücel’den sonra bir başka Alman vatandaşı, gazeteci ve insan hakları aktivisti Peter Steudtner de,  geçen hafta 8 insan hakları savunucusunun Büyükada’da yeni darbe hazırlığı yaptıkları iddiaları ve terör örgütü üyeliği suçlamalarıyla tutuklandı.
Amerika meselesi malum, bir senedir gündemde. Bizzat ABD’nin eski büyükelçisi Eric Edelman gündeme getirdi. 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarının kilit ismi Reza Zarrab (Rıza Sarraf) ABD’de yargılanıyor. Edelman’ın yazdığına göre, AKP hükümeti  Erdoğan, İzmir’de tutuklu bulunan papaz Andrew Brunson’un salıverilmesi karşılığında Manhattan’da yargılanmayı bekleyen İran asıllı Türk vatandaşı, milyoner Reza Zarrab’ın Türkiye’ye iade edilmesini istiyor. Trump yönetiminden tepki yok şimdilik. Ama Amerika, Erdoğan’ın hukuksuzluğunun ülkelerine taşınmamasını tartışıyor.
3 MİLYAR AVRO VERECEKSEN KONUŞMAYALIM!
İyi ama bu ilk kez olmuyor ki. Geçen sene Financial Times Gazetesi,  Erdoğan’ın mülteci krizi ile ilgili AB yetkilileri Jean Claude Juncker ve Donald Tusk ile yaptığı görüşme tutanaklarını yayımladı. Erdoğan, “Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarını açıp mültecileri otobüslere bindirip göndeririz. Eğer iki yıl için 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım.” demişti. Apaçık şekilde Suriyeli mültecilerin göçleri ve ölümleri üzerinden  para pazarlığı yapmış, Avrupa’yı tehdit etmişti bu sözleriyle.
İyi de bunlar dışarıdan bakış, yurdum insanı bunu pekala memnuniyetle karşılıyor. Hatta, ‘Reis ülke çıkarları için batılı siyasiler ve liderlerle çatır çatır mücadele ediyor’ diyenler olabilir. Ancak iş öyle değil. Ülke içinde ya da dostlarım dedikleriyle Erdoğan’ın uyguladığı politikalar farklı mı sizce? Değil.
SİYASETİ DİZAYN İÇİN DAMATLARI ESİR ET, IŞİD İLE TAKAS YAP
AK Parti kurucusu, eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damatlarının F..ö soruşturmalarında yaşadığı durum Erdoğan’ın batıya karşı yürüttüğü esir diplomasisinden farkı nedir? Ankara’da  bu şekilde kuyruğundan tutulmuş, damadı gelini devlet kadrolarına alınmış, arazi ve ev işi çözülmüş yüzlerce bürokrat ve milletvekili bir çırpıda sayılabilir. Dün demokrat görünümlü, bugün suskun bu kitlenin karın ağrısı ne ola ki? F.ö davaları ve soruşturmaları nedeniyle yüzlerce böyle vakıa ortaya çıktı. Sadece Erdoğan değil, onun emrindeki yargıda da, bürokraside de işler şantaj ve tehditlerle kotarılıyor.
Ya IŞİD ile DAEŞ ile mücadele ediyorum, diye poz verirken yaşananlar! Musul’da yaşanan rehine krizinde yüzlerce IŞİD militanının serbest bırakılmasına ne diyeceğiz? Malum, Niğde’de  1 polis, 1 asker ve 1 sivili şehit eden IŞİD militanlarının yargılandığı davada IŞİD’li olduğu iddia edilen sanıkların yüzlerini bile görmeden yargılama yapıldı. Karar çıktı, ne mahkeme heyeti ne mağdur yakınları sanıkları gördü.  Yine olayla irtibatlı  Heysem Topalca’nın, MİT çalışanı olduğu ortaya çıkmıştı. IŞİD militanlarının Musul Konsolosluğu’nda esir tutulan 49 kişiyi serbest bırakmasının perde arkası Ekim 2014’te İngiliz Times gazetesinin haberiyle deşifre edildi. İki İngiliz vatandaşının da bulunduğu 180 IŞİD militanını Türkiye’nin serbest bıraktığı ortaya çıktı. İddia o gün bugün yalanlanmadı.
Yani içerde ‘şehit edebiyatı’ dışarıda ‘IŞİD ile mücadele’ diye bağıranlar hukuksuz operasyonlarını dış politika pozuyla sattılar, satıyorlar.
UYGUR TÜRKLERİ VE MAVİ MARMARA OLAYINDAKİ ÇARKLAR
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Çin ve İsrail ilişkilerinde yaşanan iki örnek kafi. Malum, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği’nin bilgi ve denetiminde 15 yıldır Türkiye’de yaşayan Uygur Türklerinin (Doğu Türkistan) kanaat önderlerinden Abdulkadir Yapçan, hükümetin talimatıyla geçen sene Ağustos ayında önce gözaltına alındı. Sonra serbest bırakıldı. Sonra tekrar gözaltına alınarak Çin’e iade edilmek üzere Kırklareli’ndeki kampa alındı. Durumu hala belirsizliğini koruyor. Erdoğan’ın Rusya-Çin ilişkileri Şangay İşbirliği Teşkilatı pazarlıklarının bir neticesiydi bu.
Aynı kafa aynı topluluğa bir yıl önce başka davranmıştı oysa. Tayland hükümetinin Temmuz 2015’te, 90 Uygur’un Çin’e iade edildiğini açıklaması üzerine AKP hükümeti ve iktidar medyası adeta kampanya başlatmıştı. Aynı şeyi bir yıl sonra kendileri yaptığında ne medyadan ne hükümet kanadından ses çıktı. Kayıtlara girmeden iade edilen Doğu Türkistanlı kaç kişi var hala belirsiz. Erdoğan’ın pazarlıklarına karşı ses çıkaracak diplomatik kültür de politikacı da kalmadı çünkü.
Son örnek İsrail ile ilişkilerden. İsrail-Türkiye ilişkilerinde dönüm noktası olan 31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayına bakalım. 2009’da Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda baş gösteren İsrail-Türkiye geriliminin mimarı Erdoğan, dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e söz veren moderatöre ünlü “One Minute” sözüyle çıkışmış olay yerini terk etmişti. Daha sonra Gazze’ye yardım taşımak için yola çıkan Mavi Marmara gemisine düzenlenen operasyonda 9’u Türk 10 kişinin öldürülmesi ise ipleri tamamen kopartmıştı.
Sonra ne oldu? Erdoğan, keskin bir manevra ile 2016’da işin içinden sıyrıldı. Önce ‘giderken bana mı sordunuz’ deyip İHH’ya laflarını sıraladı. Sonra konu İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Binali Yıldırım’a havale edildi. Neticede Mavi Marmara şehitleri yıllarca sömürüldü, sonra davalar düşürüldü. ‘Mutlaka yargılanacak’ diye meydan meydan siyaset yapılan İsrailli komutanların listeleri mahkemelerden geri çekildi. Her şey süt liman şimdi!
Erdoğan sadece şantaj ve rüşvet diplomasisini işletip pazarlık yapmıyor; muhtemelen şantaj ve rüşvetlere de boyun eğiyor. Rusya ile yaşanan uçak krizinden sonra, füze ve nükleer anlaşmaları gündeme geliyor. Artık gerçek ve güçlü bir diplomasinin değil, Kaddafi’lerin, Saddam’ların devrinde olduğu gibi Ortadoğu ülkesi sınıfına düşürülen Türkiye’nin tek adamının, eşrafının ve ailesinin sözleri ve politikaları hayata geçiriliyor. Doğudakiler ve ülkedekiler uyanmadı. Ancak batı artık şantaj ve rüşvet diplomasisine geçit vereceğe benzemiyor. (TR724)