Erdoğan’ın Aktif Sabır ve Pasif Direnişe Karşı Şansı Var Mı?

Yorum: Akif Umut Avaz

Zalim bir diktatörün ve ahlaksız payandalarının elinde Türkiye inim inim inliyor. Zulüm her yerde. Yüz binlerce masum insan işsiz-aşsız, evsiz-barksız bırakıldı. 50 binden fazlası hapse atıldı. Malları, mülkleri gasp edildi. Bebekler ve çocuklar, hayatta olan analarından, babalarından mahrum bırakıldı. Akılalmaz ahlaksızlıktaki işkenceler aldı başını gitti. Şimdilerde ise despot Erdoğan ağzını her açtığında kelle uçurmaktan bahsediyor. Zulümlerine zulüm katmak istiyor. Mafya, çete, gazeteci, ilahiyatçı kılığına girmiş ahlaksız yardakçıları da katliam güzellemeleri yapmakta birbirleriyle yarışıyor.
Hedefe konulan on binler uydurulan deli saçması suçlamalarla her gün tek tek evlerinden alınıyor. İşkenceler, hakaretler, tacizler altında zindanlara atılıyor. Arsızlıklarını, hırsızlıklarını, rüşvetçiliklerini yüzlerine vuran bir gruba kinlerini kuşanıp ülkenin en eğitimli, en donanımlı, en ahlaklı kesimlerini gök ekinler gibi biçiyorlar. Uydurdukları safsatalarla, şehir efsaneleri ve kof kahramanlıklarla toplumun gözünü boyayıp ülkeyi çoktan bir Haramistan’a çevirdiler bile. Şimdilerde adım adım Harabistan’a doğru sürüklüyorlar.
GÜCÜN VE ZULMÜN ZİRVESİNDEKİ ERDOĞAN’IN ÇARESİZLİĞİ
Size belki çok tuhaf gelecek ama mesnedsiz iddia ve suçlamalarla yüz binlerce insanı hedef alan en şedid zulümlerin hakkını veren Erdoğan ve aveneleri güç sarhoşluğunun zirvesindelerken bile muazzam bir çaresizliği yaşıyor. Kendi haksızlıklarını esasen en iyi kendileri biliyor. Bu yüzden pörsümüş vicdanlarına rağmen bir türlü huzur yüzü göremiyorlar. Hele hele insanlık dışı her türlü baskı ve zulümlerine rağmen, dört elle sarıldıkları sabırlarını silah gibi kuşanıp zalime asla boyun eğmeyen yüz binlerin dirayeti karşısında çıldırıyorlar. Çaresiz kalıyorlar.
Kaderlerine despotların çöreklendiği birçok ülkede kriminalize edilen pek çok sosyal hareket, zulümler karşısında çaresiz bırakılıp şiddete yönlendirilip marjinalize edilerek hızla yok edilebildiği halde, Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ne karşı da devreye soktuğu bu yöntem, bir türlü arzuladıkları sonucu vermedi. Tüm haksızlıklara, hukuksuzluklara, taciz, işkence ve zulümlere rağmen milyonlarca takipçisi olan Hizmet Hareketi’nden bugüne kadar şiddet eğilimi gösteren tek bir kişi olmadı. Sadece bu durum bile, Hizmet Hareketi’ni karalama amaçlı tedavüle sokulan “terör” yaftasının alçakça bir iftiradan ibaret olduğunu tüm dünyaya ispatlamaya yetiyor.

DÖNEN DÖNSÜN BEN DÖNMEZEM YOLUMDAN
Yüz binlerce insan tarihin gördüğü en büyük zulüm, haksızlık ve hukuksuzluklardan birine maruz kalmış olmalarına rağmen, kendi haklarını korumak için dahi olsa, herhangi bir hukuksuzluğa ve şiddete meyletmedikleri gibi doğru bildikleri yoldan da dönmüyorlar. Adeta hal diliyle her biri bir dil kesilip Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi diyorlar: “Kadılar müftüler fetva yazarsa / İşte kemend, işte boynum asarsa / İşte hançer, işte kellem keserse / Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan…”
Erdoğan’ın tahakkümü altında hukuksuz adi bir suç şebekesine dönen ceberut devletin zulümleri karşısında özünü yitirmeyerek kendisi kalmayı başaran, bütün bu olumsuzluklara rağmen vakarını ve şahsiyetini koruyan Hizmet Hareketi gönüllüleri pasif direniş kültürü için de yeni bir model oluşturuyorlar. Maruz kaldıkları onca zulme, işkenceye, tacize, haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen ne şiddete meylediyorlar ne kırıyor, döküyorlar ne de zalime boyun eğiyorlar. Öyle ki, bu eşsiz sabır ve dirençleriyle, şayet görseydi, pasif direniş ve sivil itaatsizlik fikrinin babası Henry David Thoreau’ya bile ilham verebilirlerdi.
Thoreau’nun ‘Sivil İtaatsizlik’ makalesi ile dolaşıma giren bu kavrama, özellikle pratiğe aktarma yöntemleri açısından, Mahatma Gandhi, Rosa Parks, Martin Luther King, Paul Lafargue’nin de büyük katkıları olmuştur. Tüm bu önemli figürlerin fikir ve eylemlerinden etkilenen pasif direniş, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan eylemler olarak tanımlanır. Sivil itaatsizlik ise “hukuk devleti fikrinin içerdiği üstün değerler uğruna kamuya açık ve (cari) yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, üçüncü kişilerin hakkını çiğnemeyen barışçıl bir protesto eylemidir.”
SABRIN OLABİLDİĞİNCE GÜÇLÜ VE ALABİLDİĞİNCE AKTİF HALİ
Her ne kadar kendisi öyle adlandırmasa da Fethullah Gülen Hocaefendi’nin anlayışına göre ise pasif direniş, sabrın olabildiğince güçlü ve alabildiğine aktif halidir. Gülen, “Bela ve musibetlere maruz kalındığı zaman da yine dişi sıkıp sabretmek ve şikâyette bulunmamak esastır. Şu kadar var ki, biz sabra bir mülahaza ve bir sıfat ilave ediyor, ‘aktif sabır’ diyoruz. Bela ve musibete maruz kalındığı zaman da durağanlığa girmemeyi önemli görüyoruz. Çünkü durağanlığa girmek, fiziğin temel kanununa göre dökülmek ve sağa-sola saçılmak demektir… Saldırılar, tecavüzler, iftiralar, tezvirler, tehcirler, tehditler karşısında dişinizi sıkıp sabretmelisiniz, fakat bu sabrınız aktif şekilde olmalı. Mutlaka alternatif yollar/yöntemler oluşturmalı ve inandığınız yolda yürümeye devam etmelisiniz. Şayet zorluklar karşısında tamamen durursanız telafi edemeyeceğiniz zayiatla karşı karşıya kalırsınız.”
Gelmiş geçmiş tüm gerçek ve samimi barış insanları gibi Fethullah Gülen Hocaefendi de, amaçlara ve maslahatlara erişme yolunda şiddet ve savaşı dışlayanlar arasında yerini almaktadır. Aslında aklın yolu da buradan geçmektedir. Sadece barış insanlarının değil, binlerce yıllık insanlık tarihinin savaş üzerine en fazla kafa yormuş meşhur stratejistlerinin söylediklerinin de bundan bir farkı yoktur. Mesela, Prusyalı Carl von Clausewitz “Savaş Üzerine” isimli strateji kitabında “savaş, siyasetin ve diplomasinin bir devamıdır” diyerek savaşın ancak barışçıl yolların, siyaset ve diplomasinin acziyetinin bir ifadesi ve sonucu olduğunu dile getirmektedir.
2500 yıl önce yaşamış Çinli komutan Sun Tzu da “Savaş Sanatı” isimli efsanevi kitabında “Gerçek zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir. Gerçek önder savaşmadan kazanan önderdir,” der.
KELEBEK HAYATLARINA RAZI OLUP ZALİME BOYUN EĞMEMEK
Hırsızlık ve yolsuzlukta suç üstü yakalanıp, suçlarını örtmek için kendi halkından insanlara karşı doğrudan savaş dâhil her şeyi göze alanları istisna tutacak olursak, Adolf Hitler gibi gücü kutsayan bazı sosyal Darvinistler dışında, aklı başında olup da savaşı yücelten kimseye rastlayamazsınız. Çünkü, Benjamin Franklin’in dediği gibi “iyi bir savaş, kötü bir barış hiç olmamıştır.”
Buradaki “savaş” kelimeleri yerine rahatlıkla “şiddet” kelimesini de koyabiliriz. Savaş ya da şiddet fark etmeksizin, bu noktada, “savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir” diyen İngiliz düşünür Bertrand Russell’a hak vermemek imkânsızdır.
Pasif direniş ve aktif sabır hele hele kelebek hayatları yaşamayı göze alanlar tarafından deruhte ediliyorsa çok daha kıymetlidir… Aklını, izanını, insanlığını ve vicdanını tamamen yitirmiş ahlaksız muktedirlerin tahakkümü ve zulmü altında ülkenin inim inim inlediği bir devir, bir sonraki sabahlarından emin olmaksızın olup biten haksızlıklara, hukuksuzluklara, baskılara ve katliamlara karşı sesini yükseltebilme cesaretini gösterebilenlerin yıldızlaştığı bir devirdir de.
İnsanlık için kendilerini fedayı göze alan bu insanlar biliyorlar ki, haksızlıklara karşı çıkma cesaretini gösterenlerin, Erdoğan dikta rejiminin keyfi direktifleriyle, alakaları olmayan ve aslında hiç olmayan müphem suçlarla suçlanmaları bir an meselesidir. Tabii sonra gelsin polis baskınları, gözaltılar, tutuklamalar ve hormonlu, botokslu, elma yanaklı mafya bozuntularının alçakça tehditlerine muhatap olmalar.
PEKİ, BUNA DEĞMEZ Mİ?
Ahlaksız zulüm devirlerinde “yolsuzluk yapmayın, hırsızlık etmeyin, rüşvet almayın, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu malını talan etmeyin; görgüsüz bir lüks, arsız bir şatafat ve şirret bir debdebe için yoksul halkın vergilerini çarçur etmeyin; insanların helal mülklerine ahlaksızca çökmeyin; insanların alınterlerinin semerelerini istilacı yamyamlar gibi gasp etmeyin; sizin gibi düşünmeyen, izzetsiz alkışlara tenezzül etmeyerek zulmünüze ortak olmayan ve size yalakalığı onurlarına yediremeyen dürüst ve onurlu insanları ekmeklerinden ve özgürlüklerinden mahrum bırakmayın; hakkın, hukukun sesi özgür medyayı ahlaksız yöntemlerle yok etmeyin; onurlu gazetecileri, izzetli aydınları ve akademisyenleri ölümle ya da keyfi hapis cezalarıyla tehdit etmeyin, zindanlarda süründürmeyin; dinen günah, ahlaken ayıp, kanunen suç olan yüz kızartıcı pis işler yaparken suçüstü yakalandığınız için başkalarına olan haksız kininizden dolayı hayırsever insanlara zulmetmeyin; ahlaksız bir ikiyüzlülükle yalan söylemeyin; masum insanlara büyük bir utanmazlıkla iftiralar atmayın; şeytanı kıskandıracak rezil planlarla cadı avları yapmayın!..” diyebilme cesareti gösterebilmek, kelebek hayatları yaşamayı göze almayı gerektirse bile, değmez mi?
Hele hele Brezilyalı aktivist ve siyasetçi Prof. Dr. Cristovam Buarque’nin “Tepki Ver! (Reaja!)” adlı küçük risalesinde ifade ettiklerine benzer şekilde, bugün Türkiye’de yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar, zulümler ve ölümler iyice geç olmadan hep birlikte ayağa kalkmayı, olabildiğince gür bir sedayla güçlü bir tepki vermeyi gerektirdiği bir dönemde.
ZALİMDEN, ZULÜMDEN DAHA BETER ŞEY, ZALİME, ZULME ALIŞMAKTIR!
Öyleyse biz de Buarque gibi “Alışma” diye başlayıp Erdoğan dikta ve zulmüne “Tepki ver!” çağrımıza şöyle devam edebiliriz: Ruhlarımızı ele geçirmeye çalışan sapkın ve yozlaşmış bir devirde yaşama alışkınlığına tepki ver. Unutma ki, bütün kötülüklerden daha beter olan şey, bu kötülüklere alışmaktır; buna tepki ver! Çünkü, alışmak ölmektir. Siyasetteki, profesyonel ya da kişisel ilişkilerdeki yozlaşmaya tepki ver!.. Alışma… İşkenceci bile işine öylesine alışır ki artık eyleminin ahlaksızlığını fark etmez olur. Suçu kendi elleriyle işlemediği için işin içinden sıyrılanların mazeretini asla kabul etme. Tepki ver!
Erdoğan rejimi altındaki Türkiye’de olduğu gibi sanığın kimliğine ya da muktedirlere yakınlığına veya uzaklığına göre yozlaşmış yargının farklı işleyişine boyun eğme. Yargının muktedirlerin elinde muhaliflerine azap çektirmekte kullandıkları bir çivili gürze dönüşmesine müsaade etme! Ayağa kalk, sesini yükselt ve tepki ver! Mağduriyetlerden bahsetmeyi ve hatta ağlamayı öğren, utanma! Ama dikkat et, ağladığın ve bahsettiğin sadece kendi mağduriyetlerinden ibaret olmasın. Başkalarının acılarına da ağlamayı, onların acılarından da içtenlikle bahsetmeyi öğren. Empati kur, tepki ver!
BİLE BİLE DİLSİZ ŞEYTAN OLMA!
Halkın verdiği yetki ve otoriteyi şahsi menfaatleri için istismar edenlerin ahlaksızlığına ve yozlaşmışlığına razı olma, tepki ver! Hırsızlıklarla, yolsuzluklarla, rüşvetlerle, talanlarla, gasplarla pervasız ve utanmaz haramiler gibi göz göre göre senden çaldıklarının sadece senin hakkın değil, çocuklarının da hakkı olduğunu asla unutma, tepki ver! Yaptıkları hırsızlık, yolsuzluk, hukuksuzluklarıyla suça battıkça yalandan, iftiradan, tehditten, şantajdan, baskıdan ve zulümden medet uman yozlaşmış muktedirlere alışarak sakın ola ki sen de yozlaşma. Haksızlıklar karşısında susma. Bile bile bir dilsiz şeytan olma.
Hangi taraftan gelirse gelsin, hangi amaç uğruna olursa olsun terörizme, gayr-i meşru ve orantısız şiddete tepki ver! Gerçek terör örgütlerinin terörizmi kadar Erdoğan rejiminin ve AKP hükümetinin terörizmine de sessiz kalma! Özünde şiddetin her türlüsüne tepki ver.
Yoz muktedirlerin tüm zulümlerine ve soğukkanlılıkla gerçekleştirilen katliamlara rağmen ortalığı kaplayan tiksindirici sessizliğe de, çekinme, tepki ver! Ülkenin tarihine ve bugününe ait yüz kızartıcı gerçeklerin saklanmasına seyirci kalma. Acıların paylaşımında bile yapılan ikiyüzlü ayrımcılıklara tepki ver! Bilim yerine yardakçılığı, düşünce ve ifade özgürlüğü, akademik özgürlük ve ilmin izzetini korumak yerine muktedire temennayı meziyet bilen yoz üniversitelere de tepki ver!
Özgürlüklerin kısıtlanmasına dair her türden baskılara tepki ver! Sesini yükselt, haykır! Konformistlerin kendi kendilerini aldatan sessizliğine inat daha yüksek sesle haykır! Boyun eğenlerin zavallılığına, dalkavukların ahlaksızlığına, fırsat düşkünlerinin acınası zaaflarına ve haksız menfaat peşindeki utanılası suç ortaklarına dayanarak kurdukları tek adam, tek parti despotluğuna boyun eğme, tepki ver! Boyun eğen, korkan, sinen ya da menfaat karşılığı işbirliği içine giren sözde aydınların; korkutulan, satın alınan ya da düpedüz haysiyetsizleştiklerinden dolayı körleşen, böylece özgür ve bağımsız değerlendirme yapma yetisinden mahrum kalan Saray medyasının acınası ve tiksindirici işbirlikçiliğine tepki ver! “Hayır” de. Çevrendeki herkes “evet” dese bile, sen “hayır” demekten gurur duy ve duruşundan vazgeçme!
HELE BİRAZ DAHA SABIR
Yaşanan bütün olumsuzluklara, zulümlere ve zulmete rağmen sakın ha içini karartıp da karamsarlığa düşme! En fazla umutsuzluğa ve kötümserliğe tepki ver! Kendilerini acizliğe vurup tercihlerini kayıtsızlıktan yana yapanların nihilizmine sen de teslim olma! Her ne kadar şartlar gereği iyimserlikten daha akla yatkın gibi görünse de, kötümserliğin seni ele geçirmesine asla izin verme! Sakın zulme ve baskıya boyun eğme, insanca ayağa kalk, onurunla diren, cesaretle sesini yükselt ve medeni bir şekilde tepki ver! Ama susma!
Mahatma Gandi, “Doğrulukla Olan Deneyimlerimin Öyküsü” adlı kitabında şöyle der: “Umutsuzluğa düştüğümde tarih boyunca doğruluk ve sevginin her zaman kazandığını hatırlarım. Tiranlar ve katiller olmuştur. Hatta bir süre yenilmez sanılmışlardır. Ancak sonunda her zaman kaybederler. Düşün bir, her zaman.”
Yoksa siz harami despot Erdoğan ile başında bulunduğu yoz, yobaz ve ahlaksız dikta rejiminin akibetinin farklı olacağını mı sanıyorsunuz? Hele biraz daha sabır!
(TR724)