[Mahmut Akpınar]
Bir firmaya gitseniz ürünün kaynağı sorulur, Avrupa, Batı mamulü ise itibar edilir. Araba/makina parçası alacaksanız “orijinal mi, yan sanayi mi?” diye sorulur. Orijinale fazla para ödenir; yerli burun kıvırarak ve ekonomik sebeplerle tercih edilir. Dünyada Türkiye’nin ticaret hacmini aşan pek çok firma var. Geşlişmişlik sadece batıya, Avrupaya münhasır da değil. 1950’lerde açlıktan kırılan, 1980’lerde bizim gerimizde olan Asya ülkesi Güney Kore her gün kullandığımız SAMSUNG, HYUNDAİ, KİA, LG gibi küresel şirketlere sahip. Uçakta yapıyor, araba da!
“Bir Türk dünyaya bedel!” olduğu, “Şanlı Osmanlı’nın muhteşem torunları” olduğumuz halde biz neden her 15-20 yılda bir başladığımız yere düşüyoruz?
Yüksek büyüme hızlarına ulaşıyor, demokrasi yolunda güçlü adımlar atıyor, klasmanımızdaki ülkelerin imreneceği gelişmeler yaşıyoruz. Sonra bütün kazanımları bir hamlede kaybediyoruz. Hukuk, insan hakları, demokrasi yolunda yol almışken gücü ele geçiren birileri hakkına razı olmayıp her şeyi kontrol etmek istiyor ve kendimizi itişip kakışırken, dövüşürken buluyoruz. Barış huzur içinde yaşarken birden tuhaflaşıyor bizim gibi düşünmeyeni, “hain”, “ajan” ilan ediyor imhaya koyuluyoruz. Sonra ne huzur kalıyor, ne ekonomi, ne de hukuk!
Türk insanı olarak gelişmiş bir demokrasi, sağlam bir ekonomi, huzurlu, barış içinde bir toplum tesis edecek kabiliyet ve kapasiteden mahrum muyuz?
Neden bin bir güçlükle elde ettiğimiz kazanımları havadan sudan sebeplerle harcıyoruz?
Kahve, ev muhabbetlerinde sıkça geçtiği üzere “bizden adam olmaz” mı?
“Biz yapamayız” mı?
Yoksa “Süper güçler, büyük devletler bizi çekemediği” için mi bunlar başımıza geliyor? Ya da “bir Türk tırmanırsa başka bir Türk mutlaka onu aşağıya çeker!” tezi doğru mu?
Ülkelerin gelişmişliğinin, başarısının o ülke insanlarının zekâ, kabiliyetiyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu Allah’ın adaletine de aykırı. Adili Mutlak dediğimiz Cenabı Hak mesela Almanlara, Fransızlara, İngilizlere torpil mi geçiyor?
Elbette hayır!
Gelişmişlik, zenginlik, güç o ülkelerin potansiyelinin, imkanlarının çok olmasından öte onları değerlendirmeleriyle ilgili. Yeraltı zenginlikleri de gelişmişlik için yeterli değil. Japonya, Almanya, İngiltere, G. Kore gibi ülkelerde ne petrol var, ne gaz. Ama Arap ülkelerinden daha zengin değillerse bile daha güçlüler, daha huzurlular ve dünyada söz sahibiler.
Gelişmiş ülkelerin pek çoğunu biliyoruz. Ortalama insanlar bizim insanımızdan zekâ, beceri kabiliyet olarak farklı değil. Hatta bizim insanımızın onların ortalamasından daha zeki, becerikli, girişimci olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’den her seviyede pek çok insan batı ülkelerine geliyor ve eğer ortalama bir çaba gösterirse akranları arasında başarılı oluyor; kolayca buradaki insanların önüne geçebiliyor.
İnsanları daha zeki değil, daha uyanık değil. Hatta daha çalışkan değil. Ama daha dürüst, başkalarının hakkına, hukukuna ve kurallara çok daha saygılı! Kul Hakkı kavramı yok ama bu hakka riayet buralarda çok önemseniyor.
Buralarda sistem kayırmacılığa, akraba ilişkilerine, istismar ve suiistimale müsait değil. Düzen insanların haklarını, emeğini koruyacak şekilde işliyor. “Zayıfların ayağıyla yürüyün” Hadisi Şerifi gereğince Müslümanca bir sistemle hayatı en alt anlayış-zekâ seviyesindeki insanlara göre kurmuşlar. Eğitim sistemleri, hukuk sistemleri, hayata dair düzenekleri sade ve basit. Ama kullanışlı ve fonksiyonel.
Binaları bizim binalardan daha şaşalı değil, daha yeni değil; ama daha kullanışlı, daha güvenli ve çok daha insani. Yapıları her türden insanı düşünerek (yaşlı, engelli) inşa etmişler. Kentlere fiziki şartlara üstünkörü baktığınızda “bunların neresi gelişmiş!” diyebilirsiniz. Zira buralarda lüks rezidanslar, dev gökdelenler, granitlerle-mermerlerle donatılmış yapılar görmeniz zor. Türklerin evleri ortalama İngiliz-Alman evinden daha geniş, daha lüks ve çok daha şaşalı. Ama buralarda en alt tabaka evde dahi Türkiye’de en iyi tatil sitelerinde, lüks yazlıklarda bulamayacağınız çevre kalitesini, altyapıyı görüyorsunuz. Bahçesiz ev neredeyse yok. Türkiye’de “villa” dediğimiz evlerde olan bahçe en garibanın evinde var. Kentlere park yapmıyor, kentleri parkların arasına yapıyorlar. Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin nüfusları Türkiye’ye benzer. Hepsinin yüzölçümü Türkiye’den küçük. Ama bizdeki gibi altyapı maliyetini düşürüp rantı artırmak için dikey, gayrı insani yapılara yönelmemişler.
Hava atmak için veya müteahhitleri, yandaşları zengin etmek için yol yapmıyorlar. Yolları ihtiyaçlar için, vatandaş için yapıyorlar. 50-100 yıllık yollar var; 100 yıllık ve daha eski bina sayısı çok yüksek. Ama hala verimli şekilde kullanılıyor. Bizdeki gibi birilerine rant, gelir kapısı olsun diye her yıl kaldırım döşeyip, her sene yol yenileyerek kamu kaynaklarını israf etmiyorlar. Çünkü buralarda halk o kaynakların kendi parası olduğunun bilincinde ve yetkililere hesap soruyor.
Bir devlet dairesine gittiğinizde insanlar size yardımcı olmak için kıvranıyor. Kızmıyor, bıkmıyor yılmıyor ve dil-hal bilmez insanlara sabırla yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Bu ülkelerde kimse biri benim özgürlüğümü engeller, malıma çöker diye endişe etmiyor. “Berlin’de hakimler var” diyerek en güçlülere hakikati söyleyebiliyor, karşı çıkabiliyor!
İnsanlar demokrasinin, insan haklarının, basın özgürlüğünün, düşünce hürriyetinin kıymetini biliyorlar. Bunların yok edilmesinin, yıpratılmasının, engellenmesinin felaketler doğuracağının farkındalar.
Bu ülkeler eğitimli, nitelikli insanların kadrini biliyorlar. Kendi beyinlerine sahip çıkmanın yanında diğer ülkelerin iyi beyinlerine imkanlar hazırlıyor ve ülkelerine çekmek için teşvikler veriyorlar. Bizdeki gibi cehaleti kutsayıp, başarılı olmuş insanları, aydınları hapislere doldurmuyorlar.
Buralarda devlet/toplum vergisi verilmiş sermayeyi KUTSAL, vergi veren, istihdam oluşturan iş adamını KAHRAMAN ilan ediyor. Diplomatların en büyük görevi dış dünyada kendi tüccarlarının, vatandaşlarının haklarını korumak. Bizimkiler gibi dünyanın pek çok yerinde açılmış şirketi, okulları kapatmanın, öğretmenleri mafyatik yollarla kaçırmanın peşinde değiller.
Buralarda eğitimi diploma için değil, hayata hazırlamak için veriyorlar.
Buralarda başkasının hakkını gasp etmek uyanıklık değil, ayıp!
Gelişmiş ülkelerin insanları olağanüstü insanlar, süper kahramanlar değiller. Onlar da kendi yaşamının, dertlerinin peşinde. Ama bu ülkeler zekayı, kabiliyeti buluyor, değerlendiriyor ve tüm toplumun hizmetine sunabiliyor. Emek, bir şey üretme, başarma çok önemseniyor.
Gelişmişlik farkını tek sebep indir deseniz, HUKUK derim. Biz her yere “Adalet mülkün temelidir” yazıyoruz ama devletin, toplumsal başarının, huzurun esası olan adaleti kendimiz dışında kimse için istemiyoruz.
Gelişmiş ülkeler ülkelerini taş taş inşa ettikleri için, istikrarla ve emin adımlarla hak-hukuk-demokrasi yürüyüşüne devam ettikleri için gelişmiş. Biz ise sık sık sıçramalar yaptığımız halde bunları koruma ve sürdürme becerisi gösteremediğimizden, çok çaba sarf ediyor ama az yol alıyoruz.
(TR724)
“Bir Türk dünyaya bedel!” olduğu, “Şanlı Osmanlı’nın muhteşem torunları” olduğumuz halde biz neden her 15-20 yılda bir başladığımız yere düşüyoruz?
Yüksek büyüme hızlarına ulaşıyor, demokrasi yolunda güçlü adımlar atıyor, klasmanımızdaki ülkelerin imreneceği gelişmeler yaşıyoruz. Sonra bütün kazanımları bir hamlede kaybediyoruz. Hukuk, insan hakları, demokrasi yolunda yol almışken gücü ele geçiren birileri hakkına razı olmayıp her şeyi kontrol etmek istiyor ve kendimizi itişip kakışırken, dövüşürken buluyoruz. Barış huzur içinde yaşarken birden tuhaflaşıyor bizim gibi düşünmeyeni, “hain”, “ajan” ilan ediyor imhaya koyuluyoruz. Sonra ne huzur kalıyor, ne ekonomi, ne de hukuk!
Türk insanı olarak gelişmiş bir demokrasi, sağlam bir ekonomi, huzurlu, barış içinde bir toplum tesis edecek kabiliyet ve kapasiteden mahrum muyuz?
Neden bin bir güçlükle elde ettiğimiz kazanımları havadan sudan sebeplerle harcıyoruz?
Kahve, ev muhabbetlerinde sıkça geçtiği üzere “bizden adam olmaz” mı?
“Biz yapamayız” mı?
Yoksa “Süper güçler, büyük devletler bizi çekemediği” için mi bunlar başımıza geliyor? Ya da “bir Türk tırmanırsa başka bir Türk mutlaka onu aşağıya çeker!” tezi doğru mu?
Ülkelerin gelişmişliğinin, başarısının o ülke insanlarının zekâ, kabiliyetiyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu Allah’ın adaletine de aykırı. Adili Mutlak dediğimiz Cenabı Hak mesela Almanlara, Fransızlara, İngilizlere torpil mi geçiyor?
Elbette hayır!
Gelişmişlik, zenginlik, güç o ülkelerin potansiyelinin, imkanlarının çok olmasından öte onları değerlendirmeleriyle ilgili. Yeraltı zenginlikleri de gelişmişlik için yeterli değil. Japonya, Almanya, İngiltere, G. Kore gibi ülkelerde ne petrol var, ne gaz. Ama Arap ülkelerinden daha zengin değillerse bile daha güçlüler, daha huzurlular ve dünyada söz sahibiler.
Gelişmiş ülkelerin pek çoğunu biliyoruz. Ortalama insanlar bizim insanımızdan zekâ, beceri kabiliyet olarak farklı değil. Hatta bizim insanımızın onların ortalamasından daha zeki, becerikli, girişimci olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’den her seviyede pek çok insan batı ülkelerine geliyor ve eğer ortalama bir çaba gösterirse akranları arasında başarılı oluyor; kolayca buradaki insanların önüne geçebiliyor.
İnsanları daha zeki değil, daha uyanık değil. Hatta daha çalışkan değil. Ama daha dürüst, başkalarının hakkına, hukukuna ve kurallara çok daha saygılı! Kul Hakkı kavramı yok ama bu hakka riayet buralarda çok önemseniyor.
Buralarda sistem kayırmacılığa, akraba ilişkilerine, istismar ve suiistimale müsait değil. Düzen insanların haklarını, emeğini koruyacak şekilde işliyor. “Zayıfların ayağıyla yürüyün” Hadisi Şerifi gereğince Müslümanca bir sistemle hayatı en alt anlayış-zekâ seviyesindeki insanlara göre kurmuşlar. Eğitim sistemleri, hukuk sistemleri, hayata dair düzenekleri sade ve basit. Ama kullanışlı ve fonksiyonel.
Binaları bizim binalardan daha şaşalı değil, daha yeni değil; ama daha kullanışlı, daha güvenli ve çok daha insani. Yapıları her türden insanı düşünerek (yaşlı, engelli) inşa etmişler. Kentlere fiziki şartlara üstünkörü baktığınızda “bunların neresi gelişmiş!” diyebilirsiniz. Zira buralarda lüks rezidanslar, dev gökdelenler, granitlerle-mermerlerle donatılmış yapılar görmeniz zor. Türklerin evleri ortalama İngiliz-Alman evinden daha geniş, daha lüks ve çok daha şaşalı. Ama buralarda en alt tabaka evde dahi Türkiye’de en iyi tatil sitelerinde, lüks yazlıklarda bulamayacağınız çevre kalitesini, altyapıyı görüyorsunuz. Bahçesiz ev neredeyse yok. Türkiye’de “villa” dediğimiz evlerde olan bahçe en garibanın evinde var. Kentlere park yapmıyor, kentleri parkların arasına yapıyorlar. Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin nüfusları Türkiye’ye benzer. Hepsinin yüzölçümü Türkiye’den küçük. Ama bizdeki gibi altyapı maliyetini düşürüp rantı artırmak için dikey, gayrı insani yapılara yönelmemişler.
Hava atmak için veya müteahhitleri, yandaşları zengin etmek için yol yapmıyorlar. Yolları ihtiyaçlar için, vatandaş için yapıyorlar. 50-100 yıllık yollar var; 100 yıllık ve daha eski bina sayısı çok yüksek. Ama hala verimli şekilde kullanılıyor. Bizdeki gibi birilerine rant, gelir kapısı olsun diye her yıl kaldırım döşeyip, her sene yol yenileyerek kamu kaynaklarını israf etmiyorlar. Çünkü buralarda halk o kaynakların kendi parası olduğunun bilincinde ve yetkililere hesap soruyor.
Bir devlet dairesine gittiğinizde insanlar size yardımcı olmak için kıvranıyor. Kızmıyor, bıkmıyor yılmıyor ve dil-hal bilmez insanlara sabırla yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Bu ülkelerde kimse biri benim özgürlüğümü engeller, malıma çöker diye endişe etmiyor. “Berlin’de hakimler var” diyerek en güçlülere hakikati söyleyebiliyor, karşı çıkabiliyor!
İnsanlar demokrasinin, insan haklarının, basın özgürlüğünün, düşünce hürriyetinin kıymetini biliyorlar. Bunların yok edilmesinin, yıpratılmasının, engellenmesinin felaketler doğuracağının farkındalar.
Bu ülkeler eğitimli, nitelikli insanların kadrini biliyorlar. Kendi beyinlerine sahip çıkmanın yanında diğer ülkelerin iyi beyinlerine imkanlar hazırlıyor ve ülkelerine çekmek için teşvikler veriyorlar. Bizdeki gibi cehaleti kutsayıp, başarılı olmuş insanları, aydınları hapislere doldurmuyorlar.
Buralarda devlet/toplum vergisi verilmiş sermayeyi KUTSAL, vergi veren, istihdam oluşturan iş adamını KAHRAMAN ilan ediyor. Diplomatların en büyük görevi dış dünyada kendi tüccarlarının, vatandaşlarının haklarını korumak. Bizimkiler gibi dünyanın pek çok yerinde açılmış şirketi, okulları kapatmanın, öğretmenleri mafyatik yollarla kaçırmanın peşinde değiller.
Buralarda eğitimi diploma için değil, hayata hazırlamak için veriyorlar.
Buralarda başkasının hakkını gasp etmek uyanıklık değil, ayıp!
Gelişmiş ülkelerin insanları olağanüstü insanlar, süper kahramanlar değiller. Onlar da kendi yaşamının, dertlerinin peşinde. Ama bu ülkeler zekayı, kabiliyeti buluyor, değerlendiriyor ve tüm toplumun hizmetine sunabiliyor. Emek, bir şey üretme, başarma çok önemseniyor.
Gelişmişlik farkını tek sebep indir deseniz, HUKUK derim. Biz her yere “Adalet mülkün temelidir” yazıyoruz ama devletin, toplumsal başarının, huzurun esası olan adaleti kendimiz dışında kimse için istemiyoruz.
Gelişmiş ülkeler ülkelerini taş taş inşa ettikleri için, istikrarla ve emin adımlarla hak-hukuk-demokrasi yürüyüşüne devam ettikleri için gelişmiş. Biz ise sık sık sıçramalar yaptığımız halde bunları koruma ve sürdürme becerisi gösteremediğimizden, çok çaba sarf ediyor ama az yol alıyoruz.
(TR724)