Yaşayan Ölüler Ülkesi..

[Zübeyr Cesur]

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiye raportörü Ingebjørg Godskesen’in, günümüz Türkiye’sine yönelik yaptığı, ‘yaşayan ölüler’ metaforu oldukça düşündürücü ve bir o kadar da ürkütücü. Zira bu benzetme, Türkiye’yi hem ülke içi hem de ülke dışından mercek altına alan bir Avrupalı yetkiliye ait. Aslında raportörün bu tespiti, tarihi bir hüviyete sahip. Yani ona göre 2017 Türkiye’sinin vatandaşı, dikta ve zulmü tescillenmiş bir rejim altında ‘yaşayan bir ölü’.
Diğer taraftan ‘yaşayan ölüler’ metaforu, bize  bu konu hakkında yazılan kitap ve oyunları da çağrıştırıyor. İlk akla gelen isim, Cevdet Kudret’in ‘Yaşayan Ölüler’ isimli oyunu. Bu oyun, kazanma hırsı planları ile savaşın bireyleri nasıl yozlaştırdığı ve bir toplumu nasıl bir çürümeye sevk ettiğini  tiyatral bir üslup ile ele alıyor.
Hatıra gelen bir diğer çalışma ise, ünlü Amerikalı fantezi ve tarih yazarı Fletcher Pratt’ın, yine tanınmış Kanadalı Laurence Manning ile birlikte kaleme aldığı o malum eser, ‘Yaşayan Ölüler Şehri’. Bu kitap bilindiği üzere yaklaşık bir asır önce yazılmış. Ancak çalışma, sanal dünyanın günümüz insanların kalp ve kafalarını, duygu ve hislerini nasıl dumura uğratıp, felç ettiği meselesine de fevkalade ışık tutuyor.
‘Yaşayan Ölüler Şehri’, rüya makinelerine bağlanan insanlara, nasıl bu rüyaların gerçek hayattan daha gerçekçi ve daha cezbedici bir güzellikte olduğuna yönelik  bir hissiyat aşılandığı teması üzerinde duruyor. Kitap tam olarak olmasa da Leonardo Di Caprio’nun başrollerinde oynadığı ‘Inception’ isimli filmi çağrıştırıyor. Zira izleyenler bilir, bu filmde de rüya makinaları filmde önemli bir yere sahip. Bir diğeri ise, Romen şair ve yazar Zaharia Stancu’nun yine diğerleriyle aynı adı paylaştığı ‘Yaşayan Ölüler’ isimli kitabı. Eser, savaş sırasında bulundukları yeri terk etmek zorunda bırakılmış bir çingene obasının yolculuğu esnasında yaşadıkları çileli ve ızdıraplı bir hayatı konu alıyor.
‘Yaşayan ölüler’ metaforunda bir cinas da göze çarpıyor. Bu kavram genelde; ya, hayattayken yaşadığı dini, milli ve kültürel değerlerine olumlu katkılarda bulunmuş, ancak daha sonra vefat etmiş bir sanatçı, şair, yazar ya da şehit(ler) için; ya da, yukarıdaki eserlerde ve Avrupalı  bürokratın benzetmesinde de göründüğü gibi, zalim ve despot yönetim(ler) aracılığı ile  daha yaşarken birçok hak ve özgürlüğü elinden alınmış; sefil bir yaşama, hürriyetsiz bir hayata mahkûm edilmiş suçsuzlar için kullanılır.

YANDAŞ HÜKÜMETİN KURDUĞU SANAL DÜNYA
‘Yaşayan ölüler’ metaforunun kullanıldığı sair bir anlam alanı ise; zalim bir yöneticiyi ve idareyi şuursuz bir şekilde destekleyen, alkışlayan, icraatlarına omuz veren yığınlar içindir. İlginçtir, günümüz Türkiye’sinde ise ‘yaşayan ölüler’  metaforunun kullanıldığı mana katmanlarının neredeyse tümüne  rastlamak mümkün.
Örneğin, yukarıda atıfta bulunduğumuz Fletcher Pratt ve Laurence Manning’in ‘Yaşayan Ölüler Şehri’ kitabı. Biz bunu, Türkiye için, ‘Yaşayan Ölüler Ülkesi’ olarak da çevirebiliriz. Kitaptaki ‘rüya makinaları’ bugün AKP iktidarının eliyle topluma dayatılan ‘gerçeğe’ benziyor. Herkesin malumu, zalim yönetimin emri altındaki yandaş medya; yazılı, görsel, sosyal medyasıyla, özellikle seçmen yığınlarına sanal bir dünya kurmuş durumda. Buna AKP’nin din kanadı, sanat ve edebiyat dünyası istismalini de ekleyebiliriz.
Yaptıkları yalan, mesnetsiz haberleriyle kitleleri kendi dünyalarına çekiyor ve olmayan sanal bir boyutu sanki gerçekmiş gibi gösteriyor. Bu illüzyon, özellikle 17-25 Aralık  rüşvet soruşturması ve ‘kontrollü darbe tiyatrosu’ sonrasında daha da tavan yapmış durumda. Geçicide olsa AKP hükümeti ve medyası, yığınların kafalarına taktığı medya makinaları ile gerçekten uzak, yapay bir dünya görüşü oluşturmuş durumda.
İşte burada yukarıda özetle üzerinde durduğumuz Cevdet Kudret’in ‘Yaşayan Ölüler’ isimli oyunu devreye giriyor. Oyun, ‘kazanma hırsı, makam sevdası, haset ve fesat  planları ile savaşın bireyleri nasıl yozlaştırdığı ve bir toplumu nasıl bir çürümeye sevkettiği meselesi üzerinde duruyor’, denmişti. Bugün ise, AKP hükümeti ve yandaş  medyanın psikolojik savaşının bir toplumu  nasıl yozlaştırıp ve sindirdiğine şahit oluyorsunuz.
‘Hakikatte yaşayan ölüler, şuursuz ve idraksiz bir şekilde tiranizm ve despotizmi destekleyenler, bu türlü ceberut hükümetin yaptıkları taassup ve zulme alkış tutanlardır’, denilebilir.
(TR724)