Korkuyorlar.
Çok korkuyorlar.
Onun için, büyüme ihtimali olan her türlü eylemi daha küçükken bastırıyorlar.
Açlık grevindeki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tutuklanmasının tek nedeni bu.
Başarılı oldu mu?
Evet, eylem büyümedi.
Sadece şu:
OHAL kararnamesi ile gerekçesiz olarak işlerini kaybettikleri için açlık grevine başlayan bu iki insan, cezaevinde adım adım ölüme gidiyor.
Dışarıdaki bir avuç seveni, yüreği ağzında sağlık durumlarını takip ediyor.
İşlerine iade edilecekler mi?
Hayır.
Belki de…
Ölüm kertesine yakın, egemenler harekete geçip “affettik” diyebilir, bilmiyoruz.
Şunu hesap etmekle meşguller:
İşlerine iade edersek, bu bir yol olur mu?
Başkaları da aynı kapıdan geçmek ister mi?
Bunları kahramanlaştırmış olmaz mıyız?
***
Tuhaf değil artık.
Artık Türkiye’de her şeye ama her şeye böyle bakılıyor.
Hayatın genel akışı “siyaset”, “çıkar hesabı” oldu.
Hukuk-yargı, görüntüde var sadece.
O görüntüye de ihtiyaç var;
Çünkü Batı dünyası, olmayan adalete sırf bu yüzden “var” muamelesi yapıyor.
***
İki gün Brüksel’deydim.
Avrupa Parlamentosu çevrelerinde politikacı ve gazetecilerle temas etme imkânı oldu.
Türkiye’de hukukun ve özgürlüklerin bittiğini, insan hakları ihlallerini, işkenceyi, demokrasinin rafa kaldırıldığını, sistemin bir daha dönmemek üzerine değiştirildiğini ve daha da kötüye gideceğini çok iyi biliyorlar.
Ayrıca hemen herkes mevcut cumhurbaşkanından nefret ediyor.
Özellikle referandumdan önce Hollanda’nın Türk bakanları sınır dışı etmesi ile gelişen olaylar ve korumalarının ABD’de protestocuları dövmesi, ülkenin başındakilerin itibarını sıfırın altına düşürmüş vaziyette.
Erdoğan, uluslararası toplantılar dışında Batı’dan davet alamıyor.
İşte Almanya, G20 zirvesi için Hamburg’a gidecek Türkiye Cumhurbaşkanına miting yapmak için meydan, konuşmak için salon vermiyor.
Ayrıca, “sabıkalı korumalarını da buraya getirme” ihtarında bulundular.
Bir ülke için daha büyük aşağılanma olur mu?
Peki, Türk halkının bundan haberi var mı?
Ağırlıklı olarak TV haberleri seyreden, gününün en az 5-6 saati ekran başında geçen vatandaş nereden bilsin.
Hoş, propaganda yayınlarıyla öyle motive edildi ki, bu haberleri veren kanal olsa dahi, ekrana terlik fırlatıp “Türkiye’nin güçlü olmasını istemiyorlar” diye söylenir.
Ülkede kutuplaşma olgunlaştı, bu noktadan sonra gazetecilik özgürleşse dahi pek işe yarayacağı yok maalesef.
***
Çok korktukları için, büyüme olasılığı olan eylemleri daha ufacıkken bastırıyorlar.
Pankart açan gençleri gözaltına alıyorlar.
Üç-beş kişi bir araya gelse, diplerinde sivil polis bitiyor.
İnsan hakları anıtının bile etrafı, haftalardır bariyerle çevrili.
Sadece Erdoğan’a hakaret davalarında 2016 bilançosu bile yeterli fikir veriyor: 5 bine yakın kamu davası, 1080 mahkûmiyet.
Boğaziçi’nde Saray’ın atadığı rektör konuşurken sırtını dönen gençlere işlem yapmadılar Allah’tan.
Etkili bir eylemdi.
Hem ne için soruşturma açacaklardı ki: Pankart yok, slogan yok, lafla bir şey söyleme yok!
Hayır diyen yüzde 50, kendi etrafında gerisin geriye dönse biter bu iş.
Onun yarısı, hatta yarısının yarısı bile yeterli.
Lakin, olmuyor işte.
Millet, itiraz eden bir avuç insanı uzaktan seyrediyor sadece.
***
Diyeceksiniz ki, CHP yürüyor işte.
Bayramda bile kesmeden devam eden bu eylem, kıymetli.
Ana Muhalefet yürüdüğü için ilişemiyorlar, HDP’liler yürüse Ankara’dan çıkmadan gözaltına alınmışlardı.
Kılıçdaroğlu İstanbul’a yaklaştıkça katılım artıyor.
Ve Saray, ilk defa gündem belirleme inisiyatifini kaybetti.
Haftalardır manşetlerde CHP ve genel başkanı hedef gösteriliyor.
Yayınların etkisiyle, yürüyüş yoluna hayvan dışkısı döktüler, o bile “Adalet yürüyüşü”ne yaradı.
Ayrıca düşünün, mola yerindeki suyu kesen zihniyet, cezaevlerindeki tutsaklara neler yapmaz..!
Saray çok rahatsız, nasıl olmasın ki.
Talimatlanan havuz, CHP’yi şeytanlaştırmak için her gün yeni bir yalan üfürüyor.
Yalan bulamayınca da, meşhur “İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki ekmek karnesi” haberleri bir kez daha tedavüle sokuluyor.
NTV gibi havuzun klorunu fazla kaçıran kanallar, “adalet”i atmış “İstanbul yürüyüşü” diyor.
Nasıl hatırlanmak istiyorsa öyle yayın yapıyor.
Koç Üniversitesi, basın özgürlüğü konulu sunumu, politik hassasiyetler gerekçesiyle iptal etmiş.
O da bununla hatırlanacak.
***
Tutuklu on binlerce masum…
Binlerce işkence vakası…
Cezaevlerindeki yüzlerce bebek…
Evinin önünde güpegündüz kaçırılan onlarca insan…
Hastane odasında gözaltına alınan lohusa kadınlar…
İntihar süsüyle öldürülenler…
Babası yüzünden tutuklanan çocuklar, kocası yüzünden içeri tıkılan anneler…
Dışarıda kahrından yaşamını yitiren nineler, dedeler…
Topyekûn iflas eden insanlık ve insanlığımız.
Necip milletimiz demiyorum artık.
Hayatım boyunca da demeyeceğim bunu.
Allah müstehakını versin, diyeyim.
Siz de âmin deyin.