[Veysel Ayhan]
“Deryalar, damlalardan meydana gelir; ama damlanın deryalaşacağı zamanı büzmeye kimsenin gücü yetmez…”***
Hz. Yusuf (as)’ın kıssası (hikâyesi) için Kur’an-ı Kerim “kıssaların en güzeli” der. Hz. Yusuf’un çocukluğu, büyümesi, kuyuya atılışı, ordan kurtuluşu, köle olarak satılması, peygamberliği, zindan hayatı ve sonra Mısır hazinelerine vezir oluşu. Surenin sonuna doğru Yusuf kıssası biter ve diğer zamanlar için de hüküm içeren ayetler sıralanır. Tebliğ ve irşad için yola çıkanların “azlık” kaynaklı inkisarı hayale uğramamaları için tenbih yapılır: “Şunu unutma ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu iman etmezler.”(12/103) Bu ikaz Kur’an’ın pek çok yerinde tekrarlanır: “İnsanların çoğu bilmez”, “…çoğu şükretmez”, “…çoğu aklını kullanmaz”, “…çoğu nankörlük eder.”, “…çoğu fasıktır.”, “…çoğu ahde vefa göstermez.”
HALKIN EKSERİSİ…
Her tebliğ dönemi kabaca ikiye ayrılır. Başlangıç kısmında tebliğ yapılma, anlatma ve insanların kabulü. İkinci kısım tebliğ edilene sadakat imtihanı. Kur’an surenin sonunda bu ikazı yapar. Siz işinizi tam bir temsille yapın. Sonrasını boş verin. Çünkü bu kısımda ekseriyet kaybeder… İnsan gerçekliği budur. “Her ne yaparsanız yapın insanların çoğunun tercihi sizinle beraber olmaz” der. Yani “çoğunluk sizin peşinizden gelmez”, “çoğunluk size iyi gözle bakmaz” der.
Ve sürenin 110. ayeti akıbeti ifade eder. Bu ayete tüm Türkçe meal verenler yaklaşık şu ifadelerle verirler: “Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez.”
Mealcilerin hepsi ilk kısmındaki “ümitlerini kesmek” ve “yalanlandıklarını düşünmek” fiillerinin öznesi olarak peygamberleri gösterir.
Sadece Prof. Dr. Suat Yıldırım farklı bir meal verir. Onun meali şöyledir: “O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar. Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti. Ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelir ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına kapılırlar, işte o zaman onlara yardımımız ulaşır, inkârcılar helâk olur, dilediğimiz kimseler kurtulur. Çünkü (uzun vâdede) cezamız, suçlu toplumlardan hiçbir surette geri çevrilmez.”(12/110)
KIRAATTEKİ MÜTHİŞ NÜANS!
Yıldırım Hoca’nın mealinde “ümitlerini kesmek” fiilinin öznesi peygamberlerdir. Ama “yalanlandıklarını düşünenler” fiilinin öznesi o peygamberlerin takipçileridir. Yani takipçiler “Acaba kandırıldık mı diye?” düşünmeye başlar. Bu farklılığı ifade eden nüansı iki büyük müfessir daha teyit eder. Biri ayetleri sahabelerden gelen rivayetler ışığında açıklayan Taberî’nin tefsiridir.
Taberî’de tabiinin önde gelenlerinde Said ibn Cübeyr’in rivayeti aktarılır: “Yalanlanma kelimesi ‘kuzibû’ şeklinde okunduğunda yalanlanma zannının peygamberlere değil kavimlerine ait olduğu anlaşılır” der. Sonra yine tabiinin imamlarında Mücahid İbn Cebr’in de “kuzibû” şeklinde kıraat ettiği aktarılır. O da şöyledir: “O kavimler peygamberlerinin kendilerine yalan söylediklerini zannettiler.” Aynı nüansı Fahruddin er-Râzî de tefsirinde teyid eder: “Peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümit kestiklerinde, kavimleri o peygamberlerin, vaat olundukları yardım ve muzafferiyet hususunda yalancı durumuna düşürüldüklerini zannettiler.” Yani nusret o kadar ‘gecikir ki’ o peygamberlerin ümmetleri “Acaba biz yanlış yolda mıyız? Acaba peygamber bizi kandırdı mı?” diye vesveselere şüphelere düşer. Bu imtihan bir tevhit imtihanıdır. İmanını Allah’a irtibatla takviye etmeyenlerin sendeleyeceği bir süreçtir.
İMTİHANIN EN ZOR SAFHASI
Suat Yıldırım Hoca’nın tercihi bu imtihanın en zor kısmını tasvir eder. Çift taraflı çok ağır bir imtihan yaşanır. Bu, Allah’ın nusretinin gelmesi öncesi yaşanması zor ama zaruri safhadır. Kur’an, bu, yaşanmadan nusretin gelmeyeceğini ifade eder.
Bu sürecin anahtar kelimesi ‘sabır’dır. Sabır, Sızıntı başyazısında şöyle tasvir edilir: “Sabır, ağrıları dindiren acı bir ot gibidir; hem can yakar, hem de tedâvi eder. Her sıkıntı bir kolaylığa gebedir ama haml müddetine sabretmek gerekir… Başlangıcı zehir, neticesi şeker-şerbet bir şey varsa o da, sabırdır.”
Sabırda bıçağın kemiğe dayandığı nokta burasıdır. “El intizar eşeddü min’en nar” Sabretmek, beklemek ateşten şiddetlidir, derler. “Takdir-i ilahi ile karara bağlanan süre daralmaz. Varlığın bağrına konan tedricilik esası değişmez… Deryalar, damlalardan meydana gelir; ama damlanın deryalaşacağı zamanı büzmeye kimsenin gücü yetmez”
İşte peygamberler, nebiler, mübelliğ ve mürşitler imtihanın bu safhasında ümitlerini kesecek raddeye gelirler.
SÜRECİN EN ZOR KISMINI YAŞAYANLAR
Bu ağır imtihan sürecini Seyyid Kutup Fi zilalil Kur’an’da şöyle anlatır:
“Zor mu zor bir dönemdir bu. Batıl azıtmakta, azgınlaşmakta, kudurmakta ve acımasızlaşmaktadır. Peygamberlerse, yeryüzünde kendileri için henüz gerçekleşmemiş Allah’ın vaadinin bekleyişi içindedir. Yüreklerinde kuşkular kımıldamaya başlamıştır. Bir yalancı konumuna mı düşecekler ne? Bu dünya hayatında zafer umma noktasında hiç bir ümit kalmadı mı ne? Ayette sözü edilen türden duyguların satır aralarında gizli o korkuyu; peygamberi bile bu denli sarsabilen o çökertici üzüntüyü; peygamberin o andaki psikolojik durumunu; yaşadığı dayanılmaz acıları düşlemek tüylerimi diken diken etmiştir hep… Karamsarlığın ve üzüntünün iyiden iyiye çöreklendiği, peygamberlerin bütünüyle dara düştükleri, tüm enerjilerini son damlasına dek tükettikleri bir andır bu! İşte tam o anda Allah’ın yardımı tümüyle, kesinkes ve belirleyici bir biçimde geliverecektir!”
ZAMANIN ÇILDIRTICILIĞI
Peygamberler ümitlerini kaybetmez. Ayetteki ‘ümitlerini kaybetme’yi yanlış anlamamak lazım. Bunu Kırık Testi’deki ifadesiyle ümidin gerçekleşeceği zamana, bekleyişin çıldırtıcılığına karşı sabır, yani ‘zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır’ olarak okumak lazım.
İmtihanın bu safhasında ‘son elenme evresi’ yaşanır. İnsanlar “Acaba yanlış mı yaptık?”, “Acaba yanlış insanın mı ardına düştük”, “Acaba aldatıldık mı” diye vesvese ve vehimlerle imtihan olurlar.
İmtihanın bu kısmı olmasaydı iman ve itikadları “konjonktürel faktörlerle” ve “kitle psikolojisiyle” kaim olanların elenmesi mümkün olmazdı. Oysa bu süreçte o kitlenin de elenmesi gerekir.
Yarın: Hz. Yusuf’tan bugüne ümit ve nusret (2) ALLAH’IN DEĞİŞMEYEN KANUNU
(tr724)
Hz. Yusuf (as)’ın kıssası (hikâyesi) için Kur’an-ı Kerim “kıssaların en güzeli” der. Hz. Yusuf’un çocukluğu, büyümesi, kuyuya atılışı, ordan kurtuluşu, köle olarak satılması, peygamberliği, zindan hayatı ve sonra Mısır hazinelerine vezir oluşu. Surenin sonuna doğru Yusuf kıssası biter ve diğer zamanlar için de hüküm içeren ayetler sıralanır. Tebliğ ve irşad için yola çıkanların “azlık” kaynaklı inkisarı hayale uğramamaları için tenbih yapılır: “Şunu unutma ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu iman etmezler.”(12/103) Bu ikaz Kur’an’ın pek çok yerinde tekrarlanır: “İnsanların çoğu bilmez”, “…çoğu şükretmez”, “…çoğu aklını kullanmaz”, “…çoğu nankörlük eder.”, “…çoğu fasıktır.”, “…çoğu ahde vefa göstermez.”
HALKIN EKSERİSİ…
Her tebliğ dönemi kabaca ikiye ayrılır. Başlangıç kısmında tebliğ yapılma, anlatma ve insanların kabulü. İkinci kısım tebliğ edilene sadakat imtihanı. Kur’an surenin sonunda bu ikazı yapar. Siz işinizi tam bir temsille yapın. Sonrasını boş verin. Çünkü bu kısımda ekseriyet kaybeder… İnsan gerçekliği budur. “Her ne yaparsanız yapın insanların çoğunun tercihi sizinle beraber olmaz” der. Yani “çoğunluk sizin peşinizden gelmez”, “çoğunluk size iyi gözle bakmaz” der.
Ve sürenin 110. ayeti akıbeti ifade eder. Bu ayete tüm Türkçe meal verenler yaklaşık şu ifadelerle verirler: “Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez.”
Mealcilerin hepsi ilk kısmındaki “ümitlerini kesmek” ve “yalanlandıklarını düşünmek” fiillerinin öznesi olarak peygamberleri gösterir.
Sadece Prof. Dr. Suat Yıldırım farklı bir meal verir. Onun meali şöyledir: “O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar. Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti. Ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelir ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına kapılırlar, işte o zaman onlara yardımımız ulaşır, inkârcılar helâk olur, dilediğimiz kimseler kurtulur. Çünkü (uzun vâdede) cezamız, suçlu toplumlardan hiçbir surette geri çevrilmez.”(12/110)
KIRAATTEKİ MÜTHİŞ NÜANS!
Yıldırım Hoca’nın mealinde “ümitlerini kesmek” fiilinin öznesi peygamberlerdir. Ama “yalanlandıklarını düşünenler” fiilinin öznesi o peygamberlerin takipçileridir. Yani takipçiler “Acaba kandırıldık mı diye?” düşünmeye başlar. Bu farklılığı ifade eden nüansı iki büyük müfessir daha teyit eder. Biri ayetleri sahabelerden gelen rivayetler ışığında açıklayan Taberî’nin tefsiridir.
Taberî’de tabiinin önde gelenlerinde Said ibn Cübeyr’in rivayeti aktarılır: “Yalanlanma kelimesi ‘kuzibû’ şeklinde okunduğunda yalanlanma zannının peygamberlere değil kavimlerine ait olduğu anlaşılır” der. Sonra yine tabiinin imamlarında Mücahid İbn Cebr’in de “kuzibû” şeklinde kıraat ettiği aktarılır. O da şöyledir: “O kavimler peygamberlerinin kendilerine yalan söylediklerini zannettiler.” Aynı nüansı Fahruddin er-Râzî de tefsirinde teyid eder: “Peygamberler, kavimlerinin iman etmelerinden ümit kestiklerinde, kavimleri o peygamberlerin, vaat olundukları yardım ve muzafferiyet hususunda yalancı durumuna düşürüldüklerini zannettiler.” Yani nusret o kadar ‘gecikir ki’ o peygamberlerin ümmetleri “Acaba biz yanlış yolda mıyız? Acaba peygamber bizi kandırdı mı?” diye vesveselere şüphelere düşer. Bu imtihan bir tevhit imtihanıdır. İmanını Allah’a irtibatla takviye etmeyenlerin sendeleyeceği bir süreçtir.
İMTİHANIN EN ZOR SAFHASI
Suat Yıldırım Hoca’nın tercihi bu imtihanın en zor kısmını tasvir eder. Çift taraflı çok ağır bir imtihan yaşanır. Bu, Allah’ın nusretinin gelmesi öncesi yaşanması zor ama zaruri safhadır. Kur’an, bu, yaşanmadan nusretin gelmeyeceğini ifade eder.
Bu sürecin anahtar kelimesi ‘sabır’dır. Sabır, Sızıntı başyazısında şöyle tasvir edilir: “Sabır, ağrıları dindiren acı bir ot gibidir; hem can yakar, hem de tedâvi eder. Her sıkıntı bir kolaylığa gebedir ama haml müddetine sabretmek gerekir… Başlangıcı zehir, neticesi şeker-şerbet bir şey varsa o da, sabırdır.”
Sabırda bıçağın kemiğe dayandığı nokta burasıdır. “El intizar eşeddü min’en nar” Sabretmek, beklemek ateşten şiddetlidir, derler. “Takdir-i ilahi ile karara bağlanan süre daralmaz. Varlığın bağrına konan tedricilik esası değişmez… Deryalar, damlalardan meydana gelir; ama damlanın deryalaşacağı zamanı büzmeye kimsenin gücü yetmez”
İşte peygamberler, nebiler, mübelliğ ve mürşitler imtihanın bu safhasında ümitlerini kesecek raddeye gelirler.
SÜRECİN EN ZOR KISMINI YAŞAYANLAR
Bu ağır imtihan sürecini Seyyid Kutup Fi zilalil Kur’an’da şöyle anlatır:
“Zor mu zor bir dönemdir bu. Batıl azıtmakta, azgınlaşmakta, kudurmakta ve acımasızlaşmaktadır. Peygamberlerse, yeryüzünde kendileri için henüz gerçekleşmemiş Allah’ın vaadinin bekleyişi içindedir. Yüreklerinde kuşkular kımıldamaya başlamıştır. Bir yalancı konumuna mı düşecekler ne? Bu dünya hayatında zafer umma noktasında hiç bir ümit kalmadı mı ne? Ayette sözü edilen türden duyguların satır aralarında gizli o korkuyu; peygamberi bile bu denli sarsabilen o çökertici üzüntüyü; peygamberin o andaki psikolojik durumunu; yaşadığı dayanılmaz acıları düşlemek tüylerimi diken diken etmiştir hep… Karamsarlığın ve üzüntünün iyiden iyiye çöreklendiği, peygamberlerin bütünüyle dara düştükleri, tüm enerjilerini son damlasına dek tükettikleri bir andır bu! İşte tam o anda Allah’ın yardımı tümüyle, kesinkes ve belirleyici bir biçimde geliverecektir!”
ZAMANIN ÇILDIRTICILIĞI
Peygamberler ümitlerini kaybetmez. Ayetteki ‘ümitlerini kaybetme’yi yanlış anlamamak lazım. Bunu Kırık Testi’deki ifadesiyle ümidin gerçekleşeceği zamana, bekleyişin çıldırtıcılığına karşı sabır, yani ‘zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır’ olarak okumak lazım.
İmtihanın bu safhasında ‘son elenme evresi’ yaşanır. İnsanlar “Acaba yanlış mı yaptık?”, “Acaba yanlış insanın mı ardına düştük”, “Acaba aldatıldık mı” diye vesvese ve vehimlerle imtihan olurlar.
İmtihanın bu kısmı olmasaydı iman ve itikadları “konjonktürel faktörlerle” ve “kitle psikolojisiyle” kaim olanların elenmesi mümkün olmazdı. Oysa bu süreçte o kitlenin de elenmesi gerekir.
Yarın: Hz. Yusuf’tan bugüne ümit ve nusret (2) ALLAH’IN DEĞİŞMEYEN KANUNU
(tr724)