[Nazif Apak]
CHP milletvekili ve eski Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, önce ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm edildi. Ardından cezasında indirim yapılarak 25 yıla indirildi. Bir haberden dolayı…. Olacak şey değil! Ama oldu. Sorumlusu kim ya da kimler?
Tabii ki listenin başındaki kişi malum. O ki mahkemeleri külliyen kendine bağladı. Neymiş efendim? Her gün kendisine mahkemelerin seyri hakkında bilgi sunuluyormuş. Sen onu tarih bilenlerin külahına anlat. Demiyor ki, “Kimin tutuklanacağına, kimin serbest bırakılacağına, kimin vatandaşlıktan çıkarılacağına, kimin sorgu ve tutukluluk sürecinde hangi eziyete maruz kalacağına tek tek ben karar veriyorum.” Bilin bakalım tarihte kimler her gün tek tek insanların mahkûm ya da sürgün edilmesine karar verirdi?
O karar veriyor. Hâkimler, savcılar uyguluyor.
BERBEROĞLU’NU ESKİDEN BERİ SEVMEZDİ
Zaten Enis Berberoğlu’nu öteden beri sevmez. Onun ilk gençlik yıllarında CHP teşkilatında çalıştığını, Boğaziçi Üniversitesinde okurken solcu öğrencileri örgütlediğini aklından hiç çıkarmazdı. Her ne kadar Enis Berberoğlu ta o günlerde üniversiteden tanıdığı muhafazakâr insanlarla (Mesela Ahmet Davutoğlu, Mustafa Özel, Murat Ülker gibi) arkadaşlık kurmuş olsa da ona hiç güvenmezdi. Bütün gazete yöneticileri arasında Berberoğlu’nu nasıl azarlayıp incittiğini, Aydın Doğan’ın adını vererek herkesin içinde nasıl kaba saba davrandığını Ankara gazetecilerinden bilmeyen yoktur.
Aslında Berberoğlu bayağı dayandı baskılara. Bir yandan tek adam ve onun damadına karşı; diğer yandan patron ve onun damadına karşı. Buna rağmen seçimlere bir hafta kala istifa etmek ve Hürriyet’ten ayrılmak zorunda bıraktılar. Ayrılıp gittiğinde rahat mı bıraktılar. Hayır. Bütün banka hesaplarını incelemeye aldıklarını söyleyip onca yıl biriktirdiği tasarrufunu elinden almakla tehdit ettiler. Berberoğlu, CHP’den milletvekili olunca öfke ve nefretleri iyice kontrolden çıktı. Etrafa mesajlar gönderildi.
MAALESEF DÜNDAR, BEKLENEN FIRSATI SUNDU
Saray ve kölelerinin beklediği fırsatı altın tepside sunan maalesef Can Dündar oldu. MİT Tırları davasında yargılanırken öyle bir laf etti ki (bilerek ya da bilmeyerek/sanırım istemeyerek) Berberoğlu’nu hapse götüren yolu açmış oldu. Nasıl mı?
Önce hatırlayalım neler olmuştu: Erdoğan’ın canlı yayında MİT tırları davasında belge yayınlayan Cumhuriyet’i ve Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı suçlaması açıktan açığa tehditti ve şantajdı. Hem Dündar’ı tehdit ediyordu hem de savcıları. “Onun peşini bırakmayacağım, hesabını verecek” gibi lafların sarf edildiği program, hazır ol vaziyetinde bekleyen yargı için emir telakki edilmiş, Dündar’a ve Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi Erdem Gül’e dava açılmıştı. İşte o dava ile ilgili ifadelerde Dündar büyük bir hata yaptı.
MİT tırlarındaki silahların çok net bir şekilde ortaya çıktığı görüntüleri kimden aldığı soruluyordu Dündar’a. O görüntüler aslında suçüstü yapılan siyasetçilerin anayasa ve yasaları çiğneyerek işlediği suçu ispat ediyordu. Türkmenlere yiyecek yardımı palavrasını çöpe atıyor, devlet eliyle illegal bir şekilde Suriye’ye silah taşındığını gözler önüne seriyordu. Yani? Bu görüntüleri yayınlamak her gazetecinin en tabii hakkıydı ve onu yayınlamanın suç olduğunu iddia etmek despot bir hukuk anlayışının akılları esir etmesi anlamına geliyordu.
SAVCILAR HABERİN KAYNAĞINI ARIYORDU
Haber çok güçlü olunca yankısı da büyük oldu. Tabii haberin kaynağı savcıların (daha doğrusu savcıları kukla gibi parmağında oynatanın) en merak ettiği soru haline gelmişti. Dündar savcıların baskısına “Haber kaynağımı söylemek zorunda değilim” ısrarında bulunacağına “Bu görüntüleri solcu bir milletvekilinden aldım” dedi. Güya isim vermemiş, gammazcılık yapmamıştı; ama bir el bombasının pimini çekip havaya fırlatmıştı. Bu bomba kimin başına düşerse onu darmadağın edecekti.
Savcılar HTS kayıtları dedikleri ve aslında çok da açık bir delil olmayan metoda yöneldi. Malum HTS dedikleri şey, telefonların baz istasyonları arasındaki çekim kayıtlarının takibi anlamına geliyor. Ne demek bu? Şu demek: Sizin telefonunuzun sinyal verdiği baz istasyonundan bir başka telefon da sinyal vermiş ise emniyet ve savcı ikisini eşleştirip “Aha işte burada bir araya gelmişler” diyerek olayın üstüne atlayıveriyor.
“İyi de böyle delil olmaz ki!” diyebilirsiniz. Doğrudur. Herkesin telefonu her yerde kesişebilir. Diyelim ki kesişti; adamlar konuşmuş mu, konuştuysa ne konuşmuş onu bilmeden (sadece aynı yerleşim merkezlerinde gezindikleri için) birisinin suçlu ilan edilmesi ve HTS kayıtlarının delil sayılması hukuki olamaz! Umurunda mı Saray yargısının? Tabii ki değil.
SARAY YARGISI FATURAYI ENİS BEY’E KESTİ
Konumuza dönecek olursak: Dündar görüntüleri kimden aldığı konusunda isim vermedi ama yaptığı tariften yola çıkan Saray yargısı faturayı Enis Berberoğlu’na kesti. Dündar dünyanın pek çok yerinde gazetecilerin yaptığı kahramanca savunmayı yaparak “Haber kaynağımı söylemiyorum ve bunu söylememe hakkım var” deseydi bugün yaşananların hiç biri yaşanmayacaktı.
Berberoğlu’nun HTS kayıtları ile ilgili haberler yayınlanır yayınlanmaz kameralar karşısına geçip söyledikleri önemliydi. Hem bir milletvekilinin yasadışı yollarla takip edilmesine ve haksız çıkarımlarla suç oluşturulmasına itiraz etmişti; hem de bahsedilen tarihte CHP’nin medya heyetinde yer aldığını, bütün gazetelere sıkça gittiğini; dolayısıyla telefonunun pek çok gazete merkeziyle aynı baz istasyonunda çıkmasının normal olduğunu söylüyordu. Tabii ki dinlemediler.
Ta baştan beri Berberoğlu’na gıcık olan ve cezalandırılması için can atan ve her gün kimler tutuklanacaksa onun listesini bizzat işaretleyen adam devreye girmiş hiç bir savunma deliline bakmaksızın mahkûm edilmesini istemişti. Bu infaz için daha mesleğe yeni başlamış bir hâkimi görevlendirdiler. Hiç bir tecrübesi olmayan ama parti hâkimliğini kutsal bir görev sayan hâkim(ler), onlarca yıl gazetecilik yapan ve CHP milletvekilliği görevine devam eden Berberoğlu’na 25 yıl ceza kesti. Faşizmin adalet çarkı tam da bu!
CHP’NİN PAYI DA ÇOK BÜYÜK
Berberoğlu’nun mahkumiyetinde CHP’nin de payı çok ama çok büyük. Eşi Oya Berberoğlu’nun mahkeme çıkışında yaptığı “Medyayı ve CHP’yi tutukladılar” cümlesi boşuna söylenmiyordu. Halk Partisi yönetimi, HDP’li vekillerin hapse atılacağını bile bile; üstelik “Anayasa ve yasalara aykırı olmasına rağmen” itirafını yaparak milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına razı oldular. Sandılar ki mevzu HDP ile sınırlı kalacak. Cemaat soruşturmalarında da adaletsizliğe direnememişlerdi. HDP soruşturmalarında bizzat suça iştirak ettiler. Zannettiler ki sıra kendilerine gelmeyecek. Oysa bu daha ilk adım. Berberoğlu’ndan başladılar; sırada gazetecilikten gelme diğer CHP vekilleri var. O kadar vahşi gelecekler ki ucu eninde sonunda CHP liderine kadar varacak. Bu tez Saray’a yakın kaynakların çoktandır dile getirdiği bir iddia ve bunu Ankara’da sağır sultanlar duydu bir tek CHP yönetimi duymadı.
Berberoğlu’nun mahkumiyeti, sıranın CHP’ye geldiğini bangır bangır bağırıyor. Bunu duymayan artık kalmadı ama iş işten geçti. Yılların gazetecisi bir haber yüzünden müebbet hapis cezasına layık görüldü ve sonradan insafa gelmiş bir hava üflenerek ceza çeyrek asra indirildi.
Yuh!
Bir haber için bu kadar ceza mı olur. Bu kadar sorumsuz ve öngörüsüz adamın muhalefet yaparken tedrici intihara teşebbüs ettiği ülkede “evet olur” demek zorunda kalıyorsunuz.
(TR724)
Tabii ki listenin başındaki kişi malum. O ki mahkemeleri külliyen kendine bağladı. Neymiş efendim? Her gün kendisine mahkemelerin seyri hakkında bilgi sunuluyormuş. Sen onu tarih bilenlerin külahına anlat. Demiyor ki, “Kimin tutuklanacağına, kimin serbest bırakılacağına, kimin vatandaşlıktan çıkarılacağına, kimin sorgu ve tutukluluk sürecinde hangi eziyete maruz kalacağına tek tek ben karar veriyorum.” Bilin bakalım tarihte kimler her gün tek tek insanların mahkûm ya da sürgün edilmesine karar verirdi?
O karar veriyor. Hâkimler, savcılar uyguluyor.
BERBEROĞLU’NU ESKİDEN BERİ SEVMEZDİ
Zaten Enis Berberoğlu’nu öteden beri sevmez. Onun ilk gençlik yıllarında CHP teşkilatında çalıştığını, Boğaziçi Üniversitesinde okurken solcu öğrencileri örgütlediğini aklından hiç çıkarmazdı. Her ne kadar Enis Berberoğlu ta o günlerde üniversiteden tanıdığı muhafazakâr insanlarla (Mesela Ahmet Davutoğlu, Mustafa Özel, Murat Ülker gibi) arkadaşlık kurmuş olsa da ona hiç güvenmezdi. Bütün gazete yöneticileri arasında Berberoğlu’nu nasıl azarlayıp incittiğini, Aydın Doğan’ın adını vererek herkesin içinde nasıl kaba saba davrandığını Ankara gazetecilerinden bilmeyen yoktur.
Aslında Berberoğlu bayağı dayandı baskılara. Bir yandan tek adam ve onun damadına karşı; diğer yandan patron ve onun damadına karşı. Buna rağmen seçimlere bir hafta kala istifa etmek ve Hürriyet’ten ayrılmak zorunda bıraktılar. Ayrılıp gittiğinde rahat mı bıraktılar. Hayır. Bütün banka hesaplarını incelemeye aldıklarını söyleyip onca yıl biriktirdiği tasarrufunu elinden almakla tehdit ettiler. Berberoğlu, CHP’den milletvekili olunca öfke ve nefretleri iyice kontrolden çıktı. Etrafa mesajlar gönderildi.
MAALESEF DÜNDAR, BEKLENEN FIRSATI SUNDU
Saray ve kölelerinin beklediği fırsatı altın tepside sunan maalesef Can Dündar oldu. MİT Tırları davasında yargılanırken öyle bir laf etti ki (bilerek ya da bilmeyerek/sanırım istemeyerek) Berberoğlu’nu hapse götüren yolu açmış oldu. Nasıl mı?
Önce hatırlayalım neler olmuştu: Erdoğan’ın canlı yayında MİT tırları davasında belge yayınlayan Cumhuriyet’i ve Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı suçlaması açıktan açığa tehditti ve şantajdı. Hem Dündar’ı tehdit ediyordu hem de savcıları. “Onun peşini bırakmayacağım, hesabını verecek” gibi lafların sarf edildiği program, hazır ol vaziyetinde bekleyen yargı için emir telakki edilmiş, Dündar’a ve Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi Erdem Gül’e dava açılmıştı. İşte o dava ile ilgili ifadelerde Dündar büyük bir hata yaptı.
MİT tırlarındaki silahların çok net bir şekilde ortaya çıktığı görüntüleri kimden aldığı soruluyordu Dündar’a. O görüntüler aslında suçüstü yapılan siyasetçilerin anayasa ve yasaları çiğneyerek işlediği suçu ispat ediyordu. Türkmenlere yiyecek yardımı palavrasını çöpe atıyor, devlet eliyle illegal bir şekilde Suriye’ye silah taşındığını gözler önüne seriyordu. Yani? Bu görüntüleri yayınlamak her gazetecinin en tabii hakkıydı ve onu yayınlamanın suç olduğunu iddia etmek despot bir hukuk anlayışının akılları esir etmesi anlamına geliyordu.
SAVCILAR HABERİN KAYNAĞINI ARIYORDU
Haber çok güçlü olunca yankısı da büyük oldu. Tabii haberin kaynağı savcıların (daha doğrusu savcıları kukla gibi parmağında oynatanın) en merak ettiği soru haline gelmişti. Dündar savcıların baskısına “Haber kaynağımı söylemek zorunda değilim” ısrarında bulunacağına “Bu görüntüleri solcu bir milletvekilinden aldım” dedi. Güya isim vermemiş, gammazcılık yapmamıştı; ama bir el bombasının pimini çekip havaya fırlatmıştı. Bu bomba kimin başına düşerse onu darmadağın edecekti.
Savcılar HTS kayıtları dedikleri ve aslında çok da açık bir delil olmayan metoda yöneldi. Malum HTS dedikleri şey, telefonların baz istasyonları arasındaki çekim kayıtlarının takibi anlamına geliyor. Ne demek bu? Şu demek: Sizin telefonunuzun sinyal verdiği baz istasyonundan bir başka telefon da sinyal vermiş ise emniyet ve savcı ikisini eşleştirip “Aha işte burada bir araya gelmişler” diyerek olayın üstüne atlayıveriyor.
“İyi de böyle delil olmaz ki!” diyebilirsiniz. Doğrudur. Herkesin telefonu her yerde kesişebilir. Diyelim ki kesişti; adamlar konuşmuş mu, konuştuysa ne konuşmuş onu bilmeden (sadece aynı yerleşim merkezlerinde gezindikleri için) birisinin suçlu ilan edilmesi ve HTS kayıtlarının delil sayılması hukuki olamaz! Umurunda mı Saray yargısının? Tabii ki değil.
SARAY YARGISI FATURAYI ENİS BEY’E KESTİ
Konumuza dönecek olursak: Dündar görüntüleri kimden aldığı konusunda isim vermedi ama yaptığı tariften yola çıkan Saray yargısı faturayı Enis Berberoğlu’na kesti. Dündar dünyanın pek çok yerinde gazetecilerin yaptığı kahramanca savunmayı yaparak “Haber kaynağımı söylemiyorum ve bunu söylememe hakkım var” deseydi bugün yaşananların hiç biri yaşanmayacaktı.
Berberoğlu’nun HTS kayıtları ile ilgili haberler yayınlanır yayınlanmaz kameralar karşısına geçip söyledikleri önemliydi. Hem bir milletvekilinin yasadışı yollarla takip edilmesine ve haksız çıkarımlarla suç oluşturulmasına itiraz etmişti; hem de bahsedilen tarihte CHP’nin medya heyetinde yer aldığını, bütün gazetelere sıkça gittiğini; dolayısıyla telefonunun pek çok gazete merkeziyle aynı baz istasyonunda çıkmasının normal olduğunu söylüyordu. Tabii ki dinlemediler.
Ta baştan beri Berberoğlu’na gıcık olan ve cezalandırılması için can atan ve her gün kimler tutuklanacaksa onun listesini bizzat işaretleyen adam devreye girmiş hiç bir savunma deliline bakmaksızın mahkûm edilmesini istemişti. Bu infaz için daha mesleğe yeni başlamış bir hâkimi görevlendirdiler. Hiç bir tecrübesi olmayan ama parti hâkimliğini kutsal bir görev sayan hâkim(ler), onlarca yıl gazetecilik yapan ve CHP milletvekilliği görevine devam eden Berberoğlu’na 25 yıl ceza kesti. Faşizmin adalet çarkı tam da bu!
CHP’NİN PAYI DA ÇOK BÜYÜK
Berberoğlu’nun mahkumiyetinde CHP’nin de payı çok ama çok büyük. Eşi Oya Berberoğlu’nun mahkeme çıkışında yaptığı “Medyayı ve CHP’yi tutukladılar” cümlesi boşuna söylenmiyordu. Halk Partisi yönetimi, HDP’li vekillerin hapse atılacağını bile bile; üstelik “Anayasa ve yasalara aykırı olmasına rağmen” itirafını yaparak milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına razı oldular. Sandılar ki mevzu HDP ile sınırlı kalacak. Cemaat soruşturmalarında da adaletsizliğe direnememişlerdi. HDP soruşturmalarında bizzat suça iştirak ettiler. Zannettiler ki sıra kendilerine gelmeyecek. Oysa bu daha ilk adım. Berberoğlu’ndan başladılar; sırada gazetecilikten gelme diğer CHP vekilleri var. O kadar vahşi gelecekler ki ucu eninde sonunda CHP liderine kadar varacak. Bu tez Saray’a yakın kaynakların çoktandır dile getirdiği bir iddia ve bunu Ankara’da sağır sultanlar duydu bir tek CHP yönetimi duymadı.
Berberoğlu’nun mahkumiyeti, sıranın CHP’ye geldiğini bangır bangır bağırıyor. Bunu duymayan artık kalmadı ama iş işten geçti. Yılların gazetecisi bir haber yüzünden müebbet hapis cezasına layık görüldü ve sonradan insafa gelmiş bir hava üflenerek ceza çeyrek asra indirildi.
Yuh!
Bir haber için bu kadar ceza mı olur. Bu kadar sorumsuz ve öngörüsüz adamın muhalefet yaparken tedrici intihara teşebbüs ettiği ülkede “evet olur” demek zorunda kalıyorsunuz.
(TR724)