[Faik Can]
Yalan, günümüz insanına musallat olmuş en büyük hastalık. Adeta habis bir ur gibi manevi bünyeyi kemiriyor. Küfre, nifaka karşı mümini mukavemetsiz hale getiriyor. Tarif etmeye gerek var mı bilmiyorum ama lügatlerde yalan, “gerçeğe aykırı asılsız söz veya zatında olmamış bir şeyi var gibi sunma” olarak tarif ediliyor. Yalanın belâgat ilmindeki tarifi ise hakikaten çok dikkat çekici ve ürpertici. Buna göre yalan, “Allah tarafından bilinen bir şeyin aksini söylemektir.” Yalan, Allah’ın bildiğine muhalif iddiada bulunmaktır. Yalan, bir meselenin Allah katındaki hakikatine aykırı söz uydurmaktır. En basit örnekleme ile anlatacak olursak mesela, Hak katında sâlihler arasında bulunan iyi bir insandan bahsederken onu yerden yere vurma ve kötü bir adammış gibi anlatma “İndi ilahîde yazılı olan değil, benim dediğim doğrudur!” demek gibi çok büyük bir küstahlıktır.
Bir insanın söz, tavır ve davranışlarında doğruluk azaldıkça onun gönlünde “nifak” kuvvet bulur. Münafığın belirleyici sıfatlarından biri, yalancı olması. Doğruluğun zirvesi Nebiler Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem) münafığın alâmetlerini şu şekilde sayar: “Münafık, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ihanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Birisiyle ahitleştiği, sözleşme yaptığı zaman ona gadreder; söz verse de cayar, sürekli hulf-ül vaadde bulunur. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar; kavga ve nizaları büyütür, düşmanlığa ve zulme dönüştürür.” Nifakla bu kadar iç içe bir durumu halis bir müminin sürdürebilmesi mümkün mü? Ya da yalanda ısrar edene, yalanı kişiliğinin ayrılmaz parçası haline getirene halis mü’min denebilir mi? O halde yapılacak şey, şeytandan sığınmak gibi günde yüz defa yalandan ve yalancılardan Allah’a sığınmak olsa gerek.
Yalanın sonu cehennem
Allah Resûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir başka hadislerinde de şöyle uyarır bizi: “Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da Cennet’e çeker götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa verip, o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu araştırır; böylece o insan, Allah katında “sıddîk” olarak yazılır. Yalana gelince, ondan çokça sakınınız. Zira yalan insanı fücûra, günah bataklığına, sürükler. O yolun sonu da Cehennem’dir. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı, daima yalan söyler, neticede Allah katında “yalancı” olarak yazılır…”
Görüldüğü gibi doğruluk, peygamberler şiarı, yalan ise kâfir ve münafık sıfatı. Yalan, zamanın ve hakikatlerin çehresine çalınmış siyah bir leke. Sahibi için utanç ve rezillik vesilesi. Karakter haline gelince yalan, Hak katında ‘yalancı’ olarak kaydedilmek de var! Ne kötü bir talihtir mele-i âlâda yalanla iştihar etmek! Yalan ikliminde mesut yaşayan bir tek kişi görülmüş müdür? Yalancının mutluluğu da kendisi gibi yalandır aslında. Boşuna dememiş büyüklerimiz “Mumu yatsıya kadar yanar” diye. Neticesinde dünyada hüsran vardır yalanın, ahrette de hizlân!
Yalan, küfrün en önemli esası, nifakın en bariz alâmeti. Özellikle günümüzde yalan, bütünüyle ahlâkı tahrip ediyor. Dünya adeta yalancıların harası hâline gelmiş. Baba evladına, evlat babasına, eşler birbirlerine o kadar kolay yalan söylüyorlar ki ürpermemek mümkün değil. Hele medyada ve siyasette öyle revaç bulmuş ve “serbest dolaşım” hakkı kazanmış ki, itibarlar yerle bir olmuş. Meydanlara ve manşetlere bakınca ahlakın sukût ettiği noktayı görmemek ve Müslümanlık adına kahrolmamak elde değil. Yalan günümüz tiranlarının en önemli silahı haline gelmiş. Dil yalana zorlanmadan kayınca, her türlü gerçekdışı isnat ve iftira da ardı sıra geliyor. Milyonların hukuku yalanlarla hiçe sayılıyor. Yüz binler, türlü iftiralarla hapislerde tutuluyor, işlerinden, evlerinden, yurtlarından ediliyor. Yalanın toplumda oluşturduğu tahribatı tamir etmek, yüzyılların emeği bir ormanı yaktıktan sonra yeniden ihya etmek kadar zor.
Yalancılık ve doğruluk küfür ve iman kadar uzak birbirine. Biri meleklerin, diğeri şeytanların vasfı. Biri Hakk’ın mükerrem kullarının, diğeri habis ruhların özelliği. Biri İnsanlığın İftihar Tablosu o en müstesna varlığın (sallallahu aleyhi ve selem) diğeri de deccallerin, süfyanların, firavunların, şeddatların, nemrutların sıfatı. Yalan, uzun, sisli ve oldukça tehlikeli bir yol ve yolcusu da çok. Sonu da cehennem. Doğruluk ise kısa, aydınlık, güvenli ve huzurlu bir yol ama yolcusu pek az. Son durağı cennet.
Yalan bir lafz-ı kâfirdir
“Yalan bir latfz-ı kâfirdir” diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle “Müseylime’yi esfel-i sâfilîne düşüren onun yalancılığıdır. Mü’min ise küfürden çekindiği gibi, küfrün arkadaşı olan yalandan da çekinmelidir. Hâlbuki şu zamanda yalana pek kolay gidiliyor. Hattâ, siyâset propagandası vâsıtasıyla, yalancılık doğruluğa tercih ediliyor.” Yani yalanın bu kadar revaç bulmasının sebeplerinden biri, halk yığınlarının onu kolayca satın alıp itibar etmeleri. Yalancı kadar, yalana prim veren, menfaatleri gözlerini kör etmiş alkışçı güruhun da vebali var bütün olan bitende.
Bediüzzaman, Kur’an-ı Kerim’de münafıkların en çok “yalancılıklarına” vurgu yapılmasını yalanın Hak nezdindeki çirkinliğine delil sayar. “Bu işaret dahi der Üstad, yalanın ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb (yalan), küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alametidir. Kizb, kudret-i İlahiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlak-ı aliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslamı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalattan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvay eden, kizbdir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.”
Sürgit yalan, insanı nifakın hendeğine yuvarlar ve nifak, küfürden daha çirkin bir haslettir. Münafık günaha karşı lakayt ve vurdumduymazdır. Çıldırmış gibi bir hali vardır ve durmadan sağa sola hezeyanlar savurur. Nefsanî ve cismanî arzuların zebunu haline gelmiştir. İşi gücü yalan ve hıyanettir. Riya ve süm’a dökülür her davranışından. Tek derdi şahsi menfaatine zarar gelmemesidir. Yaşama tutkusu gerçek mefkûresidir. Kendinden başkası önemli değildir onun için. Herkes ona hizmet etmeli, her şey onu yüceltme istikametinde cereyan etmelidir. Şahsi ikbali için satmayacağı değeri, vazgeçmeyeceği kıymeti yoktur münafığın.
Bu sebeple nifak endişesi mü’mini titretmelidir. Nifaka götüren başta yalan olmak üzere bütün yollara kendini kapatmalıdır. Yol üstündeki tuzaklara karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Uykuları kaçmalıdır samimi mü’minlerin. Dua dua “istikamet” talep etmeliler Rabb-i Rahîm’den. Çünkü işin sonunda -Allah korusun- kazanma kuşağında kaybetme gibi bir talihsizlik vardır.
(TR724)
Bir insanın söz, tavır ve davranışlarında doğruluk azaldıkça onun gönlünde “nifak” kuvvet bulur. Münafığın belirleyici sıfatlarından biri, yalancı olması. Doğruluğun zirvesi Nebiler Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem) münafığın alâmetlerini şu şekilde sayar: “Münafık, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ihanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Birisiyle ahitleştiği, sözleşme yaptığı zaman ona gadreder; söz verse de cayar, sürekli hulf-ül vaadde bulunur. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar; kavga ve nizaları büyütür, düşmanlığa ve zulme dönüştürür.” Nifakla bu kadar iç içe bir durumu halis bir müminin sürdürebilmesi mümkün mü? Ya da yalanda ısrar edene, yalanı kişiliğinin ayrılmaz parçası haline getirene halis mü’min denebilir mi? O halde yapılacak şey, şeytandan sığınmak gibi günde yüz defa yalandan ve yalancılardan Allah’a sığınmak olsa gerek.
Yalanın sonu cehennem
Allah Resûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir başka hadislerinde de şöyle uyarır bizi: “Size doğruluk yaraşır. Doğruluk insanı iyiliğe, o da Cennet’e çeker götürür. İnsan, kendini bir kere doğruluğa verip, o yola yöneldi mi, hep doğru söyler, doğruyu araştırır; böylece o insan, Allah katında “sıddîk” olarak yazılır. Yalana gelince, ondan çokça sakınınız. Zira yalan insanı fücûra, günah bataklığına, sürükler. O yolun sonu da Cehennem’dir. Bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı, daima yalan söyler, neticede Allah katında “yalancı” olarak yazılır…”
Görüldüğü gibi doğruluk, peygamberler şiarı, yalan ise kâfir ve münafık sıfatı. Yalan, zamanın ve hakikatlerin çehresine çalınmış siyah bir leke. Sahibi için utanç ve rezillik vesilesi. Karakter haline gelince yalan, Hak katında ‘yalancı’ olarak kaydedilmek de var! Ne kötü bir talihtir mele-i âlâda yalanla iştihar etmek! Yalan ikliminde mesut yaşayan bir tek kişi görülmüş müdür? Yalancının mutluluğu da kendisi gibi yalandır aslında. Boşuna dememiş büyüklerimiz “Mumu yatsıya kadar yanar” diye. Neticesinde dünyada hüsran vardır yalanın, ahrette de hizlân!
Yalan, küfrün en önemli esası, nifakın en bariz alâmeti. Özellikle günümüzde yalan, bütünüyle ahlâkı tahrip ediyor. Dünya adeta yalancıların harası hâline gelmiş. Baba evladına, evlat babasına, eşler birbirlerine o kadar kolay yalan söylüyorlar ki ürpermemek mümkün değil. Hele medyada ve siyasette öyle revaç bulmuş ve “serbest dolaşım” hakkı kazanmış ki, itibarlar yerle bir olmuş. Meydanlara ve manşetlere bakınca ahlakın sukût ettiği noktayı görmemek ve Müslümanlık adına kahrolmamak elde değil. Yalan günümüz tiranlarının en önemli silahı haline gelmiş. Dil yalana zorlanmadan kayınca, her türlü gerçekdışı isnat ve iftira da ardı sıra geliyor. Milyonların hukuku yalanlarla hiçe sayılıyor. Yüz binler, türlü iftiralarla hapislerde tutuluyor, işlerinden, evlerinden, yurtlarından ediliyor. Yalanın toplumda oluşturduğu tahribatı tamir etmek, yüzyılların emeği bir ormanı yaktıktan sonra yeniden ihya etmek kadar zor.
Yalancılık ve doğruluk küfür ve iman kadar uzak birbirine. Biri meleklerin, diğeri şeytanların vasfı. Biri Hakk’ın mükerrem kullarının, diğeri habis ruhların özelliği. Biri İnsanlığın İftihar Tablosu o en müstesna varlığın (sallallahu aleyhi ve selem) diğeri de deccallerin, süfyanların, firavunların, şeddatların, nemrutların sıfatı. Yalan, uzun, sisli ve oldukça tehlikeli bir yol ve yolcusu da çok. Sonu da cehennem. Doğruluk ise kısa, aydınlık, güvenli ve huzurlu bir yol ama yolcusu pek az. Son durağı cennet.
Yalan bir lafz-ı kâfirdir
“Yalan bir latfz-ı kâfirdir” diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle “Müseylime’yi esfel-i sâfilîne düşüren onun yalancılığıdır. Mü’min ise küfürden çekindiği gibi, küfrün arkadaşı olan yalandan da çekinmelidir. Hâlbuki şu zamanda yalana pek kolay gidiliyor. Hattâ, siyâset propagandası vâsıtasıyla, yalancılık doğruluğa tercih ediliyor.” Yani yalanın bu kadar revaç bulmasının sebeplerinden biri, halk yığınlarının onu kolayca satın alıp itibar etmeleri. Yalancı kadar, yalana prim veren, menfaatleri gözlerini kör etmiş alkışçı güruhun da vebali var bütün olan bitende.
Bediüzzaman, Kur’an-ı Kerim’de münafıkların en çok “yalancılıklarına” vurgu yapılmasını yalanın Hak nezdindeki çirkinliğine delil sayar. “Bu işaret dahi der Üstad, yalanın ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb (yalan), küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alametidir. Kizb, kudret-i İlahiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlak-ı aliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslamı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalattan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvay eden, kizbdir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.”
Sürgit yalan, insanı nifakın hendeğine yuvarlar ve nifak, küfürden daha çirkin bir haslettir. Münafık günaha karşı lakayt ve vurdumduymazdır. Çıldırmış gibi bir hali vardır ve durmadan sağa sola hezeyanlar savurur. Nefsanî ve cismanî arzuların zebunu haline gelmiştir. İşi gücü yalan ve hıyanettir. Riya ve süm’a dökülür her davranışından. Tek derdi şahsi menfaatine zarar gelmemesidir. Yaşama tutkusu gerçek mefkûresidir. Kendinden başkası önemli değildir onun için. Herkes ona hizmet etmeli, her şey onu yüceltme istikametinde cereyan etmelidir. Şahsi ikbali için satmayacağı değeri, vazgeçmeyeceği kıymeti yoktur münafığın.
Bu sebeple nifak endişesi mü’mini titretmelidir. Nifaka götüren başta yalan olmak üzere bütün yollara kendini kapatmalıdır. Yol üstündeki tuzaklara karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Uykuları kaçmalıdır samimi mü’minlerin. Dua dua “istikamet” talep etmeliler Rabb-i Rahîm’den. Çünkü işin sonunda -Allah korusun- kazanma kuşağında kaybetme gibi bir talihsizlik vardır.
(TR724)