İngiltere’de ardı ardına yaşanan terörist saldırıları IŞİD’in üslenmesi, ‘Müslüman terörist’ tartışmasını yeniden gündeme taşıdı.
Politico’da ‘Müslüman Gençlerin Teröristlerin Ağına Düşmemesi için Bağışıklık Sistemini Güçlendirmeliyiz’ başlığıyla makalesi yayımlanan Fethullah Gülen, ‘İsmine İslam kelimesini koyarak onun parlak cehresini kirleten bu örgüt kendisi ne iddia ederse etsin dini siyasi emellerine alet eden bir sapkınlığın temsilcisidir.’ dedi.
Masum sivilleri hedef alanların kendine ne derse desin hak ettiği tek ismin ‘insanlıktan çıkmış bir suç şebekesi’ olduğunun altını çizen Gülen, ‘Londra ve Manchester’deki vahşi saldırıların tekrar etmemesi için din kisvesi altında hunharlık yapan bu örgütlere karşı dünya çapında yürütülen çalışmaların bir parçası olmak hem insani hem de dini bir mesuliyettir.’ ifadelerini kullandı.
İşte Politico Europe’ta yayımlanan o yazının tamamı:
Müslüman Gençlerin Teröristlerin Ağına Düşmemesi için Bağışıklık Sistemini Güçlendirmeliyiz
Londra ve Manchester şehirlerindeki son kanlı terörist saldırıları yine kendine IŞİD diyen terörist grup üstlendi. Daha önce de masum sivilleri hedef alan nice saldırıyı gerçekleştiren bu örgüt kendine ne derse desin hakkettiği tek isim insanlıktan çıkmış bir suç şebekesidir.
Dünya Müslümanları gelecekte olması muhtemel saldırıları önleme adına istihbarat ve emniyet tedbirlerine yardımcı olmanın yanında bu belanın hayat damarlarını kesmeye gayret etmelidir. Irak’ta El-Kaide’nin kalıntılarından ortaya çıkan bu örgütün yalanları daha başından beri hunhar katliamları ile at başı gitti. İsmine İslam kelimesini koyarak onun parlak cehresini kirleten bu örgüt kendisi ne iddia ederse etsin dini siyasi emellerine alet eden bir sapkınlığın temsilcisidir. Elbiseleri, bayrakları ve sloganları İslam’ın ruhuna yaptıkları ihanetleri gizlemeye yeterli değildir.
Bu hunhar örgütün cezbetmeye çalıştığı gençlere yönelik propagandasının önemli bir unsuru olan devlet olma iddiasına zemin teşkil eden bir alandan mahrum etmek tüm dünya Müslümanlarının destekleyebileceği bir hedeftir. Ancak mesele askeri müdahale ile çözülemeyecek şekilde çok boyutludur.
IŞİD ile temsil edilen daha derin problem bu ve benzeri örgütlerin, toplumlarında kendini dışlanmış hisseden gençlerin duygularına hitap ederek onlara ulvi görünümlü hedefler ve aidiyet hissi vaatleriyle totaliter bir ideolojinin fedaileri haline getirmeleridir. Dini, siyasi, psiko-sosyal ve ekonomik boyutları olan bu problemin çözümünün de çok yönlü olması zaruridir. Ayrımcılık ve sosyal dışlama probleminin devletler ve toplumlar seviyesinde ele alınması zaruridir. Kendi halkına zulmeden Suriye gibi rejimler mevzuunda Uluslararası organizasyonlar sonuç getirici müdahaleler yapmalıdır. Bati devletlerinin daha ahlaki ve tutarlı bir dış politika izlemeleri beklenir. Müslümanlar bu geniş çaplı çabaların bir parçası olabilir ve olmalıdır ancak onlara hususi bir mesuliyet düşmektedir.
Şu anda Müslümanlar olarak en kritik vazifemiz şiddet ve terör virüsüne karşı, toplumumuzun, özellikle de gençliğimizin bağışıklık sistemini güçlendirmektir. Acaba hiç sorduk mu kendimize, bizim toplumlarımız nasıl teröristlerin eleman devşirmesine müsait bir zemin haline geldi? Bu problemin çözümü için elbette çözülmesi gereken dış faktörler vardır ancak Müslümanlar olarak biz ilk önce kendimizi sorgulayarak başlamalıyız çünkü nefis muhasebesi dini bir vecibedir ve ayni zamanda ebeveynlerin, öğretmenlerin, imam hatiplerin ve fikir önderlerinin bu mevzuda yapabileceği şeyler vardır.
Yapılabilecek şeylerin önemli bir tanesi şiddeti meşru gören eden radikalleri fikir savaşında yenmektir. Şiddet yanlısı örgütlerin ortak bir hatası/taktiği, Kuran-ı Kerim ve Efendimiz’in (s.a.v) beyanlarını siyak ve sibak münasebetinden koparmak ve onları önceden belirlenmiş amaçlarına hizmet edecek şekilde yorumlamaktır. Bu örgütlerin arkasındaki ideologlar, Efendimiz’in (s.a.v) ya da sahabelerin hayatından bir fotoğraf karesi alıp zaten önceden niyet ettikleri bir eylemi haklı kılmak için bir meşruiyet vasıtası haline getiriyorlar.
Bu taktiğe karşı yapılacak şey, dini geleneği bütüncül bir nazarla, her bir rivayeti siyak ve sibakıyla öğreten bir eğitim programıdır. Gençlerimize Efendimizin (s.a.v) kavmini nasıl vahşilikten Ibrahimi dinlerin paylaştığı ahlaki prensipleri benimsemiş bir topluma dönüştürdüğünü öğretmemiz lazım. Kuran-ı Kerim’in ruhunu ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) siyer felsefesini anlamalılar ki radikallerin aldatıcı söylemlerine karşı koyabilsinler. Müslümanların yaşadıkları yerlerin hükümetleri de onların dini özgürlüklerini garanti altına alarak bu mevzuda yardımcı olabilirler.
Bütüncül bir eğitim müfredatının önemli bir maddesi, her insanı Allah’ın (cc) eşsiz bir sanat eseri olarak aziz tutmaktır. Kuran’ın birçok ayetinde Cenab-ı Hak, inancına bakılmaksızın insanlığı bir bütün olarak muhatap almaktadır. Allah (cc) “Biz, hakikaten insanoğlunu şereflendirdik” (17. Sure 70. Ayet) dediğinde, tüm insanlık şereflendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim, bir masum insanın hayatına kıyılmasını tüm insanlığa ve hayatin değerine karşı bir suç olarak nitelendirdiğini beyan etmiştir (5. Sure 32. Ayet). Meşru olan müdafaa amaçlı savaşlarda dahi, Efendimiz (s.a.v), herhangi bir silahsıza karşı, özellikle kadınlara, çocuklara ve din adamlarına karşı şiddeti yasaklar. Nitekim benim de görüşlerine katıldığım Abdurrahman Azzam gibi tarihçilerin altını çizdiği üzere onun savaşlarının hepsi müdafaa savaşlarıdır. Başkalarını öldürerek cennete girilebileceğine inanmak bir korkunç bir aldanmışlıktır.
Şiddete tevessül eden radikallerin bir başka büyük hatası, siyasi rekabetin çoğu kez dini farklılıklarla çakıştığı ve birbiriyle karıştırıldığı Orta Çağdaki dini hükümleri 21. Yüzyıla aynen taşımaya çalışmaktır. Bugün Müslümanlar dinlerini laik ve demokratik ülkelerde rahatça yaşayabiliyorlar. Sosyal adalet, hukukun üstünlüğü, toplu karar alma ve eşitlik gibi Müslümanlığın temel değerleri katılımcı hükümet şekliyle daha uyumludur. Müslümanlar demokratik ülkelerin topluma katkıda bulunan vatandaşları olarak yaşayabilir ve zaten yaşıyorlar.
İleriye yönelik tedbir almak açısından, gençlerimizin sosyal ihtiyaçlarını müsbet yollarla giderip onların enerjilerini yapıcı şekilde kullanmalarını temin etmemiz lazımdır. Gençler gruplar halinde savaş veya felaket mağdurlarına yardım etmeye matuf insani yardım projelerinde gönüllü olmaya yönlendirilebilirler. Bu şekildeki hizmet projeleri mağdurların acılarını dindirmeye yaradığı gibi hizmet edenlerin de kendilerini müsbet ve manidar bir projenin parçası olarak hissetmelerini sağlar. Diğer din mensuplarıyla diyalog ve insani hizmet projeleri vesilesiyle teşrik-i mesai yapmak karşılıklı anlayış ve saygıyı geliştirir. Bu şekilde devam eden diyaloglar sayesinde gençlerimiz sadece kendi inanç grubunun değil, aynı zamanda insanlık ailesinin de fertleri oldukları gerçeğini içselleştirebilirler. Bu şekilde bütün müsbet grup faaliyetleri gençlerin sağlıklı bir kimlik ve müsbet bir aidiyet hislerini geliştirmelerine yârdim eder.
1970’lerden beri, benim de aralarında bulunmaktan iftihar ettiğim Hizmet camiası fertleri 150’den fazla ülkede 1000’den fazla modern laik okul, ücretsiz etüt merkezi, üniversite, hastane ve yardım organizasyonları kurdular. Bu kurumlar ve onların etrafında şekillenen gönüllü halkaları gençleri ve genç profesyonelleri hizmet verici, rehber, öğretmen, ve yardımcı rollerinde istihdam ederek onların sağlıklı bir kimlikle, müsbet bir aidiyet hissiyle, gaye-i hayal sahibi olarak yaşamalarına vesile oldular. Onların projelerinde yer alan gençlere radikal gruplar el atamadılar ve onları şiddete bulaştıramadılar. Birkaç dil öğreten ve kültürel geziler düzenleyen müesseseler başkalarını daha iyi anlayabilme, esnek ve kritik düşünebilme kabiliyetini geliştirdiler. Radikallerin gençlerimize sunduğu hastalıklı ideolojilere karşı bağışıklık sistemini güçlendirmenin en güzel yolu onlara hem eğitim yoluyla hem de bizzat fiiliyatta müsbet bir alternatif hareket yolu göstermektir.
Müslümanlar vakit namazlarında ve dualarında her gün defalarca “Rabbim! Sen bizi bu sırat-i müstakime hidayet eyle, orada sabit tut” diye dua ederler. Günümüzde sırat-i müstakimde kalabilmenin şartlarından en mühimleri, inancımızın temel değerlerini iyi anladık mi diye kendimizi sorgulamak, hayatımızda bu değerleri ne kadar uyguladığımızı gözden geçirmek ve bu değerlerle çelişen etkilere karşı gençlerimizin bağışıklık sisteminin güçlendirmektir.
Bugün Londra ve Manchester’deki vahşi saldırıların tekrar etmemesi için din kisvesi altında hunharlık yapan bu örgütlere karşı dünya çapında yürütülen çalışmaların bir parçası olmak hem insani hem de dini bir mesuliyettir.
Politico’da ‘Müslüman Gençlerin Teröristlerin Ağına Düşmemesi için Bağışıklık Sistemini Güçlendirmeliyiz’ başlığıyla makalesi yayımlanan Fethullah Gülen, ‘İsmine İslam kelimesini koyarak onun parlak cehresini kirleten bu örgüt kendisi ne iddia ederse etsin dini siyasi emellerine alet eden bir sapkınlığın temsilcisidir.’ dedi.
Masum sivilleri hedef alanların kendine ne derse desin hak ettiği tek ismin ‘insanlıktan çıkmış bir suç şebekesi’ olduğunun altını çizen Gülen, ‘Londra ve Manchester’deki vahşi saldırıların tekrar etmemesi için din kisvesi altında hunharlık yapan bu örgütlere karşı dünya çapında yürütülen çalışmaların bir parçası olmak hem insani hem de dini bir mesuliyettir.’ ifadelerini kullandı.
İşte Politico Europe’ta yayımlanan o yazının tamamı:
Müslüman Gençlerin Teröristlerin Ağına Düşmemesi için Bağışıklık Sistemini Güçlendirmeliyiz
Londra ve Manchester şehirlerindeki son kanlı terörist saldırıları yine kendine IŞİD diyen terörist grup üstlendi. Daha önce de masum sivilleri hedef alan nice saldırıyı gerçekleştiren bu örgüt kendine ne derse desin hakkettiği tek isim insanlıktan çıkmış bir suç şebekesidir.
Dünya Müslümanları gelecekte olması muhtemel saldırıları önleme adına istihbarat ve emniyet tedbirlerine yardımcı olmanın yanında bu belanın hayat damarlarını kesmeye gayret etmelidir. Irak’ta El-Kaide’nin kalıntılarından ortaya çıkan bu örgütün yalanları daha başından beri hunhar katliamları ile at başı gitti. İsmine İslam kelimesini koyarak onun parlak cehresini kirleten bu örgüt kendisi ne iddia ederse etsin dini siyasi emellerine alet eden bir sapkınlığın temsilcisidir. Elbiseleri, bayrakları ve sloganları İslam’ın ruhuna yaptıkları ihanetleri gizlemeye yeterli değildir.
Bu hunhar örgütün cezbetmeye çalıştığı gençlere yönelik propagandasının önemli bir unsuru olan devlet olma iddiasına zemin teşkil eden bir alandan mahrum etmek tüm dünya Müslümanlarının destekleyebileceği bir hedeftir. Ancak mesele askeri müdahale ile çözülemeyecek şekilde çok boyutludur.
IŞİD ile temsil edilen daha derin problem bu ve benzeri örgütlerin, toplumlarında kendini dışlanmış hisseden gençlerin duygularına hitap ederek onlara ulvi görünümlü hedefler ve aidiyet hissi vaatleriyle totaliter bir ideolojinin fedaileri haline getirmeleridir. Dini, siyasi, psiko-sosyal ve ekonomik boyutları olan bu problemin çözümünün de çok yönlü olması zaruridir. Ayrımcılık ve sosyal dışlama probleminin devletler ve toplumlar seviyesinde ele alınması zaruridir. Kendi halkına zulmeden Suriye gibi rejimler mevzuunda Uluslararası organizasyonlar sonuç getirici müdahaleler yapmalıdır. Bati devletlerinin daha ahlaki ve tutarlı bir dış politika izlemeleri beklenir. Müslümanlar bu geniş çaplı çabaların bir parçası olabilir ve olmalıdır ancak onlara hususi bir mesuliyet düşmektedir.
Şu anda Müslümanlar olarak en kritik vazifemiz şiddet ve terör virüsüne karşı, toplumumuzun, özellikle de gençliğimizin bağışıklık sistemini güçlendirmektir. Acaba hiç sorduk mu kendimize, bizim toplumlarımız nasıl teröristlerin eleman devşirmesine müsait bir zemin haline geldi? Bu problemin çözümü için elbette çözülmesi gereken dış faktörler vardır ancak Müslümanlar olarak biz ilk önce kendimizi sorgulayarak başlamalıyız çünkü nefis muhasebesi dini bir vecibedir ve ayni zamanda ebeveynlerin, öğretmenlerin, imam hatiplerin ve fikir önderlerinin bu mevzuda yapabileceği şeyler vardır.
Yapılabilecek şeylerin önemli bir tanesi şiddeti meşru gören eden radikalleri fikir savaşında yenmektir. Şiddet yanlısı örgütlerin ortak bir hatası/taktiği, Kuran-ı Kerim ve Efendimiz’in (s.a.v) beyanlarını siyak ve sibak münasebetinden koparmak ve onları önceden belirlenmiş amaçlarına hizmet edecek şekilde yorumlamaktır. Bu örgütlerin arkasındaki ideologlar, Efendimiz’in (s.a.v) ya da sahabelerin hayatından bir fotoğraf karesi alıp zaten önceden niyet ettikleri bir eylemi haklı kılmak için bir meşruiyet vasıtası haline getiriyorlar.
Bu taktiğe karşı yapılacak şey, dini geleneği bütüncül bir nazarla, her bir rivayeti siyak ve sibakıyla öğreten bir eğitim programıdır. Gençlerimize Efendimizin (s.a.v) kavmini nasıl vahşilikten Ibrahimi dinlerin paylaştığı ahlaki prensipleri benimsemiş bir topluma dönüştürdüğünü öğretmemiz lazım. Kuran-ı Kerim’in ruhunu ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) siyer felsefesini anlamalılar ki radikallerin aldatıcı söylemlerine karşı koyabilsinler. Müslümanların yaşadıkları yerlerin hükümetleri de onların dini özgürlüklerini garanti altına alarak bu mevzuda yardımcı olabilirler.
Bütüncül bir eğitim müfredatının önemli bir maddesi, her insanı Allah’ın (cc) eşsiz bir sanat eseri olarak aziz tutmaktır. Kuran’ın birçok ayetinde Cenab-ı Hak, inancına bakılmaksızın insanlığı bir bütün olarak muhatap almaktadır. Allah (cc) “Biz, hakikaten insanoğlunu şereflendirdik” (17. Sure 70. Ayet) dediğinde, tüm insanlık şereflendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim, bir masum insanın hayatına kıyılmasını tüm insanlığa ve hayatin değerine karşı bir suç olarak nitelendirdiğini beyan etmiştir (5. Sure 32. Ayet). Meşru olan müdafaa amaçlı savaşlarda dahi, Efendimiz (s.a.v), herhangi bir silahsıza karşı, özellikle kadınlara, çocuklara ve din adamlarına karşı şiddeti yasaklar. Nitekim benim de görüşlerine katıldığım Abdurrahman Azzam gibi tarihçilerin altını çizdiği üzere onun savaşlarının hepsi müdafaa savaşlarıdır. Başkalarını öldürerek cennete girilebileceğine inanmak bir korkunç bir aldanmışlıktır.
Şiddete tevessül eden radikallerin bir başka büyük hatası, siyasi rekabetin çoğu kez dini farklılıklarla çakıştığı ve birbiriyle karıştırıldığı Orta Çağdaki dini hükümleri 21. Yüzyıla aynen taşımaya çalışmaktır. Bugün Müslümanlar dinlerini laik ve demokratik ülkelerde rahatça yaşayabiliyorlar. Sosyal adalet, hukukun üstünlüğü, toplu karar alma ve eşitlik gibi Müslümanlığın temel değerleri katılımcı hükümet şekliyle daha uyumludur. Müslümanlar demokratik ülkelerin topluma katkıda bulunan vatandaşları olarak yaşayabilir ve zaten yaşıyorlar.
İleriye yönelik tedbir almak açısından, gençlerimizin sosyal ihtiyaçlarını müsbet yollarla giderip onların enerjilerini yapıcı şekilde kullanmalarını temin etmemiz lazımdır. Gençler gruplar halinde savaş veya felaket mağdurlarına yardım etmeye matuf insani yardım projelerinde gönüllü olmaya yönlendirilebilirler. Bu şekildeki hizmet projeleri mağdurların acılarını dindirmeye yaradığı gibi hizmet edenlerin de kendilerini müsbet ve manidar bir projenin parçası olarak hissetmelerini sağlar. Diğer din mensuplarıyla diyalog ve insani hizmet projeleri vesilesiyle teşrik-i mesai yapmak karşılıklı anlayış ve saygıyı geliştirir. Bu şekilde devam eden diyaloglar sayesinde gençlerimiz sadece kendi inanç grubunun değil, aynı zamanda insanlık ailesinin de fertleri oldukları gerçeğini içselleştirebilirler. Bu şekilde bütün müsbet grup faaliyetleri gençlerin sağlıklı bir kimlik ve müsbet bir aidiyet hislerini geliştirmelerine yârdim eder.
1970’lerden beri, benim de aralarında bulunmaktan iftihar ettiğim Hizmet camiası fertleri 150’den fazla ülkede 1000’den fazla modern laik okul, ücretsiz etüt merkezi, üniversite, hastane ve yardım organizasyonları kurdular. Bu kurumlar ve onların etrafında şekillenen gönüllü halkaları gençleri ve genç profesyonelleri hizmet verici, rehber, öğretmen, ve yardımcı rollerinde istihdam ederek onların sağlıklı bir kimlikle, müsbet bir aidiyet hissiyle, gaye-i hayal sahibi olarak yaşamalarına vesile oldular. Onların projelerinde yer alan gençlere radikal gruplar el atamadılar ve onları şiddete bulaştıramadılar. Birkaç dil öğreten ve kültürel geziler düzenleyen müesseseler başkalarını daha iyi anlayabilme, esnek ve kritik düşünebilme kabiliyetini geliştirdiler. Radikallerin gençlerimize sunduğu hastalıklı ideolojilere karşı bağışıklık sistemini güçlendirmenin en güzel yolu onlara hem eğitim yoluyla hem de bizzat fiiliyatta müsbet bir alternatif hareket yolu göstermektir.
Müslümanlar vakit namazlarında ve dualarında her gün defalarca “Rabbim! Sen bizi bu sırat-i müstakime hidayet eyle, orada sabit tut” diye dua ederler. Günümüzde sırat-i müstakimde kalabilmenin şartlarından en mühimleri, inancımızın temel değerlerini iyi anladık mi diye kendimizi sorgulamak, hayatımızda bu değerleri ne kadar uyguladığımızı gözden geçirmek ve bu değerlerle çelişen etkilere karşı gençlerimizin bağışıklık sisteminin güçlendirmektir.
Bugün Londra ve Manchester’deki vahşi saldırıların tekrar etmemesi için din kisvesi altında hunharlık yapan bu örgütlere karşı dünya çapında yürütülen çalışmaların bir parçası olmak hem insani hem de dini bir mesuliyettir.