[Alper Ender Fırat]
Tahir’i tam da orada vurdular. Dört Ayaklı Minarenin hemen dibinde “Bir çok medeniyete beşiklik yapmış, bu kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz” deyip Suriçi’ndeki kimliğin ve kültürün korunmasını istediği anda, nesepsiz bir kurşunla katledilmişti. Tahir Elçi’yi katleden kurşunların sesi biraz ilerideki Surp Giragos Ermeni Kilisesinden ve buna komşu olan Keldani Kilisesinden de duyulmuştu. Duyulma ne kelime bu kurşun onlara da, yani ötekiyle yaşamak mümkündür inancına sıkılmıştı. Tahir, Faşistlerin en sevmediği sözleri bir kere daha söylediği için iki faşist yapının, PKK ve ‘derin devlet’in ortak yapımıyla katledildi.
Yüzlerce yıllık kadim bir dostluğun, onlarca farklı din ve ırkın oluşturduğu bir arada yaşama medeniyetinin özetiydi Suriçi. Her kadim toprakta olduğu gibi binlerce yıldır yeryüzünde var olan herkesten bir parça vardı burada. Türkler, Kürtler, Müslümanlar, Ermeniler, Yahudiler, Keldaniler, Süryaniler ve daha nice farklı toplulukların var olduğu bir yaşama alanıydı. Aslında burası tam anlamıyla Osmanlıydı. Osmanlı demek çok kültürlü olmak, başka etnik ve inançtan olmasına rağmen güvenle yaşayabilmesi, ‘öteki’ olanın can ve mal emniyetinin, temin edilmesi demekti.
BETON KAFA, BETON TOKİ
Farklı olandan en az Saray kadar korkan PKK’nın yardım ve yataklığıyla bu kadim kente önce bomba yağdırdılar. Sonra da beton kafayı, yani TOKİ’yi Sur’un içine saldılar. Ruhundaki faşistliğe Osmanlı maskesi takan ve Osmanlı’yı Duşakabinoğlulları Tiyatrosu’nda palyaçoluk zanneden Moğol artıkları, TOKİ’nin dozerleri ile Sur içini değerli arsa haline getirmek için harekete geçti. Osmanlı maskesi takmış köylü palyaçolara bu kadim kentin beton hasretiyle yanıp tutuşmadığını anlatmak bir hayli zor.
ALMANYA’YA, DRESDEN’E BAKIN
Almanya’nın Dresden kenti 1945 yılına kadar Ortaçağ’dan kalma bir masal kenti, Alman medeniyeti için ‘Elbe’nin Floransa’sı idi. 1945 yılında İkinci Dünya Savaş bitmek üzereyken Amerikan Uçaklarının saldırısına uğradı ve şehir bu yoğun bombardıman yüzünden yerle bir oldu. Kent bütün her şeyini kaybetmekle kalmadı savaştan sonra da Sovyetler Birliğinin kontrolünde verildi. Komünistler yıkılan şehrin yerine TOKİ konutları gibi, ruhsuz ve kimliksiz beton binalarını doldurdular.
Ama Almanlar bu durumu hiçbir zaman kabullenmedi. Aradan 45 yıl geçmesine rağmen, 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesinden sonra Dresden’in çirkin binalarını yıkıp 1945 öncesine göre yeniden inşa ettiler. İnsan sığınağından başka bir anlamı olmayan o ruhsuz binaları kamulaştırıp yıktılar ve anıt binaları, heykelleri, mahalleleri eskisinin aynısı olacak şekilde yeniden yaptılar. Almanlar sağda solda milliyetçilik üzerine hamasi nutuklar atmıyorlar, ama kendi medeniyetine sahip çıkmanın nasıl olacağını gösteriyorlar. İşte bir medeniyetin mirasçısı ancak böyle olunur. Eğer Osmanlı ile uzaktan yakından bir alakanız varsa, o medeniyetin devamı olduğunu iddia ediyorsanız önce onun kültürel ve tarihsel mirasına sahip çıkmanız gerekir?
İSTANBUL SURİÇİ’NE REZİDANS YAPANLAR…
Bütün dünyanın gözü önünde dünyanın en eski şehirlerinden İstanbul’un Suriçi’ne rezidans yapanlar, binlerce yıllık Surların dibine Sulukule’ye beton dökenlerin Diyarbakır Suriçi’ne neler yapacağını kimse tahmin bile edemez. Aptal bir baraj için binlerce yıllık Hasankeyf’i sular altına gömenler, kış günü Trabzon’da ormanı yakıp iki ay sonra bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka oralara villalar konduranların Diyarbakır’a neler yapacağını düşünebiliyor musunuz? Binlerce yıllık bu kadim kente ne olacağına, ne tarih, ne kültür, ne yasalar karar vermeyecek. Hayattaki en büyük ideali betonarme bir apartman yapmak olan, gerçek anlamda hiç kentte yaşamamış köylüler karar verecek.
Tarihe sahip çıkmak, size rağmen yıkılmayıp bu tarihlere kadar gelmeyi başaran birkaç binayı yıkmamak değildir, o kenti bütün yaşam alanlarıyla birlikte muhafaza etmektir. Gerekirse Dresden’deki gibi o döneme ait evleri, binaları, tarihi çarşıları aslına bire bir uygun olarak yeniden yapmaktır.
EY DİYARBAKIRLILAR…
Ey gerçek Diyarbakırlılar, ey çoğulculuğu yaşayarak öğrenmişler, ey içinde birazcık da olsa vicdan, insaf taşıyanlar. Ey bu dünyada paradan daha başka şeylerin de olabileceğini hala düşünenler, ey medeniyete, kültüre, kent birikimine inananlar, Diyarbakır’ın TOKİ kafasıyla katledilmesine müsaade etmeyin.
Ey para hırsıyla gözü dönmüş müteahhitler, komisyoncular, siyasetçiler çalacaksanız başka yerde çalın, başka bir deveyi hamuduyla götürün. Gırtlaklarınızı başka bir yerin haram paralarıyla doldurun ama Diyarbakır Suriçi’nin eski haliyle yeniden inşaa edilmesini sağlayın.
(TR724)
Yüzlerce yıllık kadim bir dostluğun, onlarca farklı din ve ırkın oluşturduğu bir arada yaşama medeniyetinin özetiydi Suriçi. Her kadim toprakta olduğu gibi binlerce yıldır yeryüzünde var olan herkesten bir parça vardı burada. Türkler, Kürtler, Müslümanlar, Ermeniler, Yahudiler, Keldaniler, Süryaniler ve daha nice farklı toplulukların var olduğu bir yaşama alanıydı. Aslında burası tam anlamıyla Osmanlıydı. Osmanlı demek çok kültürlü olmak, başka etnik ve inançtan olmasına rağmen güvenle yaşayabilmesi, ‘öteki’ olanın can ve mal emniyetinin, temin edilmesi demekti.
BETON KAFA, BETON TOKİ
Farklı olandan en az Saray kadar korkan PKK’nın yardım ve yataklığıyla bu kadim kente önce bomba yağdırdılar. Sonra da beton kafayı, yani TOKİ’yi Sur’un içine saldılar. Ruhundaki faşistliğe Osmanlı maskesi takan ve Osmanlı’yı Duşakabinoğlulları Tiyatrosu’nda palyaçoluk zanneden Moğol artıkları, TOKİ’nin dozerleri ile Sur içini değerli arsa haline getirmek için harekete geçti. Osmanlı maskesi takmış köylü palyaçolara bu kadim kentin beton hasretiyle yanıp tutuşmadığını anlatmak bir hayli zor.
ALMANYA’YA, DRESDEN’E BAKIN
Almanya’nın Dresden kenti 1945 yılına kadar Ortaçağ’dan kalma bir masal kenti, Alman medeniyeti için ‘Elbe’nin Floransa’sı idi. 1945 yılında İkinci Dünya Savaş bitmek üzereyken Amerikan Uçaklarının saldırısına uğradı ve şehir bu yoğun bombardıman yüzünden yerle bir oldu. Kent bütün her şeyini kaybetmekle kalmadı savaştan sonra da Sovyetler Birliğinin kontrolünde verildi. Komünistler yıkılan şehrin yerine TOKİ konutları gibi, ruhsuz ve kimliksiz beton binalarını doldurdular.
Ama Almanlar bu durumu hiçbir zaman kabullenmedi. Aradan 45 yıl geçmesine rağmen, 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesinden sonra Dresden’in çirkin binalarını yıkıp 1945 öncesine göre yeniden inşa ettiler. İnsan sığınağından başka bir anlamı olmayan o ruhsuz binaları kamulaştırıp yıktılar ve anıt binaları, heykelleri, mahalleleri eskisinin aynısı olacak şekilde yeniden yaptılar. Almanlar sağda solda milliyetçilik üzerine hamasi nutuklar atmıyorlar, ama kendi medeniyetine sahip çıkmanın nasıl olacağını gösteriyorlar. İşte bir medeniyetin mirasçısı ancak böyle olunur. Eğer Osmanlı ile uzaktan yakından bir alakanız varsa, o medeniyetin devamı olduğunu iddia ediyorsanız önce onun kültürel ve tarihsel mirasına sahip çıkmanız gerekir?
İSTANBUL SURİÇİ’NE REZİDANS YAPANLAR…
Bütün dünyanın gözü önünde dünyanın en eski şehirlerinden İstanbul’un Suriçi’ne rezidans yapanlar, binlerce yıllık Surların dibine Sulukule’ye beton dökenlerin Diyarbakır Suriçi’ne neler yapacağını kimse tahmin bile edemez. Aptal bir baraj için binlerce yıllık Hasankeyf’i sular altına gömenler, kış günü Trabzon’da ormanı yakıp iki ay sonra bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka oralara villalar konduranların Diyarbakır’a neler yapacağını düşünebiliyor musunuz? Binlerce yıllık bu kadim kente ne olacağına, ne tarih, ne kültür, ne yasalar karar vermeyecek. Hayattaki en büyük ideali betonarme bir apartman yapmak olan, gerçek anlamda hiç kentte yaşamamış köylüler karar verecek.
Tarihe sahip çıkmak, size rağmen yıkılmayıp bu tarihlere kadar gelmeyi başaran birkaç binayı yıkmamak değildir, o kenti bütün yaşam alanlarıyla birlikte muhafaza etmektir. Gerekirse Dresden’deki gibi o döneme ait evleri, binaları, tarihi çarşıları aslına bire bir uygun olarak yeniden yapmaktır.
EY DİYARBAKIRLILAR…
Ey gerçek Diyarbakırlılar, ey çoğulculuğu yaşayarak öğrenmişler, ey içinde birazcık da olsa vicdan, insaf taşıyanlar. Ey bu dünyada paradan daha başka şeylerin de olabileceğini hala düşünenler, ey medeniyete, kültüre, kent birikimine inananlar, Diyarbakır’ın TOKİ kafasıyla katledilmesine müsaade etmeyin.
Ey para hırsıyla gözü dönmüş müteahhitler, komisyoncular, siyasetçiler çalacaksanız başka yerde çalın, başka bir deveyi hamuduyla götürün. Gırtlaklarınızı başka bir yerin haram paralarıyla doldurun ama Diyarbakır Suriçi’nin eski haliyle yeniden inşaa edilmesini sağlayın.
(TR724)