[Mehmet Yıldız]
22 Aralık 2013’te dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan, Trabzon’da yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor: “Birileri billboardlara yazmış kardeş olacağız, bir tarafa Geziciyi koymuş, bir tarafa polisimizi… İyi güzel, bu nasıl kardeşlik ki öbür taraftan kardeşini lanetleyeceksin, beddua edeceksin… Yani sizin kardeşliğiniz elinde Molotof kokteyli ile dolaşanlara mı?”
Haziran ayında gezi parkı olayları patlamış. O günlerde Başbakan Yardımcılığı koltuğunda oturan Bülent Arınç’ın tabiriyle toplum tef gibi gerilmişti.
Zaman’ın her sene aşağı yukarı aynı tarihlere rastlayan abone kampanyasının o seneki teması da ‘kardeşlik zamanı’ idi. Kampanya kapsamında hazırlanan reklam filmi televizyonlarda dönüyor, afişlerin yer aldığı billboardlar Türkiye’nin pek çok yerinde göze çarpıyordu. Bunlardan birinde de gezi parkı protestocusu olduğu anlaşılan bir gençle bir çevik kuvvet polisinin yan yana Zaman okuduğu afişti.
O günlerde, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç olmak üzere pek çok kişinin gerginliği azaltma çabalarının aksine, Erdoğan kasıtlı bir şekilde gerginliği artırıcı bir politika izliyordu. Haliyle Zaman’ın kardeşlik temalı reklamlarından da rahatsız olup diline dolaması da normaldi.
***
İşte Savcı Can Tuncay bu reklamları darbe delili olarak iddianamesine koymuş ve şunları yazmış: Zaman gazetesi, 2013 yılı Kasım ayı içerisinde “Kardeşlik Zamanı” başlıklı sloganıyla bir reklam afişi hazırlatmış, bu afişte bir vatandaş ile bir polis Zaman gazetesini birlikte tutarken resmedilmiş; polisin tuttuğu sayfada “Ne Gerek Var Kavgaya?” yazarken vatandaşın tuttuğu sayfada “Bir İhtimal Daha Var” şeklinde bir yazı görünmüştür.
Afişin hazırlandığı tarihin, dersaneler ile ilgili tartışmaların yaşandığı dönem olması, FETÖ-PDY’nin hükümete karşı sistemli saldırıları başlattığı döneme denk gelmesi ve örgütün basını kullanma taktikleri göz önüne alındığında “Bir İhtimal Daha Var” şeklindeki ifade ile darbe ihtimalinin tabana iletildiği anlaşılmaktadır.
(Aslında kimin yazdığı belirsiz bu cümlelerin birebir aynısı başka birçok iddianamede de var. Belli ki, bir yerlerde kaleme alınan bu metinler savcılara ulaştırılıyor, savcılar da copy paste yaparak iddianamelere ekliyor.)
Savcının kafayı taktığı reklam filmi
2 yıl sonra 2015 sonbaharı, ülkede pek çok şey değişmiş. Devlet aygıtı siyasetin elinde tarumar olmuş, on binlerce polis ve bürokrat sürgün üstüne sürgün yemiş. Ortalık toz duman. Başta Hizmet hareketi olmak üzere muhalif kim varsa korkunç bir cadı avına maruz kalmış. Söylenecek sözler tükenmiş… Yine bir güz mevsimi, yine Zaman’ın abone kampanyası. Bu defaki kampanyanın adı “sükûtun çığlıkları”…
Savcı Can Tuncay’ın iddianameye en önemli suç delili olarak eklediği reklam filminden bahsettiği satırlarda,
O günlerde Zaman’ın yayın yönetmeni olan Ekrem Dumanlı’nın 05 Kasım 2015 tarihli yazısında “Bu sene sizler için yeni bir reklam filmi de hazırladık. 6 ayrı formatta yayınlanacak reklam filminde tek bir kelime bile sarf edilmiyor. Sadece görüntü. Herkesi düşünmeye davet eden ve umut veren bir reklam kampanyası olacak. Sükutun çığlıklarından esinlenilerek hazırlanan reklam, hiç bir şey demeden çok şey söyleyecek.” dediğini…
Yine Zaman yazarlarından Mustafa Bilici‘nin 18 Ekim 2015 tarihli köşe yazısında reklam filmiyle ilgili olarak “… Mesaj görüntüde. Söz yok. Uzun uzun izah yok. Dalgalı deniz, fırtınalı bayır var. Cıvıl cıvıl kuş sesleri ve bebek tebessümü var. Ve üzerinde Zaman logosu. Kısacık film derin anlamlar yüklü. Slogan ‘Sükutun çığlığı’ çok etkileyici. ‘Neden zaman?’ sorusunun cevabı orada saklı. Sükutun çığlık çığlığa haykırdığı, sessizliğin feryat figan isyan ettiği bir zamandayız. İçinden geçmekte olduğumuz zamanın ruhu reklam filminde ifadesini bulmuş.” şeklinde söylemde bulunduğunu yazmış.
(Savcının Mustafa Bilici dediği sanırım Mustafa Ünal olacak. 18 Ekim 2015 tarihli yazısının başlığı da ‘Dumanlı’dan Bilici’ye sükûtun çığlığı!’… O günlerde yayına giren yeni reklam filmiyle beraber birkaç gün önce gerçekleşen Zaman’ın tepe yönetimindeki değişikliği yazmış. Ankara’nın sevilen gazetecilerinden Mustafa Ünal’ın 10 aydır neyle suçlandığını bilmeden Silivri’de hapis yatmasının sebebinin bu satırlar olduğu şimdi anlaşılıyor.)
Savcı Can Tuncay bu reklama nasıl kafayı taktıysa, reklamı çeken, brif toplantısına katılan, yayın planlamasını yapan, yazısında yer veren kim varsa hepsinin canına okumaya ant içmiş. Eğer idam cezası olsaydı 3 idam isteyecekti ama olmadığı için 3’er defa müebbetle yetinmiş. Neyse ki reklamı seyreden bizim gibi fanilere bir ceza talebinde bulunmamış.
Dergi kapaklarında subliminal mesajlar…
Aksiyon dergisinin reklamından subliminal bir darbe mesajı çıkarmayı başaran (!) Savcı Tuncay Aksiyon’u tarif ederken şu cümleyi kullanmış: 17-25 Aralık 2013 sözde “yolsuzluk operasyonları”ndan kısa bir süre sonra 2014 yılı Ocak ayı kapağında İtalya’da “Temiz Eller” adıyla bilinen soruşturmayı yürüten Savcı Antonio Di Pietro’nun fotoğrafının ve “Bana da Ajan Demişlerdi” şeklindeki ifadelerinin yer aldığı dergi.
Bu ifadelerini kullanması 17-25 Aralık’ın İktidarın canını ne kadar acıttığını gösteriyor. AKP seçmeninin en az yarısının varlığına inandığı yolsuzluklardan iddianamenin 12 yerinde “sözde” diye bahsetmesi ayrıca manidar.
Savcıya göre bir başka darbe mesajı da Sızıntı dergisinin 2016 Mayıs ayına ait “asker elbiseli bir kolun açtığı kapının arkasında çiçek bahçeleri” yer alan kapak fotoğrafı. İyi de Sızıntı’nın 8 aydır Kayyım’ın elinde olduğunu, Kayyım İmran Okumuş’un eski kadronun hepsini kapının önüne koyduğunu bilmiyor mu? Zaman kadrosunu bir reklam filmi için darbeci ilan eden Savcı, bu durumda Kayyım İmran Okumuş’tan bunun hesabını sorması gerekmez mi?
Cemaat darbe mesajı vermek isteseydi ne olurdu?
Cemaat darbe yapmaya karar verecek ve (meslekten atılmış)160’ı general olmak üzere 3.725 subay astsubay, 35 bin polis (bu rakamın görevdekilerle beraber 50 bin olduğu iddia ediliyor) harekete geçecek ve darbe başarısız olacak! Örneğin, Cumhurbaşkanı’nın en yakın çevresi, 5 yaverinden 4’ü cemaatten olacak ve kendisine hiçbir şey yapmayacak… Aklınıza yatıyor mu?
Tam tersine 600 bin subay, er ve erbaştan yalnızca bini, 13 bin tanktan yalnızca 15’i, 334 Savaş uçağından yalnızca 13’ü darbe girişimine katıldığı söyleniyor. 10 bin kişinin çalıştığı TRT’yi biri rütbeli 5 asker basıyor. Bin 750 güvenlikçinin koruduğu Saray’a 3’ü rütbeli 13 asker ‘ele geçirmeye’ gidiyor. Hepsi de kapıda gözaltına alınıyor. Bu nasıl darbe?
Savcıların beyanlarına çok itibar ettiği itirafçı/iftiracı eski ‘Colorado İmamı’nın fotoğraflarından teşhis ettiği 47 albaydan sadece ikisinin darbe teşebbüsüne katılmış olması bile Cemaatin bu olayın içinde olmadığını açıkça gösteriyor.
Hem bu subliminal mesaj işi ilkel bir yöntem… alan var almayan var. Herkesin kapasitesi aynı değildir. Madem birileri darbe mesajı verecek, neden subliminal mesajlarla uğraşsın ki… Madem bu kadar insanda Bylock var, doğrudan hepsine yazar geçer. Herkes de mesajı açık seçik almış olur.
Al sana subliminal mesaj!
Eğer subliminal mesaj arayacaksak önce Ziya Gökalp’in Asker Duası’ndan başlamalıyız. Bundan âlâ darbe mesajı mı olur?
Minareler süngü, kubbeler miğfer
Camiler kışlamız, müminler asker,
Bu ilahi ordu dinimi bekler
Allahu Ekber, Allahu Ekber.
Bir zaman bir siyasetçi bu şiiri okuduğunda, paranoyak bir savcı harekete geçmiş ve şiir okuyanı hapse tıktırmıştı. Kim olduğunu merak eden varsa Google’a bakabilir.
Veya bir başka siyasetçi bir konuşmasında ‘Adil düzen kurulacak. Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak’ dediği için bir paranoyaklar topluluğu dünyayı kendisine dar etti.
Gün geldi, devran değişti. Organize suç örgütü lideri, ne amaçla bilinmez miting yaparak ‘oluk oluk kan akacak’ dedi, üzerinden 2 yıla yakın zaman geçti herhangi bir işlem yapıldığını duymadık.
Bazı iktidar partisi mensupları çeşitli platformlarda silahlanma çağrıları yaptı. Pompalı tüfeklerle poz verdi, her eve lazım denilerek silah alınması teşvik edildi. Hiç bir savcı ‘bir dakika yahu ne oluyor’ diyerek soruşturma açmadı.
Hrant Dink’in Agos gazetesinin başında olduğu dönemde bir grup öfkeli genç, gazete önünde gösteri yaparak “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye slogan atmışlardı. Sonrasında olanlar malum. Bundan iki yıl önce aynı eylem tekrarlanmış, gazete önüne siyah çelenk bırakan bir grup yine “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek bildiri okumuşlar. Olay yargıya intikal etti ve bildiriyi okuyanlar geçenler de beraat etti.
(TR724)