[Abdullah Bozkurt, yazdı]
Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/1361 no’lu dosya ile soruşturduğu El Kaide dosyası ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2013/1204 no ile yürüttüğü bir diğer El Kaide soruşturması,
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) in Suriye’de El Kaide ve diğer cihatçı gruplara nasıl silah, para, ve lojistik destek sağladığını açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Her iki dosyada da bununla ilgili kuvvetli deliller yer almasına ve hatta farklı yürüyen soruşturma dosyalarının bir noktada, Van merkezli hareket eden ve El Kaide üyeliğinden sabıkası bulunan İbrahim Şen grubu ile birleşmesine rağmen, MİT’in cihatçı silahlı gruplarla olan ilişkisi üzerine tam olarak gidilemeden örtüldü. Her iki dosya da, AKP hükümetinin ve bizzat dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları ile aynı Ocak 2014 teki MİT Tırları davasında olduğu gibi kapatılarak deliller gizlenmeye çalışıldı. Soruşturmaların savcıları, hakimleri ve adli kolluk kuvveti olarak çalışan polis birimleri dağıtıldı, meslekten atıldı ve hatta tutuklandı. Bunu yazan, çizen gazeteciler de özellikle yargı muhabirleri hakkında davalar açıldı ve tutuklama kararları çıkartıldı.
‘MİT OLMASA ADIM ATAMAZLAR’
Van El Kaide hücre yapılanmasını soruşturan polis ve savcılar, Guantanamo askeri cezaevinde yattıktan sonra 2005’te Türkiye iade edilen ancak El Kaide bağlantılarını devam ettiren İbrahim Şen’in, MİT ile nasıl çalıştığını tespit etti. Mahkeme kararı ile yapılan dinlemelerden 11 No’lu tape çözümünde, Suriye’deki çatışma bölgeleri olarak adlandırılan yerde MİT’e çalışıyor diye kaçırılan Mehmet Genç isimli şahsı kurtarmaya çalışırken Şen, cihatçı grupların olduğu bölgelere Türk İstihbaratının bilgi ve silah temin ettiğini, savaşçıların Suriye’ye geçmesine yardım ettiğini başka hiçbir ülkenin destek vermediğini, bunun için şahsın istihbarata çalışsa bile serbest bırakılması gerektiğini söylüyor. Görüşmede Şen, “Türk istihbaratı olmazsa muhalifler burada bir adım atamazlar” diye konuşuyor.
Şen’e bağlı 100 kadar militan gücün Suriye’de varlığını tespit eden polis, Suriye tarafında Türk sınırına 150 metre yakın yerdeki El Kaide kampını deşifre etti ve buradakilerin Suriye’yi hal ettikten sonra nasıl İstanbul ve Türkiye’yi fethetmeyi planladıklarına dair yaptıkları konuşmaları çıkardı. Soruşturma tespitlerine göre, El Kaide yapılanması için Van’ın tercih edilmesinin, bu bölgenin cihatçı bölgeler olarak bilinen Afganistan ve Pakistan ile Suriye ve Irak arasında geçiş güzergahında yer almasından kaynaklanıyor. El Kaide tarafından, 15 ve 20 Kasım 2003 tarihlerinde İstanbul’da dört farklı noktada, bomba yüklü kamyonetlerin infilak ettirilmesiyle gerçekleştirilen ve 59 kişinin ölümüne, 750’den fazla insanın yaralanmasına yol açan intihar saldırılarının talimatını veren Habip Akdaş’ın 2004 te Irak’ta ABD kuvvetlerince öldürülmesi sonrasında, Türkiye’de El Kaide liderliğine oynadığı belirtilen Şen, ilk olarak 4 Ocak 2008’deki El Kaide operasyonlarında 38 kişi ile beraber gözaltına alındı ve dört gün sonra Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak hapse konuldu. 2010 yılında ise tahliye edildi. Bu davadan, 2012 de 4 yıl 7 ay ceza alan Şen’in mahkumiyeti 2015 yılında Yargıtay 9. Daire tarafından da onandı.
EL KAİDE VAN’DA ‘SİVİL TOPLUM FAALİYETİ’ YÜRÜTMÜŞ
2011 de Suriye krizin başlaması ile beraber, Şen liderliğinde Van merkezli El Kaide hücre yapılanması, MİT’in yardım ve desteği ile bölgeye cihatçıları taşımaya, araç, silah ve mühimmat trafiğini yönlendirmeye başladı. Zaman zaman lojistik destekler için, İnsan Hak ve Hürriyetleri Yardımlaşma Derneği(İHH), Ribat Eğitim Vakfı, Küresel İnsani Yardım ve Siyasi Eğitim Merkezi (KİSEM) ve Dost Eli gibi legal dernekler, çalışanlarının bilgisi ve katkısı dahilinde kullanıldı. Gerek mahkeme tarafından onaylanan dinleme tapelerinde, gerekse fiziki takiplerde polis, STK’larda çalışan bazı kişilerin nasıl Şen ile işbirliği yaptığını tek tek tespit etti.
Soruşturma dosyasını tekâmül ettiren savcılık, 14 Ocak 2014’te mahkeme kararı ile gözaltı talimatları vererek, El Kaide şüphelilerini sorguya aldı. Kirli ağların ortaya çıkma ihtimali karşısında paniğe kapılan AKP hükümeti, aynı gün soruşturmayı engellemek için, daha şüphelilerin yakalama ve gözaltı çalışmalarının devam ettiği saatlerde, Van valisi ve Emniyet Müdürüne emir vererek, operasyonların sonlandırılması ve terörle mücadele ekiplerinin geri çekilmesini istedi. Görevden alınma ile tehdit edilen TEM şube müdürü Serdar Bayraktutan ve ekipleri, ancak savcı vekilinin direnmesi ile gözaltı işlemlerini tamamlayabildi. Şen, bu operasyonda gözaltına alındı, tutuklandı ancak Temmuz 2014 de iddianamesinin hazırlanması ardından başlayan davanın Ekim 2014 teki ikinci celsesinde serbest bırakıldı. Bu arada El Kaide dosyası ile çalışan Bayraktutan ve polis ekipleri ile savcılar ve hakimler önce açığa alındı daha sonra ise haklarında tutuklama kararları çıkarıldı.
DOSYA İLİŞKİLERİ AÇIKÇA ORTAYA KOYUYOR
Bu dosya, aslında Erdoğan liderliğindeki AKP Hükümeti’nin Suriye’de cihatçı grupları MİT üzerinden organize etme, yönlendirme, finans sağlama ve ağır silahlar da dahil olmak üzere askeri malzeme gönderme operasyonlarını deşifre eden bir soruşturmaydı. Türkiye’nin milli güvenlik menfaatlerinin aleyhine ve hem Türk yasaları hem de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının açıkça ihlali anlamına gelen bu karanlık operasyonların göbeğinde maalesef adı Milli İstihbarat olan, ancak Erdoğan’ın kişisel ihtirasları, bölgesel hayalleri uğruna özel dedektiflik bürosu ve kumpasların merkezine dönüşen bir kurum olarak MİT yer aldı.
MİT’in ve AKP’nin Suriye’deki kanlı hesaplarını deşifre eden diğer dosya İstanbul’da devam eden 2013/1204 no’lu soruşturmaydı ve maalesef o da bizzat Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın gayretleri ile tam anlamıyla ortaya çıkarılamadan üstü örtüldü. Bu dosya bir anlamda Van merkezli devam eden diğer soruşturmada El Kaide şüphelisi hedef şahıs olarak takip edilen ve Şen grubu içerisindeki Van doğumlu Mevlüt Kuşman’ın dinlemeye takılması ile ortaya çıktı. Mahkeme kararı ile 20 Haziran 2013’te yapılan dinlemede, Kuşman, Saeed Ameen Husein al-Juboori adına kayıtlı bir telefonla Hasan diye hitap ettiği şahıs ile yaptığı konuşmada, gıda, giyim ve silah türü malzemelerin teslimi konuşuluyor. Daha sonra, yanına aldığı Arapça bilen bir şahıs ile beraber, Hatay-Kırıkhan-Başpınar mevkiine giden Kuşman teslimatı yaptıktan sonra, burada Suriye’den gelen Rus asıllı iki Cihatçı ve bir kadını arabasına alarak İstanbul’a doğru yola çıkıyor.
SÜRYANİ METROPOLİTİ KAÇIRIP ÖLDÜRENLER
20 Haziran 2013 tarihinde, Konya Cihanbeyli’de Kuşman’ın yönetimindeki 06 BF 9649 no’lu plakalı aracı durduran polis, kimlik tespitinde 1974 Dağıstan doğumlu Magomed Abdurakhmanov, 1986 Grozni doğumlu Ahmad Ramazanov, 1993 Ezadiye doğumlu Fatim Medan isminde bir kadın ve Türk vatandaşı olan Sait Alp’ı gözaltına alıyor. Kuşman ve Alp, sorgulandıktan sonra bırakılırken, diğerleri Konya il emniyet müdürlüğü yabancılar şubesinden işlemleri yapılması ve yabancıların uluslararası koruma müracaatı yapması ardından bırakılıyor. Ebu Banat kod adını kullanana Abdurakhmanov’ın Türkiye’ye giriş yasağı olmasına rağmen serbest bırakılması ve İstanbul’a gitmesine müsaade edilmesi, MİT’in olaya dahil olması sonrası gerçekleştiği iddia ediliyor. Ebu Banat, Suriye’de MİT’in desteklediği ve El Kaide bağlantılı Katibetül Muhacirun (diğer ismiyle Jaysh al-Muhajireen wa’l-Ansar) liderliği yaptığı biliniyor. Daha çok Çeçenlerin ve Kafkas kökenli cihatçıların yer aldığı bu örgüt, ABD ve Kanada’nın terör örgütleri listesinde yer alıyor.
Ancak, Süryani Ortadoks Metropoliti Yohanna İbrahim ve Halep Rum Ortadoks Kilisesi Metropoliti Boulos Yaziji’nin (Yazıcı) 22 Nisan 2013’te Suriye’de El Kaide bağlantılı silahlı kişiler tarafından kaçırılmaları sonrasında kafaları kesilerek katledilmesi ile ilgili video görüntüleri 2013 Haziran sonu ortaya çıktığında, görüntülerin polis kriminal incelemesinde, bir rahibin kafasını kesen diğerinin de kesilmesine yardımcı olan katilin, Abdurakhmanov olduğu tespiti yapılıyor. Akabinde, İstanbul savcılık talimatı ile yapılan 4 Temmuz 2013 tarihli operasyonda, Kuşman’ın ev ve iş yerinde arama yapan polis, hücum yeleği içerisinde 1 adet saldırı ve 1 adet savunma olmak üzere yabancı menşeili 2 adet el bombası, 8 adet Kaleşnikof şarjörü, 186 adet fişek, telsiz, palaska, ve kütüklük ele geçiriyor. Kuşman ile beraber Abdurakhmanov ve Ramazanov da gözaltına alınıyor ve daha sonra El Kaide terör örgütü üyeliği suçlamalarından tutuklanarak cezaevine konuyor.
Polis, Kuşman’ın Bağcılar’daki evinde kalan Abdurakhmanov ve Ramazanov’u yakaladığı esnada, evde yaptığı aramada, hâkî renkli çanta içerisinde, videoda rahibin kafasını keserken Abdurakhmanov’ın giydiğine benzer elbise ile aynı ebatta bir bıçağını kütüklükte buluyor. Kriminal incelemede, elbise ve bıçağın video görüntüleri ile eşleştiği tespit edilmesinin yanında, hem Ramazanov’un görüntülerdeki kişinin Abdurakhmanov olduğuna tanıklık etmesi hem de Abdurakhmanov’un bunu polis ve savcılık sorgusunda kedisinin itiraf etmesi, olayın faili konusunda şüphe bırakmıyor. Ancak bu ifadesini mahkeme safhasında değiştiren Abdurakhmanov, daha enteresan bir açıklamada bulunuyor ve MİT ile çalıştığını itiraf ediyor.
“Suriye’deyken Türk istihbaratı ile yardımlaştık. Cezaevind girdikten sonra istihbarata yazılar yazdım ancak hiçbir cevap alamadım. Biz Suriye’deyken Türkiye’den bize silah, araba ve para yardımı yapılıyordu. Türk istihbaratı ile devamlı irtibat halindeydik. Ancak daha sonra kendilerine yazdığım halde kendilerinden bir cevap alamadım. Biz Esad’ın askerleriyle savaştığımız için Türkiye bizzat yardım ediyordu” şeklinde ifade veren Abdurakhmanov, mahkeme doyasında delil olarak bulunan ve cihatçılarla beraber silahlı fotoğrafının yer aldığı fotoğraftaki kişinin kendisi olduğunu kabul ediyor.
ADALET BAKANLIĞI’NDAN TUHAF TALEP
Hem ABD hem de Rus makamlarının, konuyla yakından ilgilenmeleri ve anlaşmalara dayanarak Türkiye, tarafından bilgi, belge talep etmeleri ardından olayı tamamen kapatamayacağını anlayan AKP hükümeti, çok enteresan bir yol tercih ederek, soruşturma ve dava seyrini farklı bir mecraya kaydırıyor. Olay şu şekilde gerçekleşiyor. Tutuklama ve soruşturma safhalarında, bu kişilere “silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması taşınması ve bulundurulması, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma” suçlamaları yöneltiliyor. Ancak, rahiplerin Suriye’de öldürülmesi ile alakalı cinayet suçlaması için ise Adalet Bakanlığı’ndan izin talep ediliyor.
Bundan sonraki safahatı, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Mecliste 25 Ağustos 2014 tarihinde verdiği cevaptan öğreniyoruz. Buna göre, İstanbul savcılığının, yabancı kişiler tarafından Suriye topraklarında rahiplerin öldürülmesi cinayetinin de soruşturtulması konusunda talep ettiği izin bakanlık tarafında geri çevriliyor. Cevapta, 5237 No’lu Türk Ceza Kanunu’nun 12. Maddesine göre, soruşturma için izne gerek olmadığı ama dava için izin şartı arandığından bahisle, bunun da bir sürü ön şartı olduğu ifade edilerek, savcılığa bir anlamda bir daha düşünün, ona göre dava aşamasında izin talebi yenileyebilirsiniz deniyor.
Bozdağ’ın gerekçelerinden biri, Türkiye ve Suriye arasında 18 Mart 1983 tarihli resmi gazete yayınlanmış Suçluların İadesi ve Adli Yardımlaşma. Bu anlaşmayı hatırlatan Adalet Bakanlığı, yasaya göre böyle bir anlaşma olması durumunda yabancıların ilgili ülkeye iade edilmesi gerektiğini söylüyor. Bozdağ, bunu derken aslında, Türkiye’nin resmi pozisyonunu ile de çeliştiğinin de farkında değil. Öncelikle, Ankara Esad rejimini meşru hükümet olarak tanımıyor ve bunu açıkça deklare ediyor, onun yerine muhaliflerin kurduğu geçici hükümeti tanıyor ve hatta onlarla bazı anlaşmalar bile imzalamış durumda. Dolayısıyla 1983 anlaşmasının bu anlamda bir değeri yok. İkincisi, yasaya göre, suçun işlendiği ülke Suriye ya da milliyet aidiyeti olan Rusya’ın iade taleplerini ret etmeleri durumumda, yabancıların Türkiye’de yargılanması mümkün. Burada her iki ülkeden de böyle bir talep hem söz konusu değil hem ret durumu yok.
Bozdağ, son olarak suçun mahallinin yabancı ülke toprakları olduğunu hatırlatarak, delil toplamanın zorluğundan bahsediyor. Bu da aslında geçerli bir argüman değil, çünkü hem video görüntüleri mevcut, hem de suç unsuru bıçak bulunarak adli emanete teslim edilmiş. İfadelerde de bunu destekleyecek unsurlar mevcut. Dolayısıyla, daha fazla delil toplanmasına bile gerek yok cinayet suçlamaları için. Neticede, bakanlığın yönlendirici görüşü doğrultusunda İstanbul savcılığı, cinayet suçlamalarını iddianameye eklemediği gibi dava aşamasında da yeni bir izin başvuruş yapma ihtiyacı duymuyor. Hatta ve hatta, yeni duruşma savcısının Mayıs 2014 yapılan mahkemesinde, Abdurakhmanov’un tahliyesini bile talep etmesi durumun AKP ve MİT açısından ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor.
DOSYA SÜMENALTI EDİLDİ
En nihayetinde, Temmuz 2015 yılında Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Abdurakhmanov ve Ramazanov’ü sadece örgüt üyeliğinden 7 yıl altı ay cezaya mahkûm etti. Bu durumda, her ikisi de Mayıs ayında denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilmeleri bekleniyor. Böylelikle, AKP MİT’in terör örgütleri ile irtibatı konusunda açık rolünün deşifre edildiği bir yargı dosyası daha şimdilik sümenaltı edilmiş oldu. Ancak, tüm bunlar kayıt altına alınabildiği için, AKP ve MİT’in daha sonra uluslararası cezai soruşturma ve kovuşturmaların hedefi haline gelme olasılığı hala çok güçlü bir seçenek olarak ortada duruyor. Erdoğan’ı panikleten, MİT’in de Türkiye müttefiki NATO ülkelerde bile düşman istihbarat örgütü muamelesine maruz bırakan bu kirli ağlar, dönüp dolaşıp bir gün sahiplerini de yakacak gibi. (TR724)