Tanışma hikâyemiz yazar-okur ilişkisi olarak başlamıştı.
Tam 17 yıl önce, 2000 yılının Nisan ayında Ahmet Turan Alkan’a bir okur mektubu yazmıştım: Yeni çıkan kitabımı kendisine ulaştırmak istiyordum. Yaslı Mızıka‘yı neden sadece ona gönderdim, bilmiyorum. Çekingenliğime ve günlük siyasete mesafeli durmama rağmen bir köşe yazarına şiir kitabı göndermiş olmam, bugün düşününce, beni şaşırtıyor. Üstelik Ahmet Turan Alkan’ın ‘sağ’ görüşten geldiğini biliyordum — her konuda anlaşamasanız da bazı yazarlara içiniz ısınır. Mektuba aldığım cevaptan aklımda sadece bir espri kalmış: “Önce silah çek; sonra kimlik sor!”
Ahmet Turan Alkan aydındır, gazetecidir, denemecidir: Onlarca yıllık arkadaşları bu cümleyi cılız bir sesle de olsa söyleyemediler—bu ülkenin utanç tarihini yazmak kolay olmayacak.
Yüz yüze tanışmamız birkaç yıl sonraya rastlıyor: Üniversitedeyken Zaman‘a ara sıra kitap tanıtımları yazıyordum. Bir akşam Taksim’de gazetenin kültür-sanat ekibi ve Ahmet Turan Alkan’la tadına doyulmaz saatler geçirmiştik. Ahmet Abi’nin yaşam bilgeliğine ilk kez o ön-tanışmada tanık oldum. Ahmet Turan Alkan yaşıtlarımın en çok okuduğu köşe yazarıydı. Onunla bir kahve içmiş olmak, arkadaş çevremizde şöhret edinmek için yeterliydi.
Dönüp bakınca, gazetecilikte yolumun Ahmet Turan Alkan adıyla sandığımdan daha çok kesiştiğini görüyorum. 2005’te Zaman‘da muhabir olarak işe başlayınca ilk haberimi Ahmet Turan Alkan’ın bir makalesi üzerine yazmıştım. Aksiyon‘da Ahmet Abi’nin “Şiir Ölüyor mu?” başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. O dönemde kültür-sanat muhabiri olan masa arkadaşım Abdullah Kılıç haberi hemen kokladı, dergiyi önüme koydu: “Ahmet Abi şiirin öldüğünü söylüyor. Genç bir şair olarak bunun altında kalamazsın, hemen haberini yap!” Birkaç şair ve eleştirmenden görüş alıp -biraz da taraflı- bir haber kotarmıştım. Çaylak muhabirin haberiyle alevlenen o tartışma birkaç köşe yazısıyla sürdü. Bunca yıl sonra galiba “şiir ölüyor mu?” sorusu hâlâ eskimedi.
Ahmet Abi’yle -deyiş yerindeyse- mesai arkadaşlığımız 2006’da başladı. Kitap Zamanı için kolları sıvarken Recai Güllapdan ve İrfan Külyutmaz’ın mutlaka “sahalara dönmesi” gerektiğini düşünüyorduk. Ahmet Abi bizi kırmadı, 10 yıl boyunca hiç aksatmadan Recai Güllapdan imzasıyla Kitap Zamanı‘na birbirinden leziz mizah yazıları yazdı. Okuyanlar bilir, Recai Güllapdan müthiş zeki, muzip, biraz da kendini naza çeken ‘kıymetli bir muharrir’dir. Ara sıra, “Recai Amcanız artık emekli olmasın mı?” diye sorardı. Ahmet Abi’ye Recai Amca’yı ne kadar sevdiğimizi söyleyip dil dökünce emeklilik kararını ertelerdi.
On yıl boyunca editörlüğünü yapmak, onunla aynı gazetede köşe yazmak gazetecilik hayatımın mutluluklarındandır. Ahmet Abi genç meslektaşlarını hiç hayal kırıklığına uğratmadı, bize hep yol gösterdi. Bazen bir yazımı okuduktan sonra birkaç cümle yazar, cesaret verirdi.
Ahmet Turan Alkan’ı yazılarını okuyunca severdiniz, tanıdıkça daha da severdiniz. Bir insanı tanımak için en iyi ölçütün birlikte yolculuk etmek olduğu söylenmiştir. 2008’de yaptığımız uzun yolculuğun tadı damağımda: Ahmet Abi’nin nüktedanlığına, çelebiliğine, nezaketine günlerce tanık olmuştum—eşi bulunmaz bir yol arkadaşıydı.
Ahmet Turan Alkan sağ ve muhafazakâr bir geçmişten gelmesine rağmen (coğrafya kaderdir!) her gerçek aydın gibi topluma dayatılan kalıpları sorguladı. Zaman Pazar‘daki yazılarıyla muhafazakâr kesimin en hassas noktasını kurcalamış, Osmanlı tarihi hakkında epey ezber bozmuştu. Üzerine ölü toprağı serpilmiş yayın dünyamız bunu pek fark etmedi elbette ama o yazılardan bazıları turnusol işlevi gördü. (O yazılara kaş kaldıran, hamaset yapmayı tarihçilik zanneden bazıları çok geçmeden iktidar gazetelerine yanaştılar.)
Ahmet Turan Alkan’ı yazılarını okuyunca severdiniz, tanıdıkça daha da severdiniz. Bir insanı tanımak için en iyi ölçütün birlikte yolculuk etmek olduğu söylenmiştir. 2008’de yaptığımız uzun yolculuğun tadı damağımda: Ahmet Abi’nin nüktedanlığına, çelebiliğine, nezaketine günlerce tanık olmuştum—eşi bulunmaz bir yol arkadaşıydı.
Kısa Türkiye ziyaretlerimden birinde Ahmet Abi, “Gel seni kuru fasulyeciye götüreyim” demişti. Buluşmaya gittiğimde onu kütüphanede çalışırken buldum. Kış akşamı Üsküdar’daki teras, İstanbul manzarası, havada dağılan sigara dumanı, arabada dinlediğimiz o yanık türkü… Şairin dediği gibi, insan hayatını küçük mutluluklar anlamlı kılıyor—o uzun akşamın anısı bende hiç eskimedi.
Ahmet Abi’yi en çok iki fotoğrafla hatırlıyorum. Zaman’a polis baskını yapıldığı gün Ali Bulaç’la kaldırıma oturdukları fotoğraf: İki saygın yazarı öyle görmek o gün pek çoğumuzun ağırına gitmişti. Üzgün ama başı diktiler: O fotoğraf Türk basın tarihinin onur sayfalarında yerini alacak. Ahmet Abi o çalkantılı günlerde kısacık bir mesaj atmayı da ihmal etmemişti: “Canın sağolsun Bahadır; bir gün yeniden çıkarırız Kitap Zamanı’nı inşallah. Selamlar.”
İkincisi, 15 Temmuz’un ardından gözaltına alınınca polis otobüsünden gülümsediği fotoğraf. O tebessümün birçok okuruna moral verdiğine kuşkum yok. Ahmet Abi öyleydi, onun için hiç gülümsemediği gün, israf edilmiş bir gündü.
Herhalde dil konusunda tam uzlaşamazdık ama onun üslubuna saygım hiç azalmadı. Ahmet Turan Alkan’ın Türkçesi Refik Halid’lerden, çok sevdiği Cemil Meriç’lerden günümüze uzanan damarı temsil eder. Bir yazı makinesi gibi -çıtayı düşürmeden- haftada beş altı yazı üretişine hep hayranlık duydum. Ahmet Turan Alkan edebiyatımızda uzun bir geleneği olan fıkra yazarlığının bence günümüzdeki yüz akıdır.
Ahmet Abi aynı zamanda tam anlamıyla bir hezarfendir: Marangozluğu, müzisyenliği, hikâyeciliği, teknolojiden zanaatkârlığa geniş merakları… Benzerini pek görmediğim bir yaşama üslubu ustasıdır.
Ahmet Turan Alkan aydındır, gazetecidir, denemecidir: Onlarca yıllık arkadaşları bu cümleyi cılız bir sesle de olsa söyleyemediler—bu ülkenin utanç tarihini yazmak kolay olmayacak.
Ahmet Turan Alkan basın ödülleri alması gerekirken aylardır hapishanede kitaplarına kavuşacağı günü bekliyor. Binlerce makaleyle ‘Türkiye’nin ruhu’nu anlamaya çalışmış bir yazı emekçisinin üç kez müebbetle yargılanması kötü yazılmış bir gerçeküstücü senaryoyu andırıyor. Her şeye rağmen Ahmet Abi’nin -tıpkı öteki gazeteciler gibi- içeriden başı dik ve gülümseyerek çıkacağına inanıyorum.
Hayatı kitaplar arasında geçmiş Ahmet Turan Alkan hapishaneden yazdığı mektupta gazetecilere getirilen kitap yasağından yakınıyor, adeta oksijenim kesildi, diyordu.
Sadece o mu—hepimiz havasızlıktan boğuluyoruz.
(Kronos)