[Ahmet Bozkuş, yazdı]
Bir hastanın hareket kabiliyetini tamamen yitirmiş sağ kolunda hayat belirtisi kalıp kalmadığını anlamaya çalışan doktorun, elindeki iğneyi son bir ümitle hastanın parmak uçlarına batırması gibi bir müdahaledir bazen zulüm. Hastanın mosmor olmuş kolundan vazgeçmemek için hem mesleki hem vicdani bir gayretle dokundurur iğnenin ucunu doktor. Küçücük bir kıpırtı, bir refleks, bir hareket bekler.
Şimdi yoğun bakım ünitesinde yatan hastanın adı, vicdan. Uzun zamandır makineye bağlı bir halde yaşam mücadelesi veriyor. Doktor belirli aralıklarla hastanın durumunu kontrol ediyor. Tepki verebileceği bir ipucu arayıp duruyor.
Vicdanın parmak uçlarına iğneler batırıyor
Güneydoğuda bir şehirde çocuklarıyla kahvaltı sofrasında zeytin, peynir, ekmekten oluşan zengin menüyü yerken duvardan içeri giren bir roket mermisiyle çocuklarının gözlerinin önünde paramparça olan annenin son nefesini batırıyor vicdanın sağ elinin baş parmağına doktor. En küçük bir hareket olmuyor. Derin uykusuna devam ediyor vicdan…
Sokak ortasında günlerce cansız bir şekilde yatan annenin kuruyan kanı, annesinin cansız bedenine uzaktan bakan ama yanına gidip onu oradan alamayan evladın kuruyan gözyaşı ve bu manzaraya eşlik eden silah sesleri, barut kokusu, bebeklerin paramparça uykusu… Hepsini bir iğnenin ucunda, vicdanın sağ elinin işaret parmağına dokunduruyor doktor. Hareket yok.
Doktor bu sefer bir annenin ölen kız çocuğunu defnedemeyişini, naaşı kokmasın diye bir buzdolabında günlerce saklayışını batırıyor sağ elinin orta parmağına vicdanın. En azından buna bir tepki gelir diye ümitleniyor lakin yine hayalkırıklığı. Yoğun bakım odasında horlayarak uyuyan bir hasta…
Karnında bebeğiyle, adliyenin önünde masum kocasına destek olmaya çalışırken hasta olan, önce bebeğini sonra kendi canını kaybeden annenin geride kalan öksüz yavrusunun ve yüreği paramparça kocasının gözyaşlarını enjekte ediyor doktor vicdanın dördüncü parmağına ama nafile… Taş olsa kıpırdardı.
Bir kömür madeninde can veren üç yüzden fazla gariban, onlardan geriye kalan yetim çocuklar, dul kadınlar… Doktor, yanık et ve kömür kokusunu yaklaştırıyor burnuna vicdanın son bir ümitle! Ne parmak ucuna saplanan iğne, ne genzini yakacak yoğunlukta ölüm kokusu harekete geçiriyor sinir uçlarını vicdanın. Yerde tekmelenen, küfredilen, aşağılanan onurdan ve haysiyetten bahsedemiyor bile doktor.
Umarım bunca acıya bir tepkisi olur vicdanın yoksa ümidim tükenecek…
Belki hayata döndürmeyi başarırım ümidiyle şok cihazını alıyor eline. Voltaj değil acı yüklüyor son bir gayretle. Doğum yaptıktan bir saat sonra tutuklanan kadını, cezaevlerinde masum anneleriyle birlikte kalan beş yüzden fazla masum yavruyu, işkenceyle katledilen öğretmeni, nehir sularına kapılıp can veren mühendisi, kirli bir gecede linç edilip öldürülen temiz yüzlü delikanlıyı yüklüyor şok cihazına. Son olarak da emanet edildikleri yerde ırzlarına dokunulan kırk beş erkek çocuğunu ve nezarethanede tek başına doğum yapan kadını ekliyor dualar ederek. “Umarım bunca acıya bir tepkisi olur vicdanın yoksa ümidim tükenecek…” diyor doktor kederle.
Şok cihazını yaslıyor göğüs kafesine. O kadar şiddetli bir sarsıntı oluyor ki yer titriyor, gök kararıyor, doktor dayanamayıp ağlıyor ama vicdanda tık yok. En küçük bir yaşam emaresi bile göstermiyor defalarca göğüs kafesine yüklenen acıya. His yok!
Doktor, örtüyor üstünü vicdanın. Bir ceset torbasına konulmasını ama herkesin görebileceği bir yerde olmasını istiyor. Gelecek nesillerin inceleyip ibret alabileceği bir kadavra oluyor vicdan.
“Ben, bir yerden sonra, müslüman vicdanının devreye gireceğine inanıyordum ama yanılmışım.”
Dedim ya… Her zulüm bir fırsattır. Ölmemiş vicdanların ayağa kalkması, mazluma sahip çıkması, zalime “Sen zalimsin!” diyebilmesi için acı bir fırsattır. Alışılmış, kıyaslanmış, umursanmamış, küçümsenmiş acılar coğrafyası Anadolu, o kadar çok fırsat sundu ki vicdanlara, yaşadıklarını ispat edebilmeleri için. Sonuç mu? O doktor meslekten ihraç edildi, tutuklandı.
Vicdanını kaleminin ucunda taşıyan bir delikanlı adam Ahmet Turan Alkan ne demişti hatırlayalım:
“Ben, bir yerden sonra, müslüman vicdanının devreye gireceğine inanıyordum ama yanılmışım.”
Hala sızlayan bir vicdanınız varsa yaşıyorsunuz demektir. Kadavraların ölü cümlelerine, ruhsuz bakışlarına, merhametten nasipsiz hallerine aldırmayın. Lokmalar boğazınıza dizilsin, uykularınız bölünsün, dişinizi sıkın, burnunuzun direği sızlasın… Doyasıya yaşayın o vicdan azabını. Başka neyimiz kaldı ki?
(tr724)
Şimdi yoğun bakım ünitesinde yatan hastanın adı, vicdan. Uzun zamandır makineye bağlı bir halde yaşam mücadelesi veriyor. Doktor belirli aralıklarla hastanın durumunu kontrol ediyor. Tepki verebileceği bir ipucu arayıp duruyor.
Vicdanın parmak uçlarına iğneler batırıyor
Güneydoğuda bir şehirde çocuklarıyla kahvaltı sofrasında zeytin, peynir, ekmekten oluşan zengin menüyü yerken duvardan içeri giren bir roket mermisiyle çocuklarının gözlerinin önünde paramparça olan annenin son nefesini batırıyor vicdanın sağ elinin baş parmağına doktor. En küçük bir hareket olmuyor. Derin uykusuna devam ediyor vicdan…
Sokak ortasında günlerce cansız bir şekilde yatan annenin kuruyan kanı, annesinin cansız bedenine uzaktan bakan ama yanına gidip onu oradan alamayan evladın kuruyan gözyaşı ve bu manzaraya eşlik eden silah sesleri, barut kokusu, bebeklerin paramparça uykusu… Hepsini bir iğnenin ucunda, vicdanın sağ elinin işaret parmağına dokunduruyor doktor. Hareket yok.
Doktor bu sefer bir annenin ölen kız çocuğunu defnedemeyişini, naaşı kokmasın diye bir buzdolabında günlerce saklayışını batırıyor sağ elinin orta parmağına vicdanın. En azından buna bir tepki gelir diye ümitleniyor lakin yine hayalkırıklığı. Yoğun bakım odasında horlayarak uyuyan bir hasta…
Karnında bebeğiyle, adliyenin önünde masum kocasına destek olmaya çalışırken hasta olan, önce bebeğini sonra kendi canını kaybeden annenin geride kalan öksüz yavrusunun ve yüreği paramparça kocasının gözyaşlarını enjekte ediyor doktor vicdanın dördüncü parmağına ama nafile… Taş olsa kıpırdardı.
Bir kömür madeninde can veren üç yüzden fazla gariban, onlardan geriye kalan yetim çocuklar, dul kadınlar… Doktor, yanık et ve kömür kokusunu yaklaştırıyor burnuna vicdanın son bir ümitle! Ne parmak ucuna saplanan iğne, ne genzini yakacak yoğunlukta ölüm kokusu harekete geçiriyor sinir uçlarını vicdanın. Yerde tekmelenen, küfredilen, aşağılanan onurdan ve haysiyetten bahsedemiyor bile doktor.
Umarım bunca acıya bir tepkisi olur vicdanın yoksa ümidim tükenecek…
Belki hayata döndürmeyi başarırım ümidiyle şok cihazını alıyor eline. Voltaj değil acı yüklüyor son bir gayretle. Doğum yaptıktan bir saat sonra tutuklanan kadını, cezaevlerinde masum anneleriyle birlikte kalan beş yüzden fazla masum yavruyu, işkenceyle katledilen öğretmeni, nehir sularına kapılıp can veren mühendisi, kirli bir gecede linç edilip öldürülen temiz yüzlü delikanlıyı yüklüyor şok cihazına. Son olarak da emanet edildikleri yerde ırzlarına dokunulan kırk beş erkek çocuğunu ve nezarethanede tek başına doğum yapan kadını ekliyor dualar ederek. “Umarım bunca acıya bir tepkisi olur vicdanın yoksa ümidim tükenecek…” diyor doktor kederle.
Şok cihazını yaslıyor göğüs kafesine. O kadar şiddetli bir sarsıntı oluyor ki yer titriyor, gök kararıyor, doktor dayanamayıp ağlıyor ama vicdanda tık yok. En küçük bir yaşam emaresi bile göstermiyor defalarca göğüs kafesine yüklenen acıya. His yok!
Doktor, örtüyor üstünü vicdanın. Bir ceset torbasına konulmasını ama herkesin görebileceği bir yerde olmasını istiyor. Gelecek nesillerin inceleyip ibret alabileceği bir kadavra oluyor vicdan.
“Ben, bir yerden sonra, müslüman vicdanının devreye gireceğine inanıyordum ama yanılmışım.”
Dedim ya… Her zulüm bir fırsattır. Ölmemiş vicdanların ayağa kalkması, mazluma sahip çıkması, zalime “Sen zalimsin!” diyebilmesi için acı bir fırsattır. Alışılmış, kıyaslanmış, umursanmamış, küçümsenmiş acılar coğrafyası Anadolu, o kadar çok fırsat sundu ki vicdanlara, yaşadıklarını ispat edebilmeleri için. Sonuç mu? O doktor meslekten ihraç edildi, tutuklandı.
Vicdanını kaleminin ucunda taşıyan bir delikanlı adam Ahmet Turan Alkan ne demişti hatırlayalım:
“Ben, bir yerden sonra, müslüman vicdanının devreye gireceğine inanıyordum ama yanılmışım.”
Hala sızlayan bir vicdanınız varsa yaşıyorsunuz demektir. Kadavraların ölü cümlelerine, ruhsuz bakışlarına, merhametten nasipsiz hallerine aldırmayın. Lokmalar boğazınıza dizilsin, uykularınız bölünsün, dişinizi sıkın, burnunuzun direği sızlasın… Doyasıya yaşayın o vicdan azabını. Başka neyimiz kaldı ki?
(tr724)