Medya Bu Duruma Nasıl Geldi?

[Nazif Apak]

Medyanın iktidara kurban ettiği isimleri tek tek çıkarmak gerekiyor ki Türk basının günahı/sevabı deşifre edilebilsin. Çok basit ve temel bir soru ile başlamak gerekiyor: Hangi medya grubu kaç kişiyi iktidarın çarklarına kurban verdi ve bu fedakârlık (!) karşısında hangi menfaatleri temin etti?
Ali Akel, birkaç satır eleştiri yaptı diye Yeni Şafak adlı gazeteden atıldı. ‘Aydınların birikimi’ sloganıyla ortaya çıkan gazete, basit bir hamle ile savuşturabileceği şikâyetin çözümünü Washington muhabirini işten atmakta buldu. Akel’in apar topar işten atılması, sadece Yeni Şafak’ın değil, hükûmetin ve dahi Türkiye’nin itibarını sarsmaya ve iktidardaki ceberut yaklaşımını ortaya koymaya başlamıştı.
Muhabir ve yazarını linç etme konusunda Yeni Şafak’ın sabıkası bir hayli kabarık. Şimdilerde boynundan Erdoğan davulunu düşürmeyen ve her bulduğu fırsatta tokmağını o davula vurmakla coşkunluk sergileyen Ahmet Taşgetiren’i Yeni Şafak’tan kim attırmıştı? Taşgetiren içeriden bazı eleştiriler sıralayıp kibar bir dille ikazda bulununca kendini kapının önünde bulmuştu.
Atılan gazetecilerin her birinin hikayesi çok önemli. Liste çok uzun. Her kovulma hadisesi bugün yaşanan feci durumun ayak sesleri idi; ama vaktinde anlaşılamadı. Bir iki örnekle yetinelim.
FEHMİ KORU’NUN KOVULMASI DÖNÜM NOKTASIDIR
Ya Fehmi Koru’nun önce adeta tek ayak üstünde bekletilmesi ve ardından işsiz bırakılmasına ne dersiniz? Fehmi Bey her gün Yeni Şafak’ta iki yazı yazıyor, Kanal 7’de güncel yorumculuk yapıyordu. Reis onu baştan beri sevmedi. Koru’yu Abdullah Gül’ün adamı olarak gördü ve hep kendinden uzak tuttu. Özel görüşmelerinde Gül’ü de ‘İngilizlerin adamı’ diye niteledi hep. Fehmi Bey de haz almadı hiç bir zaman Reis’ten. Onu kaba-saba bulduğunu, ufkunun kapalı olduğunu hep söyleyegeldi meslektaşlarımıza. Neyse.. Fehmi Koru ‘Obama gibi geldi Bush gibi oldu’ gibi bir laf söylediği an ipi çekilmişti. Kapının önünde buluverdi kendini. Ne yazıktır ki Koru, bu acımasız tavra dik bir duruşla cevap ver(e)medi; hatta ilerleyen tarihlerde Reis’i düğüne davet etmesi yetmediği gibi ‘bakmayın onun kızgın söylemine; o bir baba havasıyla konuşuyor’ gibi manasız manevralar yaptı…
Mustafa Karaalioğlu Koru’nun issiz kalmasına çok üzülmüş bir şeyler yapma gayretine girmişti. Star grubu adına randevu aldı Erdoğan’dan. Verilen brifingden sonra söz, Koru’ya geldi ve onunla çalışma arzusu dillendirildi. Erdoğan öyle püskürttü ki heyeti, bir daha bu konuyu kendisine açamaz oldular. Sadece Karaalioğlu değil araya giren. Cumhurbaşkanı Gül de devreye girerek Koru’ya yardımcı olmak istedi. Ahmet Çalık’tan rica etti ama damat kontenjanı o talebi de bertaraf etti.
Aslında Koru, Doğan Grubu’nda yazı yazmak istiyordu. O günkü Doğan yöneticilerine bu arzusunu iletti. Aydın Doğan da soğuk bakmıyordu bu teklife. Ne var ki Hürriyet kadrosu Fehmi Bey’in gelmesi ihtimaline karşı isyan çıkardı. O günlerde koru “Aslında Aydın Bey iyi; ama ona yakın yöneticiler kötü” manasına gelecek yazılar kaleme almıştı. Hürriyet ayaklanması bu yazıları gündeme getirerek ciddi bir direniş ortaya koydu. Bir tarafta Fehmi Bey’in talebine patronun sıcak bakışı; diğer tarafta Hürriyet’in ‘istemezük’ isyanı.
Sonunda bir formül üretildi. O formüle göre Fehmi Bey’e Radikal Gazetesinde yazması teklif edilecek, düşük profilli bu teklife evet derse ilerleyen zamanda Hürriyet’te yazması gündeme gelecekti. Tabii ki işi yokuşa sürme anlamına geliyordu bu teklif. Nitekim Fehmi Koru teklifi reddetti. Sabah’ta damat bariyerine toslayan ünlü ve tecrübeli yazar, Doğan Grubu tarafından da kibar ve kurnaz bir cevapla bertaraf edilmiş oldu.
Zaten bahsi gecen gazeteler ‘Erdoğan’ı eleştiriyor’ gerekçesi ile kıyım surecini başlatmıştı. Doğan Grubu Enis Berberoğlu’nun genel yayın yönetmeni olmasını vesile ederek yıllar boyu beraber çalıştığı isimlerin işine son vermeye başlamıştı. Emin Çölaşan ile başlayan yolları ayırma işlemi Bekir Coşkun, Cüneyt Ülsever, Hadi Uluengin gibi simlerle sürdürülen kovma meselesi Hürriyet için gelenek haline getirildi. Yılların edebiyatçısı Doğan Hızlan’ı sansür mekanizmasının başına getiren Hürriyet yönetimi iktidara yakın yazarlar da transfer etti zaman içinde. Çare oldu mu? Tabii ki hayır.
HAKAN FİDAN: SONER YALÇIN İSRAİL AJANI
Bu arada tarihe bir not düşmekte de fayda var: Hürriyet’ten kovulanlar arasında en tartışılan isimlerden biri Soner Yalçın’dı. Soner Yalçın, Ergenekon irtibatlı davalar yüzünden tutuklandığında Hürriyet, yazarının arkasında durabilmişti. Sonra hiç beklenmedik bir şekilde Hürriyet’ten atıldı. Fatura hep Enis Berberoğlu’na kesildi ama o işlemde en az suç Berberoğlu’na ait.
Açıkça yazıyorum buraya, inanmayan o gün Ankara’da gazete yöneticiliği ya da yazarlığı yapan kişilere sorsun: Soner Yalçın’ın kovulmasını bizzat MİT Müsteşarı Hakan Fidan istedi. Hem de birkaç defa ve şiddetli bir ısrarla. Fidan’ın Hürriyet yöneticilerine söylediği tez aynen şöyleydi: “Soner Yalçın İsrail ajanıdır ve bunu tespit ettik.” Bunu sadece Hürriyetçilerle değil, diğer Ankara gazetecileri ile de paylaştı Fidan. Ne var ki bunu ispat edecek güçlü bir kanıt sunamadı.
Yalçın’ın Israil ajanı olduğuna dair iddiayı MİT müsteşarından duyan Hürriyet yöneticileri şoke oldu. Hatta bu korkunç iddianın somut kanıtları olup olmadığını sordu. Fidan kendinden çok emin bir şekilde isimler verdi. Anlattığına göre Soner Yalçın, kendi sitesinde yaptıracağı bir haber için önce İsrail ajanı bir adamla irtibat kuruyor, onların yurt dışında haber yapmaları ve yorum yayınlamalarını sağlıyor; daha sonra da aynı konuyu Oda TV adlı internet sitesinde derinleştiriyordu. Fidan iddialı bir şekilde şöyle dedi Hürriyet yöneticisine: “Adam algı ajanı. Ne diye hala yazı yazdırıyorsunuz!” Hakan Fidan’ın bu iddiayı tekrar tekrar gündeme getirdiğini; hatta Hürriyet’in adım atmamasına başka gazetecilere de aynı savı ifade ettiği Başkent gazetecileri gayet iyi biliyor. Berberoğlu buna da biraz direndi. En azından direnmeye gayret etti ama grup bu baskıya dayanamadı.
Sonunda MİT kaynaklı basıklara dayanamadı. O kapı öyle açıldı ki MİT, o günden sonra bazı yardakçı gazetecilerin jurnaline dayanarak Doğan Grubu’nun kapısını aklına estikçe çalmaya başladı. Yazı işlerinde çalışan ve internet kısmında görev yapan her kademedeki gazeteciler hakkında raporlar verdi MİT. Abdullah Kılıç ve Eyüp Can gibi isimleri de Fidan ekibi jurnalledi Doğan’a. Yalan yanlış bilgilerin içine kişisel husumetler de mesleki çekişmeler de karıştı. Gammazcılara gün doğmuştu. Hala da gazetecilerin birikimleri, tecrübeleri değil; MİT’teki dosyalarına göre hareket ediliyor Türk medyasında.
Atılan ya da mesleğini yapamaz hale getirilen gazetecilerin listesine bir bakın; göreceksiniz ki bütün gazeteciler bir şeylerin diyetini ödemek için atılmıştır. Tarih şahittir ki bir medya grubunun iktidara yakın durmasının iki sonucu olur: Yalakalık yapanlar, iktidar nimetlerinden yararlanarak ihalelere teşviklere boğulur ve ardından göze girmek için yazarlarını/muhabirlerini kurban verir.
ZAMAN VE İPEK MEDYANIN DİRENİŞİ
Somut bilgilere dayanarak söylüyorum: İlişkiler iyi iken de kötü iken de hiçbir yazarını, muhabirini feda etmeyen ve hiç bir konuda kelle vermeyen bir medya grubu var, o da Zaman. Değil bir yazarını, tek bir muhabirini bile feda etmedi. Neye rağmen? Onca rica ve istirhama, nezaket sınırını zorlayan baskılara rağmen.
Bazıları için şaşırtıcı gelebilir bu gerçek; ama bu hakikati bir gün tek tek örneklendirerek anlatabilirim. Objektif bir gözle maziye dalıp olayları tek tek hatırladığımızda “Keşke Zaman’ın direnişini herkes bilseydi ve herkes o grup gibi direnebilseydi?” demek zorunda kalıyorsunuz. O duruş diğer medya grupları tarafından gösterilebilseydi (İpek Grubu da iyi sınav vererek istisna olarak tarihe geçti el hak) o zaman domino taşı gibi art arda yıkılıp gitmezdi Türk medyası. Akın İpek, onurlu duruşunun bedelini ödüyor şimdi. Toplu hipnoz ve beyin yıkama görevini üstlenen bugünkü borazan medya ne derse desin yarın gerçekler ortaya çıktıkça İpek Ailesi ve medyası tarihe saygıyla nakşedilecek…
Zaman’ın direnişini Zamancılar bile tam bilmiyor. Belki de o yüzden sanıyorlar ki Zaman iktidara yakın olma açısından hatalar yaptı. Hayır. Öyle olmadı. Ne ihale aldı iktidardan, ne de ona kurban verdi. Dilerseniz Zaman ve İpek basta olmak üzere ortaya konan direnişin ayrıntılarını bir başka yazıya bırakayım. Çok şaşıracaksınız…
(TR724)