[Yavuz BAYDAR]
Almanya ile başlayıp Hollanda ile kabaran krizin başka boyutları da var, müstakbel kurbanları da.
Öylesine bir siyasi bencillik içinde kurguluyor ki oyunu Erdoğan ve ekibi, sonuçta fatura hem Türkiye’nin stratejik ve ekonomik çıkarlarına büyük zarar verecek, hem de Avrupa’da Türkiye kökenli, çoğu apolitik ve kendi halinde olan göçmen ailelerin imajına da, algısına da, edinilmiş haklarına da olan olacak.
Erdoğan krizi kolundan yakaladı, 16 Nisan’a kadar semirterek, yayarak, bol bol mayalayıp kabartarak kullanacak.
Hiçbir kuşkunuz olmasın.
ATV’de yaptığı açıklamalar tam da bunun işareti. Sadece Hollanda’ya Neo-Nazi diye verip veriştirmekle kalmadı, Almanya’yı da önüne kattı, Merkel’e de hakaretlerini tazeledi, bir yandan Hollanda ve Fransa seçimlerinde Türk kökenli seçmenlere hangi partiye oy vereceklerine dair telkinde bulunurken, öbür yandan Deniz Yücel’i ajan-terörist ilan ederek kolay kolay serbest bırakmayacağı sinyalini verdi ve de Hollanda meselesini AİHM’e taşıyacağını da ekledi.
Bu kriz 16 Nisan’a dek köpürerek sürer.
Ortam son derece verimli ve kullanışlı Erdoğan için. Avrupa’da Sünni-Türk kimlikli, eğitim seviyesi düşük, dünya bakışı futbol huliganlığı kıvamında olan kitleyi, din ve milliyetçilik üzerinden kendisine bağlamış durumda, sürü gibi gütmekte. Ne derse ona uyan, koş derse koşan, yat derse yatan, bulundukları ülkeyle uyum sağlayamamış, ama o ülkelerin nimetlerinden de yararlanmasını bilen bir göçmen kitlesi arkasında.
Öbür yanda, ona aynı ölçüde karşı Alevi-Kürt-Seküler bir Türkiye çıkışlı kitle de aynı ülkelerde Türkiye’nin bölünmüşlüğünü ve hırçın kutuplaşmayı temsil ediyor.
Ve, 12 yıldır Sarkozy ve Merkel gibi liderlerin yalapşap politikaları yüzünden büyük yaralar almış olan, ve son iki yıldır yoğun bakıma alınan, son bir yıldır da sadece ve sadece mülteci anlaşmasına ve ticari ilişkilere indirgenen Türkiye-AB ilişkileri, son nefesini vermemek için çırpınışlar halinde.
Ama bu çırpınışlar içinde AB arka koridorlarında Erdoğan’a adeta tapılıyor: Çünkü o şu ana kadarki sert ve at pazarlıkçısı siyasetlerle, özgürlük ve hak düşmanlığıyla, şu ana kadar Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını savunanlara kişiliğiyle, kimliğiyle ve ülkeyi yönetim tarzıyla en güçlü argümanları tepsiyle sunuyor. ‘Türkiye AB’ye daha fazla yaklaşmasın’cıların en çok hayranlık duyduğu, daha doğru bir deyişle ‘Allahın Lütfu’ olarak boy gösteren bir lider AB’deki Türkiye karşıtlarının gözünde Erdoğan. (…) Çünkü o başta oldukça Türkiye’ye bırakın üyelik perspektifini, TC vatandaşlarına vize serbestisi dahi çıkmasına imkan ve ihtimal yok. Çünkü Erdoğan sadece Suriyeli mültecileri ülkesinde tutmakla kalmıyor, onlara TC vatandaşlığı vereceğini söyleyerek AB’yi büyük bir külfetten de kurtarıyor.
Daha ne olsun?
Tek sıkıntı, Erdoğan’ın 16 Nisan’da Evet’leri toplayarak şu anki fiili tek adamlık durumuna meşruiyet kazandırması. Bugünkü kavgayı yapay kılan da bu.
Kazanırsa geriye bir tek mesele kalacak: Bu haliyle Türkiye-AB ilişkileri üyelik perspektifi içeremeyeceğine göre, hangi taraf köprüleri yakacak? Yaşadığımız zorlama, iki taraf için de aynı amacı barındırıyor: Ben seni zorlayacağım, ben sana dayanacağım, yeter ki havluyu sen at.
Almanya ile başlayıp Hollanda ile kabaran krizin başka boyutları da var, müstakbel kurbanları da.
Erdoğan ve AKP’nin gözünde ‘gurbetçiler’ aynen Türkiye’deki cahil ve muhtaç alt sınıf kitleler gibi, bir sürü. Yalanla beslenen ve hamasetle heyecanlanan, akıl yerine duygularla hareket eden insan toplulukları.
Kullanılıyorlar ve sonuna kadar da kullanılacaklar. Ancak, kendi imzasının altında olduğu Seçim Yasası’nın ve YSK’nin ‘yurtdışında seçim propagandası yapılamaz’ yasağına uymayı göz göre göre reddederek girişilen bu meydan okuma, yarattığı gerginlik ve AB ülkelerinin seçim gündemine negatif etkileşime oturması nedeniyle gurbetçilere yaptırımlar olarak geri dönebilir.
Almanya ve Danimarka şimdiden çifte vatandaşlığın gözden geçirilmesi meselesini tartışmaya başladı bile.
Sebep açık: Türkler siyaseti huliganlıkla karıştırıyorlar, çözüm odaklı değiller ve uzlaşmaya dayalı siyaset bilincinden çok uzaklar. Yaşadıkları ülkenin iç uyumuna olumlu katkı yapmıyor, kendi ülkelerindeki yıkıcı iktidar kavgasını olduğu gibi yaşadıkları ülkelere taşıyorlar. Hem kültür savaşı hem de siyaset savaşı vererek ortamı zehirliyorlar.
Aidiyet ve entegrasyon sorunlarını kendilerinden sonraki Türkiye kökenli kuşaklara da taşıyorlar.
Son kriz de bunun tavana vurması, onların gözünde.
Erdoğan böyle bir ateş topuyla oynuyor ama görülüyor ki umurunda değil. Başka ülkelerin iç demokratik dengelerine dair bir bakış açısı olmadı ve olmayacak. Varsa yoksa kendi iktidarının mutlak ve uzun ömürlü kılınması: Tek derdi bu. Bunun için de her türlü araç onun nezdinde meşru. Sonuna kadar gitmekte kararlı. Gözü kara, ve öyle kalacak.
16 Nisan’a kadar böyle geçecek günler.
Bazı taktikler izleyeceğiz. Almanya Hükümeti gelen hakaretleri sineye çekiyor, ama belli ki Hollanda seçimlerinin sonucuna bakacak. Eğer sonuç, AKP’ye yasak uygulayan Rutte’ye ve diğer merkez partilerin güçlenmesi anlamına gelecek olursa, Almanya’nın da aynı yasakçı siyasete başvuracağını sanıyorum. Yani Erdoğan ve ekibi Almanya’da propaganda izni alamayabilir. Eğer yasakçı Hollanda tavrı, aşırı-sağcı ve Müslüman düşmanı Wilders’e yararsa, belki Almanya, aynen Fransa gibi propagandaya sınır kapılarını açabilir.
Sonrası? Erdoğan bu gece kendisi tekrarladı, ima yoluyla. Hele bir Evet çıksın, biz ne yapacağımızı biliriz, mealinde. En iyi ihtimalle, AB ile pazarlık çıtasını daha da yükseltmesi beklenmeli. Türkiye’de baskı çarkları tam yol çalışmaya devam edecek. Ve Erdoğan, kendi değerlerinin milli iradesiyle meşrulaştırıldığını yedi düvele ilan edip, ‘beni böyle kabul edeceksiniz, ben Yüce Lider’im, ne dersem o’, diyecek.
Kilitlenmeyi asıl, Evet oylarıyla Türkiye otokrasiye sürüklendiğinde yaşayacağız. Türkiye ile AB makası iyice açılacak ve iplerin çoğu kopacak.
Evet galip gelirse:
- Avrupa’daki ‘gurbetçi’ler, algı ve statü kaybına uğrayacak ve büyük olasılıkla bazı yasal haklarını kaybetme sürecine girecekler
- AB ülkelerinden ne kadarı geri kaldıysa, Ermeni Soykırımı’nı resmen tanımaya devam edecek
- Avrupa Konseyi ve AİHM üzerinde muazzam bir şikayet basıncı oluşacak
- Türkiye-AB ilişkileri, sadece ve sadece kirli ticaret anlaşmaları ve AB’ye mülteci akınının önlenmesi konusunda Erdoğan’ın merhamet ve rızasına indirgenecek
- Vize serbestisi bir yana, Türkiye’nin şimdi vize zorunluluğunu aşmak için yöneldiği ‘işime gelen herkese yeşil pasaport’ uygulaması arttık AB yeşil pasaportlulara da vize zorunluluğu getirecek
- Özetle, Evet galebe çalarsa, Türkiye ile AB arasına adeta ‘medeniyetleri ayırıcı’ bir duvar örülmüş olacak ve bunun tek sorumlusu, tüm yaygaraya rağmen, insanları ve ülkeleri sırf kendi şahsi siyasi ihtirası uğruna birbirine düşüren tek bir kişi olacak. (Artı gerçek)