[Faik Can]
- Günaha karşı vicdani tepki koymalıyız
Bu, insanın o andaki ruhî durumu ile yakından alâkalıdır. Öyle an olur ki, insan işlediği bir günah karşısında başını yere koyar, feryâd u figân eder, dua dua yalvarır, af diler. Öyle an da olur ki, ne ağlamaları ne âh u vâhları onu tatmin eder ne de feryatları içindeki yangını söndürür. İşte insanı içten içe sürekli rahatsız eden bu hüzün Allah katında, sözle yapılan tevbeden daha makbul ve daha geçerli olur…
Her hangi bir günah işledikten sonra insan “Ah! Ben ne yaptım! Vücudumun bütün zerreleri adedince her an Allah’a müteveccih olmam gerekirken, günah işledim. Şeytanın Rabbime küstahça söylediği sözleri haklı çıkarır bir alçaklıkta bulundum. Kudreti Sonsuz’un bana ihsan ettiği fevkalade mahiyetime zift sürdüm. İrademi kullanıp bu basit tuzağa düşmemeliydim…” diyerek hemen oracıkta bir secde ile içini dökebiliyorsa yahut içini kaplayan hüzünle dünya ona dar geliyorsa, hakiki tevbeyi yakalamış demektir.
Tevbe, aslında bir nedamet, pişmanlık ve bir iç yangınıdır. Her günahın, gönülden bir pişmanlıkla kalbin ritimlerini ve damarlardaki kanın akış hızını değiştirecek şekilde bir mukabele görmesi çok önemlidir.
- Günahın ömrünü kısa tutmalıyız
Bir yerde sürçüp günah işlediğimizde veya günah atmosferine kaydığımızda, hiç vakit kaybetmeden kalkıp tevbe ve istiğfar ile arınmalıyız. Bunu hemen yapmalı ve asla tehir etmemeliyiz. Çünkü bir saat sonra sırtımızdaki bu Kafdağı’ndan ağır yükle, Rabbimizin huzuruna gitmeyeceğimize dair elimizde bir senet yoktur. Muhterem Hocaefendi’nin tabiriyle “Nezih ruhlar, işledikleri günahlardan temizlenmedikçe rahat edemez ve onların gözlerine uyku girmez…”
Günaha bir saniye bile ömür bağışlamak, kişinin kendi aleyhinedir. Ve bundan daha önemlisi de, Allah’a karşı yapılan bir saygısızlığa karşı, müsamahalı olmak demektir. Hiçbir günahın bir saniye bile yaşamaya hakkı yoktur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Günah, tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan hâline gelir.” Ve kalb bir defa lekelenince yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasit bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur ve nihayet “Hayır hayır, onların kalbi pas bağladı.” (Mutaffifîn sûresi, 83/14) sırrı zuhur eder. Bundan dolayı insanları günahlar karşısında dikkatli ve uyanık hâle getirmeye çalışmak çok önemlidir.
- Günahı hak ettiği çirkinlikte görmeliyiz
Yapacağımız tevbelerde en önemli hususlardan biri de günahı kerih (çirkin) görmektir. Günah çirkin görülmezse ondan yılandan çiyandan kaçar gibi kaçma azmi de gösterilemez. Kaçamayınca da bir daha o günahı işlememe kararlılığı içinde tevbe etmek mümkün olmaz. Elimizde bulunan çok nadide bir kristal vazoyu düşürüp kırdığımızda duyduğumuz teessürden daha fazlasını işlediğimiz günahın hâsıl ettiği tahribat karşısında duymalıyız. Çünkü işlediğimiz her günahla, elimizdeki hayat fanusumuz kirlenip kırılıyor demektir.
- Günah ne kadar büyükse tevbesi de ona göre olmalıdır
Her günah, kendi derinliği, çirkefliği, iğrençliği nisbetinde bir tevbe ister. Zira her günah zift dolu bir kuyuya düşmek gibidir. Böyle bir kuyuya düşmek çok kolaydır ama çıkmak büyük bir gayret ister. İşlediğimiz günahın Allah’la münasebetlerimize ne kadar büyük zarar verdiğini düşünerek tevbeyi de o ölçüde tamir edici bir sağlamlıkta yapmamız gerekir.
- Günahı günah olarak bilmeliyiz
İçimizden, günahın hükmüne itiraz adına geçen her düşünce, en az o günahı işlemek kadar günahtır. Meselâ, zina yapan bir insanın, zaman zaman içinden: “Allah bu zinayı niçin yasak etti ki?” diye itiraz etmesi veya haram-helâl demeden yemeye içmeye alışmış bir insanın, “Kul hakkı diye bir şey olmasaydı ne güzel olurdu!” şeklinde düşünmesi o günahı işlemekten daha büyük günahlardır.
En büyük günah ise, günaha karşı vurdumduymaz bir tavır içinde bulunmak ve onu umursamamaktır. Böyle biri “kel en’ami belhüm edall” (A’râf sûresi, 7/179) tokatını yemiş ve hayvandan da aşağı bir dereceye düşmüştür.
Bediüzzaman Hazretleri bizleri günaha karşı uyarırken: “Günahtan yılandan çiyandan kaçar gibi kaçınız.” der. Burada günahı aslan veya kaplan gibi büyük hayvanlarla değil de yılan ve çiyan ile anlatması dikkat çekicidir. Zira aslan ve kaplan yiğitçe ve mertçe saldırır. Daha gelmeden onu hisseder ve ona göre tedbirinizi alabilirsiniz. Fakat akrep, yılan ve çiyan öyle değildir. Onların ne zaman ve nereden saldıracakları belli olmaz. İşte günah da böyle akrep ve çiyan gibi kalleştir. Böyle bir kalleşliğe karşı teyakkuzda bulunmak Allah’a karşı vefamızın gereğidir.
Türlü imtihanlarla sınandığımız bir dönemde yeni günahlara yelken açmadan eskilerin bütün kirinden, pasından kurtulmaya bakmak en akıllıca iş olsa gerek.
(TR724)