28 Şubat mağdurlarının da aralarında bulunduğu bir grup aydın ve milletvekili, müdahalenin 20. yılında yayınladıkları bildiriyle OHAL sürecinin 28 Şubat dönemini bile arattığını söyledi.
28 Şubat’ın 20. yılında bazı milletvekili ve aydınların ortak imzasıyla “28 Şubat’ın 20. Yılında Nereden Nereye?” başlıklı bir bildiri yayınlandı. Bildiride, OHAL sürecinin de tıpkı 28 Şubat gibi demokrasiye vurulan bir darbe olduğu ve bu dönemdeki uygulamaların 28 Şubat’ı bile aratan bir baskı ortamı yarattığı belirtildi. Türkiye’de hiçbir dönem demokrasinin kuvvetli olmadığı ifade edilen bildiride, “Anayasalar farklı inanca, farklı görüşe, farklı yaşam tarzına sahip insanların bağımsız ve güçlü yargı sisteminin koruması altında huzur ve barış içinde yaşamasını sağlayan, bunu garantiye alan metinlerdir. Bu nedenle ortak aklın ürünü olmak zorundadır” denilerek, 16 Nisan’da yapılması planlanan referandumla bu çimentonun dağıtılacağı ve yönetim gücünü eline geçirenin bu gücü yasalarla güvenceye alacağı söyleniyor.
İmzacıları arasında Adem Geveri, Hüda Kaya, Berrin Sönmez, İhsan Eliaçık, Mehmet Bekaroğlu gibi isimlerin de bulunduğu bildiride, “Türkiye, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor. Demokrasi büyük yara almış durumda. Bağımsız yargı, bağımsız medya gibi kurumlar artık yok denecek kadar az. Özgürlük, insan hakları, hukuk gibi değerler tahrip edildi. Ülkemizde gerçek anlamda demokrasinin, gerçek anlamda özgürlüğün, bağımsız yargının, bağımsız medyanın; başkasının fikrine, yaşam tarzına, inancına saygının geçmişte tam anlamıyla var olduğunu fakat şimdi yok edildiğini iddia etmiyoruz” denilerek şöyle devam edildi: “Ama her zaman, hepimizde bu aksaklıkların, eksikliklerin düzelebileceğine, düzeltilebileceğine dair bir umut vardı. Bunun için elimizden geldiği şekliyle hepimiz kendimizce bir mücadele verdik. Hepimiz, yani gerçek demokrasi isteyenler, başkasının da kendisi gibi özgürce yaşamasını, konuşmasını savunanlar, huzurlu, insanın fikrine, inancına, yaşam tarzına, giyimine saygı duyulan, tartışma konusu bile edilmeyen bir ülke hayal ediyorduk. Bu hayalin bir gün mutlaka gerçekleşebileceğine inanıyorduk. Fakat yıllarca koruduğumuz bu umudu bile yok edecek ağırlıkta gelişmeler yaşıyoruz.”
“Biz bunları 28 Şubat’ta da yaşadık” diye devam eden bildiride, “28 Şubat, demokrasiye vurulan bir darbeydi. Dindar başbakanın ordu tarafından el çektirilmesi, bu ülke tarihinin alışkın olduğu bir uygulamaydı. Bu süreç, oldukça fazla mağdur kesimin oluşmasına neden oldu. Bu mağduriyetler uzun süre devam etti. Bununla birlikte, anti-demokratik uygulamaların, baskının, tehdidin, hukuksuzluğun, başkasının yaşamına, giyim tarzına tahammülsüzlüğün en açık yaşandığı 28 Şubat günlerini bile aratan bir baskı ortamı hakim ülkemizde. Bu anlamda 28 Şubat’ın devam ettiğini söyleyebiliriz” denildi.
Bildiride, OHAL süreci için, “28 Şubat’ta zulme uğrayanların şimdi en başta adaletsizliklere karşı sesini çıkarması gerekir” denilerek şöyle devam edildi: “Mazlumun güçlü olduğu zaman zulmetmemesi için kriteri her zaman adalet olmalıdır. 28 Şubat olsun başka zaman olsun her zaman hakkın yanında durmak asıl olandır.”.
Türkiye’de demokrasinin her dönem zayıf olduğu anlatılan bildiri, “Günümüzde bir başka baskı dönemini yaşıyoruz. Medya bütünüyle susturuldu. Yargı bütünüyle yok edildi. On binlerce insan işinden atıldı. Yüzlerce gazeteci, aydın, yazar hapse atıldı. Başkasının fikrine, görüşüne, tercihine saygı bütünüyle ortadan kaldırıldı. Bütün bunlardan dolayı iç barışımız, bütünlüğümüz, dostluğumuz, arkadaşlığımız, komşuluğumuz… hepsi büyük yara aldı. Çünkü tüm bunları törpüleyen, bu duyguları zedeleyen bir süreç yaşıyoruz. Bu süreç her geçen gün tahribatı daha da büyütüyor” diye devam etti. Türkiye’de “her zaman gücü ele geçirenin borusu öttü” denilen bildiride anayasa sürecine de değinildi.
Yapılacak anayasa oylaması bildiride şöyle anlatıldı: “Anayasada yapılan 16 Nisan’da hepimizin önüne gelecek olan değişikliklerle bu çimento dağıtılmak isteniyor. Gücü ele geçirenin sözünün geçtiği, borusunun öttüğü bir anlayış yasalaştırılıyor. Kurumsallaştırılıyor. Bütün bir ülkenin geleceğini, yaşam tarzımızı, özgürlüğümüzün sınırlarını, kaderimizi, özellikle de çocuklarımızın kaderini tayin hakkını tek bir kişiye veriyor. O kişinin kim olduğu önemli değil. Önemli olan kaderimizin, özgürce yaşamamızın, yaşam tarzımızın bir kişinin iki dudağı arasında olmasıdır. Böyle bir ülkede huzur olmaz. Böyle bir ülkede barış olmaz. Böyle bir ülke varlığını sürdüremez.”
Anayasaların halkın ortak aklının ürünü olması gerektiği belirtilen bildiri, “Burasını kimsenin inancına, giyimine, yaşam tarzına karışılmadığı dostça, arkadaşça hep beraber huzuru içinde yaşadığımız, hepimizin ortak aklının etkin olduğu bir ülke yapabiliriz” denilerek şu şekilde noktalandı: “Herkesin hakkını, hukukunu teminat altına alan, güçlünün değil haklının sesinin duyulduğu ortamı sağlayacak demokrat, özgürlükçü insan haklarına saygılı bir anayasa yapabiliriz. Dünyada bunu başarmış onlarca ülke var. Biz de yapabiliriz. Tek bir kişinin veyahut bir grubun, veyahut bir kesimin değil bütün ülkenin, o ülkede yaşayan her bir bireyin huzuru, yaşamı geleceği için çaba sarfetmek boynumuzun borcudur. Sizi de bize el vermeye davet ediyoruz. El verin ki hepimiz için güzel bir ülke kurma umudumuzu koruyabilelim. Çünkü hepimiz daha iyi, daha huzurlu daha insanca bir yaşamı hak ediyoruz.”
Bildiriye imza atan isimler ise şu şekilde:
Adem Geveri, Ahmet Faruk Ünsal, Ahmet Kaya, Berrin Sönmez, Cihangir İslam, Ekrem Baran, Fatma Bostan Ünsal, Hüda Kaya, İbrahim Seydani, Mehmet Bekaroğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu,R. İhsan Eliaçık, Yakup Aslan, Yasin Altıntaş, Zeki Kılıçarslan.