Vefasızlık Değil de Nedir?

[Nazif Apak]

Hatırlarsanız 2011 seçimleri öncesinde AKP teşkilatlarında ön seçim yapılırken şöyle bir olay yaşanmıştı: Alanya AKP teşkilatında uzun süre çalışan bir hanımefendi, kendi yerine İstanbul’da yaşayan bir başkasının milletvekili adayı yapıldığını öğrenince kıyametleri kopardı. Kendisinin tercih edilmeyişini “Tabi benim babam bir medya kuruluşunun yöneticisi olmadığı için” diyerek Facebook hesabında gündeme getirince sosyal medyada kıyamet kopmuş, birçok yerde de haber olmuştu. Aday listelerine İstanbul’dan paraşütle geldiği söylenen o hanım aday, yandaş bir televizyon kanalı yöneticilerinden birinin kızı idi.
O günlerde birçok yerde haber olan bu konunun Zaman’da da haber olmasına çok içerleyen Avukat Hanım, çalıştığı iş yerinde “Onları Allah’a havale ediyorum” diye kükremişti. Halbuki o güne kadar bilmediği, o gün orada öğrendiği bir şey vardı. Meğer kariyerinde önemli bir basamak olan avukatlık ofisinde işe alınması için Zaman yöneticilerinden biri referans olmuş. Avukatlık ofisinin yöneticileri ilk ve son defa karşılaştıkları bu rica üzerine Avukat Hanımı işe almış ama bu gerçeği bir kerecik olsun ne ona ne babasına söylemişler. O zamanlar yüzden fazla kişiye iş imkânı sunan, Türkiye’nin en büyük avukatlık şirketine şimdi haramiler el koydu da, ne Avukat Hanım’dan ne de babasından tık çıkmadı…
Televizyoncu Babası hapisteyken ailenin ve tabii ki Avukat Hanım‘ın her türlü derdiyle meşgul olanların başında Samanyolu Grup Başkanı Hidayet Karaca da yer alıyordu üstelik, hiçbir karşılık beklemeden…
Hidayet Karaca iki yılı aşkın bir süredir saçma sapan iddialar yüzünden hapiste. Haber vermeksizin yandaş televizyon yöneticisi ve çocuğuna sahip çıkanların bir kısmı da sürgünde. Ne ‘Hidayet Amca’ deyip koşan biri var ortada ne de her konuştuğu yerde mertlikten dem vuran babası.
***
Böyle yüzlerce olay var. Çocukları Cemaat okullarında okumuş, Cemaat’ten hep hayır ve güzellikler görmüş insanların suskunluğu dağı taşı dile getirecek kadar keskin. Bu anlattıklarımı birilerinden yardım ve karşılık beklemek için değil, sadece muhatapların karakteri ortaya çıksın, ona göre vicdan yargılaması yapılsın diye anlatıyorum.
Ben sadece medyadan birkaç örnek vereyim…
Bugünlerde bıçkın yazılar yazmak için ıkınıp duran ve Cemaat düşmanlığı yaparken kendinden geçen bir Abdülkadir Selvi var. Onun vaktiyle Zaman’ın Ankara temsilcisi Mustafa Ünal’a nasıl yalvarıp yakardığını bütün başkent gazetecileri bilir. Mustafa Ünal herkesin sevdiği, kaliteli bir insan ve iyi bir gazeteci. Bu nedenle Yeni Şafak’ta da sevilip sayılırdı.
O günlerde Yeni Şafak’ın patronlarının yeterince güvenmediği Selvi, Ankara temsilciğine vekalet ediyordu. Selvi, Mustafa’ya defalarca rica etmiş “Abi seni bizimkiler çok sever, kırmazlar. Şunlara bir şeyler söyle de beni Ankara temsilcisi yapsınlar” derdi. Mustafa Ünal şimdi üzerinden 7 ay geçmesine rağmen iddianamesi bile hazırlanamamış, saçma sapan iddialar yüzünden hapislerde çürütülüyor. Zor gününde kendisine sahip çıktığı Selvi’den tek bir kelime sadır oluyor mu? “Yahu siz manyak mısınız, ne Mustafa ne de diğer Zaman yazarları ile darbeciliği nasıl yan yana yazabilirsiniz!” diyebiliyor mu…
***
Muhafazakar kesimin ilk gazetecilerinden Fehmi Koru, Erdoğan’ın talimatıyla Yeni Şafak’tan atılmıştı. O sıralar Mustafa Karaalioğlu ve ekibi Erdoğan’ı ziyaret ettiğinde yalvar yakar Fehmi Bey’i Star’a almak istemişlerdi de yemedikleri azar kalmamıştı.
Aldığım çok net bilgiye göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Zaman yöneticisi birine “Ben Ahmet Çalık’a da söyledim ama herhalde patron görünmesine rağmen Sabah’ta sözü geçmiyor. Rica etsem Fehmi Bey’i Zaman’a alamaz mısınız?” demiş. Zaman yöneticileri  de herkesin tir tir titrediği bir adamın kovdurduğu gazeteciyi işe almış, kendisine haftanın 7 günü köşe vermişti. Şimdi Fehmi Koru, o zor günlerde kendisine sahip çıkma cesareti gösteren meslektaşlarına yapılan korkunç zulmü hiç görmüyor mu, duymuyor mu? Söyleyeceği hiçbir sözü yok mu?
***
Adamlar saçma sapan iddialarla öyle haksız tutuklamalar yaptı ki! Bir gün defolup gittiklerinde yaptıkları zulme herkes lanet okuyacak.
Mesela Zaman’ın şoföründen muhasebecisine; reklamcısından görsel yönetmenine kadar, elde delil olup olmadığına bakmaksızın bir ihbarla tutukladılar.
Zaman’ın tasarım departmanının başında mesleki yetkinliği tartışılmaz, beyefendi kişiliğiyle tanınan çok kıymetli bir adam vardı: Fevzi Yazıcı. İşte bu sanatkar gazeteci, 7 aydan fazla hangi gerekçeyle tutulduğunu bilmeksizin Silivri cezaevinde hapis. Görsel tasarım bu yahu! Yayın politikasını bunlar belirlemez, manşetleri bunlar seçmez… Sadece haberin tasarımını yaparlar. Niye? Bir gazetenin görsel yönetmeninin -tıpkı diğer gazeteciler gibi- darbe marbe ile ne ilgisi olabilir! Diyelim ki bunu sonradan olma savcılar bilmiyor… Ya Fevzi’nin Amerika’daki ev arkadaşı Bilal? Evet, onca zaman aynı evde kalan Bilal’in başını yastığa koyarken o melek gibi arkadaşına yapılan kategorik iftiradan dolayı hiç uykusu kaçmıyor mu?
***
Günahı bunu bana anlatanların: Çalıştığı gazeteden düzenli maaş alamadığından şikayet eden Markar Esayan, Bülent Keneş’in yönettiği Today’s Zaman’da yazılar yazmaya başlar. O günlerde demokrat görünen birçok kaleme sahip çıkıldığı gibi düzenli ve emsallerine göre biraz da yüksek telif ücreti ödenerek Markar’a da sahip çıkılmış ve hiçbir karşılık beklenmemiş.
***
Ahmet Taşgetiren, Erdoğan’ın emriyle işten atıldığında ‘Cemaat medyası’ dediğiniz kurumlar ona kucak açmıştı. Karşılık beklenmeden yapılan bu insani ve mesleki dayanışmaya dair Tasgetiren’de bir iz kalmış mıdır acaba?
**
Anımsayacaksınız, Etyen Mahçupyan onca eleştiriye göğüs gerilerek Zaman’da yazı yazdırılan bir insandı. Hep baş üstünde taşındı yazarken. Hiç kimsenin yayımlamaya cesaret edemeyeceği yazıları yayınlandı. Şimdi yeni mahallesinde itilip kakıldıkça Zaman’daki özgür günlerini anımsamaması imkânsız; ama anlaşılan o ki daha çekeceği var yandaş arkadaşlarından. Zaman’da yazdığının binde birini yazmamışken bile defalarca aforoz edildi, linç edildi. Peki o bir kere bile “Ne yapıyorsunuz kardeşim, şu tutukladığınız ve tutuklamak için bin çeşit yalan uydurduğunuz kişiler benim bir zamanlar mesai arkadaşımdı. Sizin topunuzu bir araya getirsem boyunuz onlardaki özgürlükçü yaklaşımın kıyısından geçemez” diyemiyor…
***
Örnek çok, hangisini sayayım ki vefasızlık heykeli gözünüzün önünde canlanıversin… En vefasızı, en tepedeki. Onun vefasızlığını ve o vefasızlığı gizleyen maskeleri bir gün birileri yazarsa kocaman bir kitap yazması gerekir. Nasipse bir gün onun vefasızlığını da gaddarlığı ile birlikte yazarlar ve tarihe not düşerler.
(TR724)