[Akif Umut Avaz]
Aydın Doğan, medya dünyasına ‘oto yedek parçacılığından kazandığı parayla’ Milliyet gazetesini satın alarak girmişti. Yıl 1979’du ve ileride tarihin görüp görebileceği en adi tetikçilerden biri olacak Cem Küçük henüz 1 yaşındaydı. Aydın Doğan, medya sektörüne bugünkü perişan halinin aksine o dönem son derece prestijli bir gazete olan Milliyet’i satın alarak girmekle büyük akıllılık etmişti. Türk medyasının genel geçer tüm hastalıklarından nasibini almış olsa da “Basında Güven” sloganı Milliyet’in üzerinde o günlerde bugünkü kadar iğreti ve sakil durmuyordu.
Aydın Doğan, Milliyet’le girdiği sektörde hızla büyüdü. Tabii Cem Küçük de büyüyordu. Cem Küçük, henüz 16 yaşında bir ergenken Aydın Doğan, oldum olası “Türk medyasının amiral gemisi” diye geçinen Hürriyet gazetesinin yanısıra Kanal D, Radyo D, Radyo Foreks’in sahibi olmuştu (1994) bile. Cem Küçük’ün hala ergenlik döneminin sorunlarının üstesinden gelmeye çalıştığı yıllarda Aydın Doğan, gün be gün büyüyen medya imparatorluğuna önce Posta ve Fanatik (1995), sonra Radikal ve Gözcü (1996) gazetelerini de katmıştı.
PİJAMALI GÜNLERDEN BU GÜNLERE…
Aydın Doğan, sadece medya sektöründe değil, kamuoyu oluşturma gücüyle siyaseti etkileme gücünün de doruklarındaydı. Bu dönem, Aydın Doğan ve çevresindekilerin hükümet kurup hükümet yıktıkları, bakanlara talimat verip başbakanları pijamayla karşıladıkları dönem olarak hatırlanır.
Doğal olarak kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı Cem Küçük’ün olsa olsa bir üniversitede talebe olabileceği yıllarda Aydın Doğan medya imparatorluğuna çoktan türlü türlü dergilerin yanısıra Euro D, Süper Kanal, CNN Türk (1999) ve Vatan gazetesini (2002) dahil etmişti. Medya dünyasının ve Türk toplumunun Cem Küçük gibi bir felaketin gelmekte olduğundan hala haberinin olmadığı takip eden yıllarda ise, Star TV (2005), Euro Star (2006), Kanal D Romanya, D-Smart (2007), TNT Türkiye (2008), Cartoon Network (2008) Doğan medya imparatorluğunun irili ufaklı parçaları haline gelmişti.
Aydın Doğan, medyada artan gücü sayesinde siyaset ve devlet yönetimi üzerinde sınırları belli olmayan bir nüfuz kazanmış ve menfaati çerçevesinde istediği her siyasi figürün lehine veya aleyhine kampanyalara girişmişti. Hakkında karşıt kampanyalar yaptıklarından biri de Erbakan’ın siyasal İslamcı Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’dı. O günlerde, bir şiir okuduğu için belediye başkanlığından alınarak kısa süreliğine hapishaneye gönderilen Erdoğan için Hürriyet’te “Muhtar bile olamaz” manşeti atılmıştı. Pek çok analist, Erdoğan’ın bugün neredeyse her hafta muhtarlarla yaptığı toplantıların o manşetin kendisinde yarattığı büyük travmanın bir tezahürü olduğu kanaatinde.
Doğan medyasının tam saha muhalif yayınlarına rağmen arkadaşlarıyla kurduğu AKP 2002’de iktidara gelince Erdoğan, başlangıçta Aydın Doğan’ın sınırları belli olmayan medya imparatorluğuyla iyi geçinmeye çabalamıştı. Yer yer aralarında soğuk rüzgârlar esse de, Erdoğan ve çevresindekiler Doğan Medya Grubu’ndan uzun süre çekindi. Öyle ki, Erdoğan ve Abdullah Gül başta olmak üzere, AKP’lilerin Doğan medyasına karşı kompleksli ezikliği, iktidardaki kırılgan yıllarına damga vuran en büyük özelliklerinden biri oldu. Her türlü hakaretlerine maruz kaldıkları Doğan medyasına bir söyleşi verme veya Doğan’ın medya mecralarında özel haberlere konu olma çabasına yol açan sözkonusu aşağılık kompleksinden uzun süre kurtulamadılar.
ERDOĞAN, AYDIN DOĞAN’A AYAR VERME İŞİNİ BİZZAT ÜSTLENMİŞTİ
Bununla birlikte, iktidarda kaldıkça güçlendiler, güçlendikçe Doğan medyasına başta tatlı sert, giderek şiddetlenen tonda karşılık vermeye başladılar. Cem Küçük denilen geleceğin adi tetikçisine dair ortada henüz bir belirtinin olmadığı o günlerde Erdoğan, Aydın Doğan’a ve medya grubuna ayar verme işini bizzat üstlenmişti. Bazen tehdit içeren üstencil bir dil, bazen alttan alıcı bir üslup, bazen boyun eğici bir taktikle Erdoğan, Aydın Doğan’la sıkıntılı ilişkilerini yıllarca sürdürdü. İyice güçlendiği 2000’lerin sonuna doğru ise, ağır vergi cezaları salarak Aydın Doğan’ı yola getirmeye yöneldi. Erdoğan, kendisini siyaseten güçlü ve muktedir hissettiği oranda Doğan’ı zorlamaya ve bazı medya organlarını satarak küçülmeye mecbur etmeye çalıştı.
Önce Uzan Grubu’nun medyasını, sonra gazeteleri, televizyonları, radyo ve dergileriyle Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu olan Sabah Grubu’nu ele geçiren Erdoğan’ın Aydın Doğan’a karşı cesareti de gün be gün artıyordu. Aydın Doğan ve medyasına karşı ilk zaferlerini Erdoğan, bizzat sahada kurallı ya da kuralsız mücadele ederek kendisi kazanmıştı. Aydın Doğan’ı, bazı medya organlarını kendisinin işaret ettiği kişilere uygun fiyatlardan satmaya nihayet mecbur etmişti. Doğan daha fazla dayanamamış ve Star TV’yi, ilk gözağrısı Milliyet’i ve Vatan gazetesini satmak zorunda kalmıştı.
AYDIN DOĞAN’A AYAR İŞİNİ NİHAYET CEM KÜÇÜK’E DEVRETTİ
Erdoğan, meşru-gayr-i meşru tüm yollarla gücüne güç kattıkça büyüyor, o büyüdükçe hareket alanı daralan Aydın Doğan küçülüyordu. Sadece fiziki medya varlıkları açısından değil, karakter ve ahlaki bakımdan da… Nihayet Doğan’ın küçülme emareleri öyle bir noktaya vardı ki artık o noktada Erdoğan, Aydın Doğan’la şahsen uğraşmayı bırakıp, kendisinden gelen baskıları göğüslemek yerine baskılar karşısında şekilden şekle, türlü hallere giren Aydın Doğan’la ve kendisinden de beter hallere giren medya grubuyla uğraşma işini daha önce kimsenin tanımadığı Cem Küçük’e havale etti.
Tetikçisi Cem Küçük’ü devreye sokmadan önce Erdoğan zaten Aydın Doğan’ın kolunu kanadını yolmuş, tırnağını dişini sökmüş, belli başlı yayın organlarını elden çıkarmaya mecbur etmenin yanısıra, geniş okur kitlesine hitap eden belli başlı tüm yazarlarını kovdurtmuştu. Belirli bir aşamadan sonra Aydın Doğan, Erdoğan’dan ya da Erdoğan adına üçüncü şahıslardan gelen anlamlı ya da anlamsız hiçbir talebi geri çeviremez kıvama gelmişti. Cem Küçük gibi o güne kadar adı sanı duyulmadık bir tetikçinin istediği her şeyi alabileceği kıvam da işte bu kıvamdı.
Nasıl bulduysa bir yolunu bulup Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf gazetesinde köşe edinmeyi başaran Ozan Rasim Kütahyalı’nın şahsiyetini ve gazeteciliğini tartışmaya gerek yok. Pek hoş olmasa da medya tarihinde mutlaka geniş bir yeri olacak tetikçilik fenomeni Kütahyalı’nın günahları sadece kendi işlediklerinden de ibaret değil. Kulakları geçen boynuz misali tetikçilikte kendisini hayli geçen Cem Küçük’ü, ellerinden tutup medya sektörüne sokmanın vebali de Kütahyalı’nın günah hanesinde kabarık bir yer tutacak. 30’larına yeni girmiş Cem Küçük’ün, tıpkı kendisi gibi sırtını Erdoğan’a, Saray şürekasına, muhaberat ekiplerine dayayarak paraşütle indirildiği medyadaki tetikçilik günahları Kütahyalı’nın da hanesine yazılacak.
ERDOĞAN’IN NOBRAN PROFİLİNİN MEDYADAKİ YANSIMASI
Kendisini hiçbir ahlaki kaide ile bağlı hissetmeyen, birikimlerinin sadakasının bile boyunu aşacağı kalemlere hakaretler eşliğinde tehditler savurmaktan çekinmeyen, mafyanın, MİT’in, devlet içindeki karanlık çetelerin tetikçiliğini yapan Cem Küçük, adeta Erdoğan’ın siyasetteki nobran profilinin medyadaki bir yansıması niteliğinde. Dinsizin hakkından imansız gelir hesabı medyadaki günahları saymakla bitmez Aydın Doğan ve her şekle girmekte alabildiğine mahir adamlarına musallat olan Cem Küçük, üstlendiği mide bulandırıcı tetikçilik işinde ne kadar başarılı olabileceğini çok kısa bir sürede dünya âleme gösterdi.
Muktedir maşası bu tetikçi, Aydın Doğan dâhil Doğan Medya Grubu’ndan kimi hedefe koyduysa istediği sonucu almayı başardı. Cem Küçük’ün cüretine insanlar önce inanmakta güçlük çekti. Ama zamanla “Yok canım, o kadar da değil!” diyerek tepki gösterilen ne varsa gerçekleşti. Cem Küçük’ü tetikçilikte istihdam edenler belli ki Aydın Doğan ve grubunun açıklarına ve karakter zafiyetine fazlasıyla vakıftı. Acaba Mehmet Ali Yalçındağ’ın bu vukufiyette de bir rolü var mıydı, bilinmez. Neticede Cem Küçük, cirmine bakmadan Aydın Doğan ve adamlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başlamıştı. O “Sat!” diyor, Aydın Doğan satıyordu. O “At!” diyor, Aydın Doğan atıyordu. O “Al!” diyor, Aydın Doğan alıyordu.
Cem Küçük’ün yapmasını isteyip de Aydın Doğan’ın yapmadığı tek bir şey yoktu artık. Sırtını dayadığı malum güçler adına, Cem Küçük’ün sivilceli bir ergen şımarıklığıyla istediği her şeyi er ya da geç ama mutlaka yerine getiren Aydın Doğan ve medya grubu bir taraftan kendi çalışanlarını ve yazarlarını bir bir uzaklaştırırken, grubu AKP ve Erdoğan yandaşlarıyla doldurmaya girişmişti. Fiziken ve etki açısından gün be gün küçülen Doğan Grubu nihayet Erdoğan’ın türlü gasplar ve yolsuzluklar yoluyla bizzat kurduğu Havuz Medyası kıvamına gelmişti.
‘KIVAMA GELDİ… ‘TAKSİM’E ÇIK ANIR’ DESEM ANIRIR!’
Cem Küçük, her açıdan küçüklüğüne rağmen elde ettiği sürpriz başarıların büyüklüğü karşısında adeta mest olmuştu. Tehdit ede ede kıvama getirdiği Aydın Doğan ve adamlarının üzerinde artık iyice tepinmeye başlamış, omurgasızlıklarının karşısında istediği her şeyi aldıkça, her şeyi yaptırdıkça ağzı kulaklarında zevkten dört köşe olmuştu. Haksız da sayılmazdı. Düne kadar gölgesine basamayacağı bunundan kıl aldırmayan Ahmet Hakan’ı “Taksim’de anıracak” kıvama getirmek az başarı mıydı?
Omurgasızlığın karakter haline geldiği o sefil haline bakmadan, bir ahlak abidesiymiş gibi geçinip, önlerinde paspasa döndüğü muktedirlere yaranmak için toplumun en erdemli kesimlerine sürekli çemkirmeyi maharet sanan Ahmet Hakan’ın Cem Küçük karşısındaki acınası hali üzerine kitaplar yazılsa yeridir.
Ahmet Hakan’ın Aydın Doğan’dan bile erken kıvama gelmesinden doğal olarak en fazla Cem Küçük hoşnuttu. Bu hoşnutluğunu da doğrusu bonkörce dile getiriyordu. Ahmet Hakan’ın “değiştiğini” ve “kıvama geldiğini” söylüyor, takdir hisleriyle “Ahmet Hakan değişti. Ben, Ahmet Hakan’a Taksim’e çık anır desem, anırır. O duruma geldi” diyordu.
ÖLMEK KOLAY, ASIL ZOR OLAN YAŞAMAK!
Evet, “küçük ama mide bulandırıcı” bir tip belki ama Cem Küçük, gölgelerin gücü adına elde ettiği zaferlerinin tadını çıkarmasını çok iyi biliyordu. Aydın Doğan ve halden hale girip bir acüzeler topluluğuna dönen medya grubunu parmağında oynatan Cem Küçük duracak gibi değildi. En son Ertuğrul Özkök’le giriştiği ağız dalaşında Aydın Doğan ve grubunu düşürdüğü hazin hali diline dolayıverdi. “Hürriyet eskiden Türkiye’yi yöneten, bakanları bile belirleyen gazeteydi. Bugün ise benim tek başıma maymun ettiğim bir yayın organı” diyordu. Haksız da değildi.
Cem Küçük belki adi bir tetikçi. Ama, böylesine adi bir tetikçinin her istediğini yapma onursuzluğuna kendilerini layık gören Aydın Doğan, medya grubu ve adamlarının daha iyisini hak ettiğini kim iddia edebilir? “Kurt kocayınca köpeklere maskara olur” derlerdi de inanmazdık. Köpeklere maskaralığın fazlasıyla hak edilmiş hallerini görmek de varmış.
“Ölmek kolay. Asıl zor olan yaşamak” derken meğer şair ne kadar da haklıymış. Ne acıdır ki, onuruyla yaşamak ve onuruyla ölmek her kula nasip olmuyor işte…
Aydın Doğan, Milliyet’le girdiği sektörde hızla büyüdü. Tabii Cem Küçük de büyüyordu. Cem Küçük, henüz 16 yaşında bir ergenken Aydın Doğan, oldum olası “Türk medyasının amiral gemisi” diye geçinen Hürriyet gazetesinin yanısıra Kanal D, Radyo D, Radyo Foreks’in sahibi olmuştu (1994) bile. Cem Küçük’ün hala ergenlik döneminin sorunlarının üstesinden gelmeye çalıştığı yıllarda Aydın Doğan, gün be gün büyüyen medya imparatorluğuna önce Posta ve Fanatik (1995), sonra Radikal ve Gözcü (1996) gazetelerini de katmıştı.
PİJAMALI GÜNLERDEN BU GÜNLERE…
Aydın Doğan, sadece medya sektöründe değil, kamuoyu oluşturma gücüyle siyaseti etkileme gücünün de doruklarındaydı. Bu dönem, Aydın Doğan ve çevresindekilerin hükümet kurup hükümet yıktıkları, bakanlara talimat verip başbakanları pijamayla karşıladıkları dönem olarak hatırlanır.
Doğal olarak kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı Cem Küçük’ün olsa olsa bir üniversitede talebe olabileceği yıllarda Aydın Doğan medya imparatorluğuna çoktan türlü türlü dergilerin yanısıra Euro D, Süper Kanal, CNN Türk (1999) ve Vatan gazetesini (2002) dahil etmişti. Medya dünyasının ve Türk toplumunun Cem Küçük gibi bir felaketin gelmekte olduğundan hala haberinin olmadığı takip eden yıllarda ise, Star TV (2005), Euro Star (2006), Kanal D Romanya, D-Smart (2007), TNT Türkiye (2008), Cartoon Network (2008) Doğan medya imparatorluğunun irili ufaklı parçaları haline gelmişti.
Aydın Doğan, medyada artan gücü sayesinde siyaset ve devlet yönetimi üzerinde sınırları belli olmayan bir nüfuz kazanmış ve menfaati çerçevesinde istediği her siyasi figürün lehine veya aleyhine kampanyalara girişmişti. Hakkında karşıt kampanyalar yaptıklarından biri de Erbakan’ın siyasal İslamcı Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’dı. O günlerde, bir şiir okuduğu için belediye başkanlığından alınarak kısa süreliğine hapishaneye gönderilen Erdoğan için Hürriyet’te “Muhtar bile olamaz” manşeti atılmıştı. Pek çok analist, Erdoğan’ın bugün neredeyse her hafta muhtarlarla yaptığı toplantıların o manşetin kendisinde yarattığı büyük travmanın bir tezahürü olduğu kanaatinde.
Doğan medyasının tam saha muhalif yayınlarına rağmen arkadaşlarıyla kurduğu AKP 2002’de iktidara gelince Erdoğan, başlangıçta Aydın Doğan’ın sınırları belli olmayan medya imparatorluğuyla iyi geçinmeye çabalamıştı. Yer yer aralarında soğuk rüzgârlar esse de, Erdoğan ve çevresindekiler Doğan Medya Grubu’ndan uzun süre çekindi. Öyle ki, Erdoğan ve Abdullah Gül başta olmak üzere, AKP’lilerin Doğan medyasına karşı kompleksli ezikliği, iktidardaki kırılgan yıllarına damga vuran en büyük özelliklerinden biri oldu. Her türlü hakaretlerine maruz kaldıkları Doğan medyasına bir söyleşi verme veya Doğan’ın medya mecralarında özel haberlere konu olma çabasına yol açan sözkonusu aşağılık kompleksinden uzun süre kurtulamadılar.
ERDOĞAN, AYDIN DOĞAN’A AYAR VERME İŞİNİ BİZZAT ÜSTLENMİŞTİ
Bununla birlikte, iktidarda kaldıkça güçlendiler, güçlendikçe Doğan medyasına başta tatlı sert, giderek şiddetlenen tonda karşılık vermeye başladılar. Cem Küçük denilen geleceğin adi tetikçisine dair ortada henüz bir belirtinin olmadığı o günlerde Erdoğan, Aydın Doğan’a ve medya grubuna ayar verme işini bizzat üstlenmişti. Bazen tehdit içeren üstencil bir dil, bazen alttan alıcı bir üslup, bazen boyun eğici bir taktikle Erdoğan, Aydın Doğan’la sıkıntılı ilişkilerini yıllarca sürdürdü. İyice güçlendiği 2000’lerin sonuna doğru ise, ağır vergi cezaları salarak Aydın Doğan’ı yola getirmeye yöneldi. Erdoğan, kendisini siyaseten güçlü ve muktedir hissettiği oranda Doğan’ı zorlamaya ve bazı medya organlarını satarak küçülmeye mecbur etmeye çalıştı.
Önce Uzan Grubu’nun medyasını, sonra gazeteleri, televizyonları, radyo ve dergileriyle Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu olan Sabah Grubu’nu ele geçiren Erdoğan’ın Aydın Doğan’a karşı cesareti de gün be gün artıyordu. Aydın Doğan ve medyasına karşı ilk zaferlerini Erdoğan, bizzat sahada kurallı ya da kuralsız mücadele ederek kendisi kazanmıştı. Aydın Doğan’ı, bazı medya organlarını kendisinin işaret ettiği kişilere uygun fiyatlardan satmaya nihayet mecbur etmişti. Doğan daha fazla dayanamamış ve Star TV’yi, ilk gözağrısı Milliyet’i ve Vatan gazetesini satmak zorunda kalmıştı.
AYDIN DOĞAN’A AYAR İŞİNİ NİHAYET CEM KÜÇÜK’E DEVRETTİ
Erdoğan, meşru-gayr-i meşru tüm yollarla gücüne güç kattıkça büyüyor, o büyüdükçe hareket alanı daralan Aydın Doğan küçülüyordu. Sadece fiziki medya varlıkları açısından değil, karakter ve ahlaki bakımdan da… Nihayet Doğan’ın küçülme emareleri öyle bir noktaya vardı ki artık o noktada Erdoğan, Aydın Doğan’la şahsen uğraşmayı bırakıp, kendisinden gelen baskıları göğüslemek yerine baskılar karşısında şekilden şekle, türlü hallere giren Aydın Doğan’la ve kendisinden de beter hallere giren medya grubuyla uğraşma işini daha önce kimsenin tanımadığı Cem Küçük’e havale etti.
Tetikçisi Cem Küçük’ü devreye sokmadan önce Erdoğan zaten Aydın Doğan’ın kolunu kanadını yolmuş, tırnağını dişini sökmüş, belli başlı yayın organlarını elden çıkarmaya mecbur etmenin yanısıra, geniş okur kitlesine hitap eden belli başlı tüm yazarlarını kovdurtmuştu. Belirli bir aşamadan sonra Aydın Doğan, Erdoğan’dan ya da Erdoğan adına üçüncü şahıslardan gelen anlamlı ya da anlamsız hiçbir talebi geri çeviremez kıvama gelmişti. Cem Küçük gibi o güne kadar adı sanı duyulmadık bir tetikçinin istediği her şeyi alabileceği kıvam da işte bu kıvamdı.
Nasıl bulduysa bir yolunu bulup Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf gazetesinde köşe edinmeyi başaran Ozan Rasim Kütahyalı’nın şahsiyetini ve gazeteciliğini tartışmaya gerek yok. Pek hoş olmasa da medya tarihinde mutlaka geniş bir yeri olacak tetikçilik fenomeni Kütahyalı’nın günahları sadece kendi işlediklerinden de ibaret değil. Kulakları geçen boynuz misali tetikçilikte kendisini hayli geçen Cem Küçük’ü, ellerinden tutup medya sektörüne sokmanın vebali de Kütahyalı’nın günah hanesinde kabarık bir yer tutacak. 30’larına yeni girmiş Cem Küçük’ün, tıpkı kendisi gibi sırtını Erdoğan’a, Saray şürekasına, muhaberat ekiplerine dayayarak paraşütle indirildiği medyadaki tetikçilik günahları Kütahyalı’nın da hanesine yazılacak.
ERDOĞAN’IN NOBRAN PROFİLİNİN MEDYADAKİ YANSIMASI
Kendisini hiçbir ahlaki kaide ile bağlı hissetmeyen, birikimlerinin sadakasının bile boyunu aşacağı kalemlere hakaretler eşliğinde tehditler savurmaktan çekinmeyen, mafyanın, MİT’in, devlet içindeki karanlık çetelerin tetikçiliğini yapan Cem Küçük, adeta Erdoğan’ın siyasetteki nobran profilinin medyadaki bir yansıması niteliğinde. Dinsizin hakkından imansız gelir hesabı medyadaki günahları saymakla bitmez Aydın Doğan ve her şekle girmekte alabildiğine mahir adamlarına musallat olan Cem Küçük, üstlendiği mide bulandırıcı tetikçilik işinde ne kadar başarılı olabileceğini çok kısa bir sürede dünya âleme gösterdi.
Muktedir maşası bu tetikçi, Aydın Doğan dâhil Doğan Medya Grubu’ndan kimi hedefe koyduysa istediği sonucu almayı başardı. Cem Küçük’ün cüretine insanlar önce inanmakta güçlük çekti. Ama zamanla “Yok canım, o kadar da değil!” diyerek tepki gösterilen ne varsa gerçekleşti. Cem Küçük’ü tetikçilikte istihdam edenler belli ki Aydın Doğan ve grubunun açıklarına ve karakter zafiyetine fazlasıyla vakıftı. Acaba Mehmet Ali Yalçındağ’ın bu vukufiyette de bir rolü var mıydı, bilinmez. Neticede Cem Küçük, cirmine bakmadan Aydın Doğan ve adamlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başlamıştı. O “Sat!” diyor, Aydın Doğan satıyordu. O “At!” diyor, Aydın Doğan atıyordu. O “Al!” diyor, Aydın Doğan alıyordu.
Cem Küçük’ün yapmasını isteyip de Aydın Doğan’ın yapmadığı tek bir şey yoktu artık. Sırtını dayadığı malum güçler adına, Cem Küçük’ün sivilceli bir ergen şımarıklığıyla istediği her şeyi er ya da geç ama mutlaka yerine getiren Aydın Doğan ve medya grubu bir taraftan kendi çalışanlarını ve yazarlarını bir bir uzaklaştırırken, grubu AKP ve Erdoğan yandaşlarıyla doldurmaya girişmişti. Fiziken ve etki açısından gün be gün küçülen Doğan Grubu nihayet Erdoğan’ın türlü gasplar ve yolsuzluklar yoluyla bizzat kurduğu Havuz Medyası kıvamına gelmişti.
‘KIVAMA GELDİ… ‘TAKSİM’E ÇIK ANIR’ DESEM ANIRIR!’
Cem Küçük, her açıdan küçüklüğüne rağmen elde ettiği sürpriz başarıların büyüklüğü karşısında adeta mest olmuştu. Tehdit ede ede kıvama getirdiği Aydın Doğan ve adamlarının üzerinde artık iyice tepinmeye başlamış, omurgasızlıklarının karşısında istediği her şeyi aldıkça, her şeyi yaptırdıkça ağzı kulaklarında zevkten dört köşe olmuştu. Haksız da sayılmazdı. Düne kadar gölgesine basamayacağı bunundan kıl aldırmayan Ahmet Hakan’ı “Taksim’de anıracak” kıvama getirmek az başarı mıydı?
Omurgasızlığın karakter haline geldiği o sefil haline bakmadan, bir ahlak abidesiymiş gibi geçinip, önlerinde paspasa döndüğü muktedirlere yaranmak için toplumun en erdemli kesimlerine sürekli çemkirmeyi maharet sanan Ahmet Hakan’ın Cem Küçük karşısındaki acınası hali üzerine kitaplar yazılsa yeridir.
Ahmet Hakan’ın Aydın Doğan’dan bile erken kıvama gelmesinden doğal olarak en fazla Cem Küçük hoşnuttu. Bu hoşnutluğunu da doğrusu bonkörce dile getiriyordu. Ahmet Hakan’ın “değiştiğini” ve “kıvama geldiğini” söylüyor, takdir hisleriyle “Ahmet Hakan değişti. Ben, Ahmet Hakan’a Taksim’e çık anır desem, anırır. O duruma geldi” diyordu.
ÖLMEK KOLAY, ASIL ZOR OLAN YAŞAMAK!
Evet, “küçük ama mide bulandırıcı” bir tip belki ama Cem Küçük, gölgelerin gücü adına elde ettiği zaferlerinin tadını çıkarmasını çok iyi biliyordu. Aydın Doğan ve halden hale girip bir acüzeler topluluğuna dönen medya grubunu parmağında oynatan Cem Küçük duracak gibi değildi. En son Ertuğrul Özkök’le giriştiği ağız dalaşında Aydın Doğan ve grubunu düşürdüğü hazin hali diline dolayıverdi. “Hürriyet eskiden Türkiye’yi yöneten, bakanları bile belirleyen gazeteydi. Bugün ise benim tek başıma maymun ettiğim bir yayın organı” diyordu. Haksız da değildi.
Cem Küçük belki adi bir tetikçi. Ama, böylesine adi bir tetikçinin her istediğini yapma onursuzluğuna kendilerini layık gören Aydın Doğan, medya grubu ve adamlarının daha iyisini hak ettiğini kim iddia edebilir? “Kurt kocayınca köpeklere maskara olur” derlerdi de inanmazdık. Köpeklere maskaralığın fazlasıyla hak edilmiş hallerini görmek de varmış.
“Ölmek kolay. Asıl zor olan yaşamak” derken meğer şair ne kadar da haklıymış. Ne acıdır ki, onuruyla yaşamak ve onuruyla ölmek her kula nasip olmuyor işte…