[Analiz: Semih Ardıç]
Türkiye siyasî, iktisadî ve içtimaî buhranın tam ortasında. 16 Nisan’da kurulacak referandum sandığından ‘partili cumhurbaşkanlığı’ sistemine ‘evet’ neticesi çıkması halinde mevcut kriz daha çetrefil hale gelebilir. ‘Mevcut ya da devam eden kriz’ diye tanımlanabilecek çöküşün çok fazla telaffuz edilmemesi ‘buhranın yokluğuna’ delalet etmez.
Eflatun’un (Platon) ‘Mağara’ alegorisinde anlattığı, hayal ile hakikat arasındaki farkı bilemeyen zavallı insanlara benziyoruz: Doğduğu andan itibaren karanlık bir mağaraya zincirlenen insanların başını sağa veya sola çevirmesi yasaktır! Sadece karşıda, mağaranın duvarına akseden nesnelerin gölgelerine bakılabilir. Bir gün biri prangalarından kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağaranın haricinde bambaşka bir dünya ile karşılaşır. Bunu mağaraya rücû ettiğinde arkadaşları ile paylaşsa da netice alamaz. Zira arkadaşları farklı bir hakikat olacağına inanmaz. Duvarda neyi görüyorlarsa hakikat odur! Ötesi yalandır, hayaldir!
‘Öğretilmiş çaresizlik’ başlığı da tarif ediyor Türkiye’de demokrasinin başına gelenleri. Mağaradakileri krize ikna etmek mümkün değil. Ekonomi zaviyesinden bakıldığında 2001 krizinden daha beter şartlara rağmen maşeri vicdanın (kamuoyu) derin sükûtu ancak ‘öğretilmiş çaresizlik’ ile izah olunabilir.
‘Son üç senede etrafı kaplayan toz dumana rağmen mağarada gözünü hakikate açacak insanlar hâlâ vardır’ ümidindeyim. Bu ümidi muhafaza sadedinde bir-iki rakamı mukayese edeceğim.
İŞSİZLİK 2001’DE BİLE BU KADAR YÜKSEK DEĞİLDİ
2000’de yüzde 6,6 olan işsizlik 2001’de yüzde 8,7’ye, 2002’de yüzde 10,7’ye çıktı. En son 2016’nın ekim ayına ait veri açıklanmıştı. Buna göre işsizlik yüzde 11,8. Diğer bir ifadeyle 3 milyon 750 bin kişi işsiz. 2001’i müteakip hızlı büyüme senelerinde yüzde 8’e kadar inen işsizliğin son bir senede yüzde 12’ye dayanmış olması başta sanayi olmak üzere bütün sektörlerin istihdamı artırmak bir yana daralmaya gittiğini teyit ediyor. Ekonomi küçüldükçe istihdam geriliyor. Beş gençten birinin işsiz olması ekonominin orta vadede toparlanamayacağına işaret ediyor.
2001 sonunda 129 milyar dolar olan dış borç 2017’de 417 milyar dolara çıktı. Bu borcun 80 milyar dolarının bir sene içinde ödenmesi lazım. 2001’de 35 milyar dolar iç borç vardı. Hal-i hazırda iç borç 130 milyar dolar civarında. Hazine’nin borcuna KİT ve belediyelerin borçları ilave edildiğinde fatura kabarıyor.
Şirketlerin ve fertlerin toplam borcu 1,6 trilyon lirayı buluyor. Borçluluk 2001 krizinde bunun yüzde 15 bile değildi. 2003’ten bugüne hane halkının borç rakamlarındaki artış yüzde 4 binleri bulmuş. Şirketler ‘nasıl olsa düşecek’ diyerek döviz üzerinden borçlanmıştı. Son iki senede hızla yükselen dolar/TL paritesi borcun TL karşılığını da artırdı.
TL, DOLAR KARŞISINDA 44 AYDA YÜZDE 85 ERİDİ
Dolar düşse de tırmanışa geçse de en fazla konuşulan başlıklardan biridir. 2001 kriz atmosferinde 10 ayda 67 kuruştan 1 lira 60 kuruşa yükselen dolar, 1 lira 35 kuruş civarında dengeye oturmuştu. Dolar, TL karşısında son 44 ayda yüzde 85 kıymet kazandı. Oranlar birbirine çok yakın. Son dönemdeki artış kademeli olduğu için yıkıcı tesirler birkaç ay tehirli geliyor. İki ileri bir geri şeklindeki hareketler her yeni seviyeyi normalleştiriyor. 2001’deki sert hareketleri göremeyince dövizin stabil kaldığını zannetsek de hakikat öyle değil. Alıştıra alıştıra devalüasyonu iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Brüt gelir artmadığı gibi enflasyon ve kur artışı alım gücünü tahrip etti. Bankalar, şirketler, fertler ve Hazine’nin borçlarını alt alta yazıp toplandığında işlemin neticesinde borcun millî gelirden fazla olduğu görülecektir. 2001’de Hazine birkaç KİT ve belediyeyi kanun ve kararnamelerle rahatlatmıştı. Tahvil ihraç ederek batık bankaların yükünü de üstlenmişti.
Diğer taraftan bugüne göre ‘yok’ denecek kadar az borcu olan fertler ve şirketler ile AB reformlarını görüp yatırıma gelen yabancılar büyümeyi omuzlamıştı. Dünyada para bolluğunun verdiği finansman baharı sayesinde kriz durağından süratla uzaklaşmıştık.
EMEKLİLERİN MAAŞINA BİLE EL KONULABİLİR
Bu kadar yüksek borç, Türkiye’nin kredi notunun yüksek olduğu günlerde yeniden borç alınarak ödeniyordu. Artık bu imkândan mahrumuz. Hükûmet, ‘Paralel Hazine’yi ‘yatırım yapılabilir’ notunu kaybettiğimiz tarihten hemen sonra kurdu. Zira borç bulmak için başka çaresi yoktu. Elde avuçta kalan son varlıkları teminat gösterip zordaki firmalara borç alınması kısa vadede nefes aldırsa da kredilerin faizini dahi ödeyememe tehlikesi gözden ırak tutulmasın.
Üstelik bu krediler daha evvel alınanlara nazaran hem daha yüksek maliyetli olacak hem de top yekün ekonomiyi sarsabilecek başka maliyetlere sebebiyet verecek. Kredilerin geri ödenmemesi halinde THY, Türk Telekom, Halkbank ve Ziraat Bankası gibi şirketlerin gelirlerine el konulabilir. Emeklilerin ekseriyeti Ziraat Bankası ve Halkbank’tan maaş alıyor. O bankalara el konulmasından mütevellit haciz işlemleri emekli maaşlarına kadar uzanabilir.
2001 krizinde böyle bir tablo var mıydı? Hayır yoktu.
Devrin başbakanı Bülent Ecevit’e fırlatılan yazar kasa, geçim derdine düşen halkın hissiyatına tercüman olmuştu. Bugün yazar kasa fırlatılmadığı için işlerin yolunda gittiği zannedilmesin.
O gün evet kriz vardı, hürriyet de vardı. “Sayın Başbakanım! Açım, geçinemiyorum” diyen esnaf derdest edilmiyordu. İşkence yoktu, maaşı milletin vergilerinden ödenen binlerce trol de yoktu.
Bugün kriz var, amma velâkin ifade hürriyeti yok.
Mağaraya geri dönelim…
2001’deki çöküşe ‘kriz’ diyorsak nakit açığı ile demokrasi açığının yan yana geldiği şu günleri nasıl tarif edeceğiz?
Eflatun’un (Platon) ‘Mağara’ alegorisinde anlattığı, hayal ile hakikat arasındaki farkı bilemeyen zavallı insanlara benziyoruz: Doğduğu andan itibaren karanlık bir mağaraya zincirlenen insanların başını sağa veya sola çevirmesi yasaktır! Sadece karşıda, mağaranın duvarına akseden nesnelerin gölgelerine bakılabilir. Bir gün biri prangalarından kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağaranın haricinde bambaşka bir dünya ile karşılaşır. Bunu mağaraya rücû ettiğinde arkadaşları ile paylaşsa da netice alamaz. Zira arkadaşları farklı bir hakikat olacağına inanmaz. Duvarda neyi görüyorlarsa hakikat odur! Ötesi yalandır, hayaldir!
‘Öğretilmiş çaresizlik’ başlığı da tarif ediyor Türkiye’de demokrasinin başına gelenleri. Mağaradakileri krize ikna etmek mümkün değil. Ekonomi zaviyesinden bakıldığında 2001 krizinden daha beter şartlara rağmen maşeri vicdanın (kamuoyu) derin sükûtu ancak ‘öğretilmiş çaresizlik’ ile izah olunabilir.
‘Son üç senede etrafı kaplayan toz dumana rağmen mağarada gözünü hakikate açacak insanlar hâlâ vardır’ ümidindeyim. Bu ümidi muhafaza sadedinde bir-iki rakamı mukayese edeceğim.
İŞSİZLİK 2001’DE BİLE BU KADAR YÜKSEK DEĞİLDİ
2000’de yüzde 6,6 olan işsizlik 2001’de yüzde 8,7’ye, 2002’de yüzde 10,7’ye çıktı. En son 2016’nın ekim ayına ait veri açıklanmıştı. Buna göre işsizlik yüzde 11,8. Diğer bir ifadeyle 3 milyon 750 bin kişi işsiz. 2001’i müteakip hızlı büyüme senelerinde yüzde 8’e kadar inen işsizliğin son bir senede yüzde 12’ye dayanmış olması başta sanayi olmak üzere bütün sektörlerin istihdamı artırmak bir yana daralmaya gittiğini teyit ediyor. Ekonomi küçüldükçe istihdam geriliyor. Beş gençten birinin işsiz olması ekonominin orta vadede toparlanamayacağına işaret ediyor.
2001 sonunda 129 milyar dolar olan dış borç 2017’de 417 milyar dolara çıktı. Bu borcun 80 milyar dolarının bir sene içinde ödenmesi lazım. 2001’de 35 milyar dolar iç borç vardı. Hal-i hazırda iç borç 130 milyar dolar civarında. Hazine’nin borcuna KİT ve belediyelerin borçları ilave edildiğinde fatura kabarıyor.
Şirketlerin ve fertlerin toplam borcu 1,6 trilyon lirayı buluyor. Borçluluk 2001 krizinde bunun yüzde 15 bile değildi. 2003’ten bugüne hane halkının borç rakamlarındaki artış yüzde 4 binleri bulmuş. Şirketler ‘nasıl olsa düşecek’ diyerek döviz üzerinden borçlanmıştı. Son iki senede hızla yükselen dolar/TL paritesi borcun TL karşılığını da artırdı.
TL, DOLAR KARŞISINDA 44 AYDA YÜZDE 85 ERİDİ
Dolar düşse de tırmanışa geçse de en fazla konuşulan başlıklardan biridir. 2001 kriz atmosferinde 10 ayda 67 kuruştan 1 lira 60 kuruşa yükselen dolar, 1 lira 35 kuruş civarında dengeye oturmuştu. Dolar, TL karşısında son 44 ayda yüzde 85 kıymet kazandı. Oranlar birbirine çok yakın. Son dönemdeki artış kademeli olduğu için yıkıcı tesirler birkaç ay tehirli geliyor. İki ileri bir geri şeklindeki hareketler her yeni seviyeyi normalleştiriyor. 2001’deki sert hareketleri göremeyince dövizin stabil kaldığını zannetsek de hakikat öyle değil. Alıştıra alıştıra devalüasyonu iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Brüt gelir artmadığı gibi enflasyon ve kur artışı alım gücünü tahrip etti. Bankalar, şirketler, fertler ve Hazine’nin borçlarını alt alta yazıp toplandığında işlemin neticesinde borcun millî gelirden fazla olduğu görülecektir. 2001’de Hazine birkaç KİT ve belediyeyi kanun ve kararnamelerle rahatlatmıştı. Tahvil ihraç ederek batık bankaların yükünü de üstlenmişti.
Diğer taraftan bugüne göre ‘yok’ denecek kadar az borcu olan fertler ve şirketler ile AB reformlarını görüp yatırıma gelen yabancılar büyümeyi omuzlamıştı. Dünyada para bolluğunun verdiği finansman baharı sayesinde kriz durağından süratla uzaklaşmıştık.
EMEKLİLERİN MAAŞINA BİLE EL KONULABİLİR
Bu kadar yüksek borç, Türkiye’nin kredi notunun yüksek olduğu günlerde yeniden borç alınarak ödeniyordu. Artık bu imkândan mahrumuz. Hükûmet, ‘Paralel Hazine’yi ‘yatırım yapılabilir’ notunu kaybettiğimiz tarihten hemen sonra kurdu. Zira borç bulmak için başka çaresi yoktu. Elde avuçta kalan son varlıkları teminat gösterip zordaki firmalara borç alınması kısa vadede nefes aldırsa da kredilerin faizini dahi ödeyememe tehlikesi gözden ırak tutulmasın.
Üstelik bu krediler daha evvel alınanlara nazaran hem daha yüksek maliyetli olacak hem de top yekün ekonomiyi sarsabilecek başka maliyetlere sebebiyet verecek. Kredilerin geri ödenmemesi halinde THY, Türk Telekom, Halkbank ve Ziraat Bankası gibi şirketlerin gelirlerine el konulabilir. Emeklilerin ekseriyeti Ziraat Bankası ve Halkbank’tan maaş alıyor. O bankalara el konulmasından mütevellit haciz işlemleri emekli maaşlarına kadar uzanabilir.
2001 krizinde böyle bir tablo var mıydı? Hayır yoktu.
Devrin başbakanı Bülent Ecevit’e fırlatılan yazar kasa, geçim derdine düşen halkın hissiyatına tercüman olmuştu. Bugün yazar kasa fırlatılmadığı için işlerin yolunda gittiği zannedilmesin.
O gün evet kriz vardı, hürriyet de vardı. “Sayın Başbakanım! Açım, geçinemiyorum” diyen esnaf derdest edilmiyordu. İşkence yoktu, maaşı milletin vergilerinden ödenen binlerce trol de yoktu.
Bugün kriz var, amma velâkin ifade hürriyeti yok.
Mağaraya geri dönelim…
2001’deki çöküşe ‘kriz’ diyorsak nakit açığı ile demokrasi açığının yan yana geldiği şu günleri nasıl tarif edeceğiz?