Kürt Meselesinde Güvenlik Politikasından Sonra Iskân Politikası Devrede

[Berk Uluç]
Bugün Kürt meselesinde geldiğimiz noktayı, meşru Kürt siyasal hareketinin çevreden merkeze doğru yaptığı ilerlemenin akamete uğratılması olarakta tanımlayabiliriz. Diğer bir ifade ile 2013 yılında kurulan, bünyesinde Türkiye toplumunun onlarca farklı rengini barındıran ve milyonlarca Kürdün Türkiyelileşmesi için yola çıkan HDP projesi malesef cebren sona erdirildi.
2015 Haziran seçim sonuçlarının ortaya çıkması ile tek başına hükümet kurma yetkisini kaybeden dönemin başbakanı Erdoğan, 2012 yılı sonlarında ortaya çıkan ve yaklaşık iki yıl kadar bir süre doğu ve güneydoğu da çatışmaları sona erdiren barış sürecini hiçe sayarak Kürt meselesini tekrar güvenlik bürokrasinin şefkatli (!) kollarına havale etti. 2015 Haziranından bu güne doğu ve güneydoğu da özellikle yerleşim alanlarında yapılan askeri operasyonlar neticesinde yarım milyondan fazla insan yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldı ve binlerce bölge insanı yaşamını yitirdi. Hemen hemen herşeyini geride bırakarak muhtelif batı şehierlerine yerleşmek zorunda kalan bu insanlar, malesef gittikleri bazı yerlerde toplumsal barışa halel getirecek bir takım sosyal problemlerle de karşılaştılar. Belki de cumhuriyet döneminden bu yana ilk kez Kürt meselesi güvenlik bürokrasisi ve terör grupları arasında bir mesele olmanın ötesinde, Türk ve Kürt toplumları arasında sosyal ve siyasal bir sorunsal haline dönüşmeye başladı.
Güvenlik bürokrasisi yeni bir terör grubunu daha ortaya çıkardı
Kürt meselesine güvenlik bürokrasisinin tekrar musallat olması yanlızca 2015-2016 döneminde yüzlerce Kürt gencin PKK’ya katılması sonucu doğurmadı, aynı zamanda kendilerine Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) denilen, daha çok şehir merkezlerinde ve metropollerde terör eylemi gerçekleştiren yeni bir terör grubunun daha ortaya çıkmasına da sebep oldu. 2016 yılı ile birlikte cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan ve gücünü daha da konsolide eden Erdoğan, Kürt meselesinin 90’larda ki vaziyetine rahmet okutacak yeni bir siyasetin öncüsü olmak noktasında hiç bir tereddüt göstermedi. Son bir yıldır HDP’li belediye başkanları tarafından yönetilen onlarca belediyeye kayyım atanırken, sayıları belki de binleri bulan sivil toplum kurumu temsilcisi, akadmisyen ve siyasetçi tutuklandı. HDP’nin onlarca milletvekili tutuklanırken bu isimlere parti eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da katıldı. Hatta, Kürt meselesinde milyonların vicdanı sayılabilecek Ahmet Türk ve Osman Baydemir gibi çok kıymetli iki siyasetçi ve kanaat önderi de malesef ceza evine konuldu. Neyse ki Ahmet Türk sağlık sebeplerinden ötürü şartlı tahliye edildi.
Yeni insiyatif tehlikesi!..
Tüm bu trajediler yaşanırken, Suriye’li mülteciler üzerinden alınan yeni bir insiyatif ömüzüdeki 5-10 yıl içinde Türkiye’de ki Kürt/Alevi-yoğun bölgelerde bir Kürt/Alevi-Suriyeli mülteciler çatışması ortaya çıkaracak gibi görünüyor. Daha önce Maraş ile Pazarcık ilçesi arasında kalan bölgeye 30 bin kişilik bir mülteci kampı kurulması ile gündeme gelen bu kritik hadise, bölgede yaşayan bir çok Kürt/Alevi’ye göre hükümetin Kürt-yoğun bölgelerde ki demografiyi değiştirme adına gerçekleştirmek istediği bir öncelik. Bu insiyatif, bir yandan seküler/sol tandanslı Kürt siyasal hareketini demografi üzerinden vurmayı hedeflerken, bir yandan da Alevi bölgelere sünni Suriye’lileri yerleştirmek üzerinden bu bölgeleri sünnileştirme çabası taşıyor.
Şüphesiz, bu topraklarda devlet tarafından muhalif görülen toplumlara karşı güvenlik ve iskan politikaları bilinçli bir şekilde yürütülmüş ve her dönemde zorunlu göçler – sürgünler yaşanmıştır. Bugün de Kürtler ve Aleviler üzerinde benzer çalışmalar yürütülmekte. Bir taraftan göçe zorlanan halklar diğer taraftan da Suriye’den gelen rejim muhalifi Sünni mülteciler ile kuşatılmaktadır. Maraş’ta yürürlüğe konan politikanın Malatya ve Sivas gibi bölgelerdeki Kürt-Alevi yerleşim alanlarında da uygulanacağına dair bölge insanının kaygıları her geçen gün artmakta. Şüphesiz bahsettiğimiz bu iskân politikası sadece Türkiye sınırı içerisinde öngörülmüş bir tecrit uygulaması değil. Benzer şekilde Rojava sınırının Türkiye tarafına bir şerit halinde Sünni Arap nüfusun yerleştirilme planlarının yapıldığı hükümete yakın farklı gazete ve medya organlarında defalarca haber oldu. Türkiye Kürtleri ile Rojava Kürtlerinin arasına yerleştirilen Suriyeli Arap nüfus, Kürtlerin birbirleriyle olan ilişkisini kesmeye yönelik olduğu gayet açık bir amaç taşımakta. Fakat bu bölgenin tarihinin bize öğrettiği bir şey var ki, o da güvenlik politikaları ile iskân politikaları sorunları çözmediği gibi beraberinde yeni sorunlara da neden olmaktadır. (TR724)