[Konuk Yazar: Göksel İlhan]
Erdoğan’ın sürekli daha çok güç ve iktidar isteyen açlığının doyum noktası, marazi hırsının bir tatmin sınırı var mı?
Geçmiş hayatına ve iktidar serüvenine baktığımızda bunun cevabı kesinlikle ‘hayır’dır. Erdoğan hastalık derecesinde bir güç ve iktidar zehirlenmesi yaşamaktadır. Korkarım ki kendi istek ve iradesiyle duracağı bir sınır da yoktur.
Dünyevi tüm makamları teslim etseniz bile yetinmeyecek, belki kutsanmak isteyecektir. Konuşmalarının satır aralarında bunları görmek mümkündür. Geçmiş konuşmalarında ‘Allah lütfetti, lütfedecek’ tarzı beyanları ile ilahi bir kabule mazhar olduğunu vurgulamaktan geri durmamaktadır. Gerek çevresinin gerekse kendisinin beyan ve demeçleri bu yönüyle bir inceleme ve araştırmaya tabi tutulsa bu tespitimizde haksız olmadığımız anlaşılacaktır.
Kendisini Kasımpaşalı delikanlısı olarak sakladı
Erdoğan fakir sofralarından bin yüz odalı saraylara kadar geçen süreçte; şatafat düşkünlüğünü ve iktidar hırsını ustalıkla saklamayı başarmıştır. Mütevazi Kasımpaşa delikanlısı görüntüsünün altına saklanmış acımasızlığını ve öfkesini görmemiz için 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması gibi bir kırılmayı beklememiz gerekecekmiş meğer. Fotoğrafın bütününü ise ‘Allah’ın lütfu’ 15 Temmuz darbe tiyatrosundan sonra görecektik.
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, Erdoğan’ın iktidarını devam ettirmek için gayrimeşru yöntemlerle para havuzları oluşturduğunu gözler önüne sermişti. Suç üzerine bina edilmiş iktidarı ilk defa bu soruşturmalarla açıkça deşifre edilmiştir. Bu süreç Erdoğan’ın maskesinin kısmen düştüğü, derinlerde saklı öfke ve kininin magma gibi sağa sola saçılmaya başladığı dönemdir.
15 Temmuz darbe tiyatrosu ise Erdoğan’ın içinin dışa döndüğü, tüm bastırılmış nefretinin ayan beyan ortaya saçıldığı tarihi sürecin başlangıcıdır. 15 Temmuz; kadın, çocuk, yaşlı, hasta, özürlü hiç kimsenin masumiyetine saygı duyulmadan kin ve nefretle ezildiği dönemin adıdır…
Erdoğan’ın tutarsız, çelişkiler yumağı politik söylemlerini, babacan tavırla başlayıp, daha sonra nasıl acımasız bir figüre dönüştüğünü anlamak için iktidar serüvenini üç dönem halinde inceleyelim.
– Birinci Dönem: İlk seçimlerin yapıldığı Kasım 2002 den Anayasa referandumunun kabul edildiği Eylül 2010 yılına kadar olan süreyi bu dönem içinde değerlendirebiliriz.
Laik ve güçlü Türk ordusu karşısında meşruiyet aradığı, darbe senaryolarının havada uçuştuğu, Cumhuriyet mitingleri ile köşeye sıkıştığı, e-muhtıraların verildiği birinci ve ikinci iktidar dönemlerini kapsar.
Meşruiyetinin her platformda sorgulandığı bu dönemde, başta liberaller ve diğer demokrat gruplar olmak üzere her kesimden toplum bileşenleriyle daha çok demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerlere dönüş vaatleri ile güçlü ittifaklar kurmuştur.
AB üyeliği yolunda harcanan çaba, demokratikleşme paketleri bu döneme önemli çalışmalarıdır. Bu dönemde gerçekleştirdiği icraatlarıyla bir çok kesimi gerçekten değiştiğine inandırmış, oyunu artırarak iktidarda kalmayı sürdürmüştür.
– İkinci Dönem: Bu dönemi Anayasa değişiklik paketinin referandumla kabul edildiği 12 Eylül 2010’dan 15 Temmuz 2016’ya kadar sürdürebiliriz.
Vesayetten kurtulup demokratik bir düzene kavuşacağını uman kitlelerin büyük desteği ile Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül 2010 tarihinde kabul edildi. Bu tarih Erdoğan’ın yeniden bilinç altı müktesebatı olan siyasal İslamcı kimliğine dönüşün başlangıcı gibidir.
Kendini Ortadoğu’nun kralı, bir anlamda dünya lideri olarak görmeye başlamıştır. Demokratik reformları sonlandırmış, komşu ülkelerin başkentlerinde muzaffer bir komutan olarak cuma namazı kılma hayalleri kurmuş, mitinglerde kitlesine hamasi nutuklarla vaatlerde bulunmuştur.
Suriye’deki iç karışıklıkları körüklemiş rejim muhalifi hareketi silahlı bir isyana dönüştürmeyi başarmıştır. Radikal İslamcı grupları doğrudan desteklemiş, Ülkemizi tüm dünyadan radikal silahlı militanların Suriye’ye geçiş güzergahı yapmıştır.
Bu dönemde; Erdoğan bilinç altı kodlarına, derinlerde saklı siyasal İslamcı kişiliğine kesin bir dönüş yapmıştır.
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını kendisine karşı bir darbe girişimi olarak nitelemiş, kurguladığı bürokratik tasfiyeyi bu vesile ile hızlandırmıştır. Her şeye rağmen yürürlükteki hukuk düzenini aşmakta zaman zaman zorlandığı için tasfiyeler, sürgünler Erdoğan için yeterince tatmin edici olmamıştır.
Bu dönemi bir anlamda bir sonraki büyük tasfiyenin hazırlık aşaması olarak kullanmıştır.
– Üçüncü dönem: Bu dönem 15 Temmuz darbe tiyatrosu ile başlamıştır.
Tüm devletin sıfırlandığı, TBMM’ninkiler dahil tüm yetkilerin Erdoğan’da toplandığı dönemdir. Erdoğan’ın hüviyeti asliyesini, birikmiş tüm kinini ve nefretini ortaya koyduğu, intikam sürecidir bu dönem…
Darbe tiyatrosundan hemen sonra sayıları on binleri bulan ihraç ve tutuklamalara baktığımızda Erdoğan’ın en az üç yıllık bir hazırlık yaptığını söyleyebiliriz.
Mutlak iktidarına engel gördüğü ordudaki tüm subaylar tasfiye edilmiştir. Bunların büyük çoğunluğunun batı değerleriyle yetişmiş NATO subayı olması ayrıca dikkat çekicidir.
İçinde adeta bir yara olarak tutuğu 17/25 Aralık soruşturmasının intikamını ise tüm yargı camiasından acımasızca almıştır. Mevcut hakim ve savcıların yüzde 40’ına yakınını ihraç ettirmiş, büyük çoğunluğunu tutuklatmıştır. Erdoğan’ın özel ilgisine mazhar yargıçlar ise ayrıca hücrelerde sistematik işkenceye maruz kalmıştır.
İnsanlık tarihinde belki de ilk defa kadın ve çocuklar acımasızca ve hiç bir delil gösterilemeden cezalandırılmıştır. 20. yüzyılın ortalarında deli teke diye nitelendirilen Hitler zulmünden sonra, 21. yüzyılın başlarında tekrar benzer bir kitlesel imha ve trajediyi yaşamak ülkemiz adına utanç verici olmuştur.
15 Temmuz, Erdoğan ve temsil ettiği siyasal İslamcı geleneğin gücü elde edince ne kadar acımasız olabileceğini bir kez daha göstermiştir.15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar ciltler dolusu kitaplara sığamayacak boyuttadır. 15 Temmuz, Erdoğan’ın mutlak iktidarının nelere mal olabileceğini göstermesi açısından ibretlik bir süreçtir.
Erdoğan’ın her gün daha çok güç ve iktidar isteyen çılgınca koşusu nereye kadar devam edecek? Başkanlık sistemi gelebilir mi? Erdoğan’ın mutlak iktidar istediği dördüncü bir dönemi olur mu, bunu zaman gösterecektir.
Anayasa değişikliği sonrası Erdoğan’ın başkan olması halinde Türkiye’nin özgürlükler sorununun daha da derinleşeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok. Her şey George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ndeki gibi başladı. Final ondan da kötüye doğru gidiyor. Şimdi ise George Orwell’in ‘1984’ adlı romanındaki Okyanusya’sında gibiyiz. Düşünce polisinin kapımıza dayanması, çocuklarımızın muhbirliğe zorlanmasına, çift düşün tekniği ile beyinlerin yıkanmasına ramak kaldı.
Aklı başında tüm vatandaşlarımız, aydınlarımız, demokratik değerleri benimsemiş dostlarımız bu çılgınca koşuyu durdurmak zorundadır. Şayet durdurulamazsa çok yakın bir gelecekte parçası olduğumuz NATO ve AB gibi kurumlar birer terör organizasyonu olarak Okyanusya (Türk) toplumuna kabul ettirilecek, aykırı düşünen tüm bireyler yüce lidere ihanet etmekle suçlanıp ve muhtemelen zindanlara atılacaktır. Erdoğan’ın yaptıkları yapacaklarının garantisidir.
Geçmiş hayatına ve iktidar serüvenine baktığımızda bunun cevabı kesinlikle ‘hayır’dır. Erdoğan hastalık derecesinde bir güç ve iktidar zehirlenmesi yaşamaktadır. Korkarım ki kendi istek ve iradesiyle duracağı bir sınır da yoktur.
Dünyevi tüm makamları teslim etseniz bile yetinmeyecek, belki kutsanmak isteyecektir. Konuşmalarının satır aralarında bunları görmek mümkündür. Geçmiş konuşmalarında ‘Allah lütfetti, lütfedecek’ tarzı beyanları ile ilahi bir kabule mazhar olduğunu vurgulamaktan geri durmamaktadır. Gerek çevresinin gerekse kendisinin beyan ve demeçleri bu yönüyle bir inceleme ve araştırmaya tabi tutulsa bu tespitimizde haksız olmadığımız anlaşılacaktır.
Kendisini Kasımpaşalı delikanlısı olarak sakladı
Erdoğan fakir sofralarından bin yüz odalı saraylara kadar geçen süreçte; şatafat düşkünlüğünü ve iktidar hırsını ustalıkla saklamayı başarmıştır. Mütevazi Kasımpaşa delikanlısı görüntüsünün altına saklanmış acımasızlığını ve öfkesini görmemiz için 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması gibi bir kırılmayı beklememiz gerekecekmiş meğer. Fotoğrafın bütününü ise ‘Allah’ın lütfu’ 15 Temmuz darbe tiyatrosundan sonra görecektik.
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, Erdoğan’ın iktidarını devam ettirmek için gayrimeşru yöntemlerle para havuzları oluşturduğunu gözler önüne sermişti. Suç üzerine bina edilmiş iktidarı ilk defa bu soruşturmalarla açıkça deşifre edilmiştir. Bu süreç Erdoğan’ın maskesinin kısmen düştüğü, derinlerde saklı öfke ve kininin magma gibi sağa sola saçılmaya başladığı dönemdir.
15 Temmuz darbe tiyatrosu ise Erdoğan’ın içinin dışa döndüğü, tüm bastırılmış nefretinin ayan beyan ortaya saçıldığı tarihi sürecin başlangıcıdır. 15 Temmuz; kadın, çocuk, yaşlı, hasta, özürlü hiç kimsenin masumiyetine saygı duyulmadan kin ve nefretle ezildiği dönemin adıdır…
Erdoğan’ın tutarsız, çelişkiler yumağı politik söylemlerini, babacan tavırla başlayıp, daha sonra nasıl acımasız bir figüre dönüştüğünü anlamak için iktidar serüvenini üç dönem halinde inceleyelim.
– Birinci Dönem: İlk seçimlerin yapıldığı Kasım 2002 den Anayasa referandumunun kabul edildiği Eylül 2010 yılına kadar olan süreyi bu dönem içinde değerlendirebiliriz.
Laik ve güçlü Türk ordusu karşısında meşruiyet aradığı, darbe senaryolarının havada uçuştuğu, Cumhuriyet mitingleri ile köşeye sıkıştığı, e-muhtıraların verildiği birinci ve ikinci iktidar dönemlerini kapsar.
Meşruiyetinin her platformda sorgulandığı bu dönemde, başta liberaller ve diğer demokrat gruplar olmak üzere her kesimden toplum bileşenleriyle daha çok demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerlere dönüş vaatleri ile güçlü ittifaklar kurmuştur.
AB üyeliği yolunda harcanan çaba, demokratikleşme paketleri bu döneme önemli çalışmalarıdır. Bu dönemde gerçekleştirdiği icraatlarıyla bir çok kesimi gerçekten değiştiğine inandırmış, oyunu artırarak iktidarda kalmayı sürdürmüştür.
– İkinci Dönem: Bu dönemi Anayasa değişiklik paketinin referandumla kabul edildiği 12 Eylül 2010’dan 15 Temmuz 2016’ya kadar sürdürebiliriz.
Vesayetten kurtulup demokratik bir düzene kavuşacağını uman kitlelerin büyük desteği ile Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül 2010 tarihinde kabul edildi. Bu tarih Erdoğan’ın yeniden bilinç altı müktesebatı olan siyasal İslamcı kimliğine dönüşün başlangıcı gibidir.
Kendini Ortadoğu’nun kralı, bir anlamda dünya lideri olarak görmeye başlamıştır. Demokratik reformları sonlandırmış, komşu ülkelerin başkentlerinde muzaffer bir komutan olarak cuma namazı kılma hayalleri kurmuş, mitinglerde kitlesine hamasi nutuklarla vaatlerde bulunmuştur.
Suriye’deki iç karışıklıkları körüklemiş rejim muhalifi hareketi silahlı bir isyana dönüştürmeyi başarmıştır. Radikal İslamcı grupları doğrudan desteklemiş, Ülkemizi tüm dünyadan radikal silahlı militanların Suriye’ye geçiş güzergahı yapmıştır.
Bu dönemde; Erdoğan bilinç altı kodlarına, derinlerde saklı siyasal İslamcı kişiliğine kesin bir dönüş yapmıştır.
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını kendisine karşı bir darbe girişimi olarak nitelemiş, kurguladığı bürokratik tasfiyeyi bu vesile ile hızlandırmıştır. Her şeye rağmen yürürlükteki hukuk düzenini aşmakta zaman zaman zorlandığı için tasfiyeler, sürgünler Erdoğan için yeterince tatmin edici olmamıştır.
Bu dönemi bir anlamda bir sonraki büyük tasfiyenin hazırlık aşaması olarak kullanmıştır.
– Üçüncü dönem: Bu dönem 15 Temmuz darbe tiyatrosu ile başlamıştır.
Tüm devletin sıfırlandığı, TBMM’ninkiler dahil tüm yetkilerin Erdoğan’da toplandığı dönemdir. Erdoğan’ın hüviyeti asliyesini, birikmiş tüm kinini ve nefretini ortaya koyduğu, intikam sürecidir bu dönem…
Darbe tiyatrosundan hemen sonra sayıları on binleri bulan ihraç ve tutuklamalara baktığımızda Erdoğan’ın en az üç yıllık bir hazırlık yaptığını söyleyebiliriz.
Mutlak iktidarına engel gördüğü ordudaki tüm subaylar tasfiye edilmiştir. Bunların büyük çoğunluğunun batı değerleriyle yetişmiş NATO subayı olması ayrıca dikkat çekicidir.
İçinde adeta bir yara olarak tutuğu 17/25 Aralık soruşturmasının intikamını ise tüm yargı camiasından acımasızca almıştır. Mevcut hakim ve savcıların yüzde 40’ına yakınını ihraç ettirmiş, büyük çoğunluğunu tutuklatmıştır. Erdoğan’ın özel ilgisine mazhar yargıçlar ise ayrıca hücrelerde sistematik işkenceye maruz kalmıştır.
İnsanlık tarihinde belki de ilk defa kadın ve çocuklar acımasızca ve hiç bir delil gösterilemeden cezalandırılmıştır. 20. yüzyılın ortalarında deli teke diye nitelendirilen Hitler zulmünden sonra, 21. yüzyılın başlarında tekrar benzer bir kitlesel imha ve trajediyi yaşamak ülkemiz adına utanç verici olmuştur.
15 Temmuz, Erdoğan ve temsil ettiği siyasal İslamcı geleneğin gücü elde edince ne kadar acımasız olabileceğini bir kez daha göstermiştir.15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar ciltler dolusu kitaplara sığamayacak boyuttadır. 15 Temmuz, Erdoğan’ın mutlak iktidarının nelere mal olabileceğini göstermesi açısından ibretlik bir süreçtir.
Erdoğan’ın her gün daha çok güç ve iktidar isteyen çılgınca koşusu nereye kadar devam edecek? Başkanlık sistemi gelebilir mi? Erdoğan’ın mutlak iktidar istediği dördüncü bir dönemi olur mu, bunu zaman gösterecektir.
Anayasa değişikliği sonrası Erdoğan’ın başkan olması halinde Türkiye’nin özgürlükler sorununun daha da derinleşeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok. Her şey George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ndeki gibi başladı. Final ondan da kötüye doğru gidiyor. Şimdi ise George Orwell’in ‘1984’ adlı romanındaki Okyanusya’sında gibiyiz. Düşünce polisinin kapımıza dayanması, çocuklarımızın muhbirliğe zorlanmasına, çift düşün tekniği ile beyinlerin yıkanmasına ramak kaldı.
Aklı başında tüm vatandaşlarımız, aydınlarımız, demokratik değerleri benimsemiş dostlarımız bu çılgınca koşuyu durdurmak zorundadır. Şayet durdurulamazsa çok yakın bir gelecekte parçası olduğumuz NATO ve AB gibi kurumlar birer terör organizasyonu olarak Okyanusya (Türk) toplumuna kabul ettirilecek, aykırı düşünen tüm bireyler yüce lidere ihanet etmekle suçlanıp ve muhtemelen zindanlara atılacaktır. Erdoğan’ın yaptıkları yapacaklarının garantisidir.