‘İslam Dünyası’ Nedir? Dünyanın Ne Tarafına Düşer?

[Akif Umut Avaz]

Nispeten daha varlıklı kesimlerin yapabildiği bir sünnet olan umre değil ama maddi şartlara bağlanarak farz kılınmış olsa bile, Hac ‘İslam Dünyası’nın mevcut haline dair önemli fikirler verir. Bu ibadeti Allah’ın nasip ettiği aklı başındaki şanslı müminler, Hac esnasında türlü manevi hazların yanı sıra çelişkili duygular yaşamaktan da kendilerini alamazlar. Çünkü, dünyanın dört bir bucağından gelmiş hacılar aracılığıyla ‘İslam Âlemi’ gözlerinin önünde adeta bir podyuma çıkar ve resmi geçit yapar. Bu sayede, ‘İslam Âlemi’nin ne olup ne olmadığına dair gözlemlerin en isabetlisi Hac farizası sırasındadır.
Gönül isterdi ki her Müslüman, ülkelerine dönerken Hac esnasında ‘İslam Âlemi’ne dair görüp tecrübe ettiklerinden mesrur ve mesut olabilsin. Ne mümkün? Görülüp tecrübe edilenler, daha ziyade ‘İslam Âlemi’nin geri kalmışlığını, cehaletini, evrensel medeni değerlerden ve insani hal ve hareketlerden ne kadar nasipsiz kaldığını gözünüze gözünüze sokar. ‘İslam Âlemi’nin hal-i pür melalinin toplu gösterimi niteliğindeki Hac sırasında, “İslam adına ilk olarak Hac’taki şu kaotik ve perişan manzarayı gören bir gayr-ı Müslim acaba Müslüman olmaya hiç iştiyak duyar mı?” sorusunu sormaktan kendinizi alamazsınız.
DÜNYANIN GERİ KALANINA İBRET OLAN BİR DÜNYA
Bugün adına ‘İslam Dünyası’ veya ‘İslam Âlemi’ diyebileceğimiz bir dünya ve âlem şayet varsa, 57 ülke ve 1,5 milyarı aşkın nüfusuyla, Hac sırasındaki o perişan görünürlüğünün bile çok ötesinde dünyanın geri kalanına ancak ibret olabilecek nitelikteki bir sefaletle var. ‘İslam Dünyası’ bugün maalesef geri kalmışlık, sosyal adaletsizliklere bağlı yoksulluk, yokluk, yolsuzluk, cehalet ve cehalete bağlı bağnazlık, fanatizm, mezhepçilik, radikalizm, hukuksuzluk, dikta, baskı, zulüm, zorbalık, savaş, iç çatışma ve kör şiddete dönüşmüş terör vs ile özdeşleşmiş durumda.
Maalesef, bahsini ettiğimiz bu dünya uluslararası haber ağlarında dolaşan insanlık dışı haberlerin çoğuna kaynaklık eden dünyanın da ta kendisi. Lafa gelince ‘İslamî’ oldukları vurgusuyla “Şeriat” düzenini benimsediklerini iddia eden ülkelerde bile insanlık dışı hallerin en az ‘İslamîlik’ iddialarının büyüklüğü kadar büyük olmasının mutlaka makul bir açıklaması olmalı. Beklediğimiz bu açıklama, belki de, ‘İslam Dünyası’nın bugün dünyada ahlaki ve insani yozlaşma olarak kabul edilebelecek ne varsa hepsinin en belirgin adresi haline gelmiş olması olabilir. Müslümanların envai çeşit komplo teorisiyle suçu ve sorumluluğu hep başkalarına atmalarına sakın aldanmayın. Müslümanlara, ahlaken yozlaşmış ve iyice yoldan sapmış muktedir sözde Müslümanlardan daha fazla zulmeden, haksızlık eden, çektiren yok şu dünyada.
YOZLAŞIP, YOBAZLAŞTIKÇA İSLAM’I BAYRAKLAŞTIRANLAR…
Yozlaştıkları ve yobazlaştıkları oranda güya İslam’ı daha fazla bayraklaştırıp, zulüm ve ahlaksızlıklarından dolayı köşeye sıkıştıkları oranda sözde Müslümanlıklarına daha fazla vurgu yapan yoldan çıkmış muktedirlerin kendileri birer zulüm kaynağı oldukları gibi böylelerinin başka ülkelerde zulme uğramışlara el uzatmakta da ne kadar cimri oldukları görülür. Bu yüzden, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, dünyada en fazla mülteci alan ülkeleri değil ama en fazla mülteci veren ülkeleri maalesef İslam ülkeleri oluşturur. Petrol zengini Körfez ülkelerinin bile savaş ve zulümden kaçan Müslüman mültecilere koruyucu ve güvenilir bir sığınak olduklarına dair herhangi bir şey duyamazsınız. Müslüman ülkelerdeki güya Müslüman zalimlerden kaçanların Suudi Arabistan, İran ve benzeri güya Şeriat’la yönetilen Müslüman ülkelere sığınmak için can attıklarını da duyamazsınız. Peki, bu neden böyle?
Yine BM verilerine göre, 2015 yılında hayatlarını tehlikeye atma pahasına ilkel botlarla sadece Akdeniz üzerinden Avrupa ülkelerine sığınanların sayısı 1 milyonu aşmıştı. Alınan onca tedbire rağmen 2016 yılının Mart ve Eylül ayları arasında bu sayı 304 bin olarak gerçekleşti. 2016’da Avrupa’ya en fazla mülteci gönderen ülkelerin sırasıyla yüzde 26,2’sinin Suriye, yüzde 13,6’sının Afganistan, yüzde 8,9’unun Nijerya, yüzde 8,5’nin Irak, yüzde 5,2’sinin Eritre, yüzde 3,2’sinin Pakistan olduğunu görmek Hac’daki o esef verici manzarayla doğrusu tam bir tutarlılık arz ediyor.
2016 yılında Müslüman ülkelerden kaçarak ölüm pahasına Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan bu insanlardan en az 5 bininin hedefine ulaşamadan denizde boğulduğu gerçeği, Müslüman ülkeleri yöneten aşağılık zalimlerin insanlık dışı türlü zulümlerinin alamet-i farikalarından sadece birini oluşturuyor maalesef.
TÜM BİLİMSEL ENDEKSLER HEP AYNI ŞEYİ SÖYLÜYOR
Sağlıklı ve uzun yaşam, bilgiye ve eğitime erişim, onurlu bir yaşam standardı ölçütlerine göre ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmışlığını ölçen BM İnsani Gelişmişlik Endeksi’nin de ‘İslam Dünyası’na dair anlattıkları çok farklı değil. Aralarında dünyanın en zengin enerji ve doğal kaynaklarına sahip ülkeler de bulunmasına rağmen İslam ülkelerinin 187 ülke arasındaki yeri maalesef pek bir iç karartıcı. 57 İslam ülkesinden sadece 19’u bu endekste dünya ortalaması olan 0.682 puanın üzerinde yer alıyor. İlk 50’de yer alanlar ise, refahlarını tamamen enerji kaynaklarına borçlu olan BAE, Brunei, Katar ve Bahreyn’den ibaret.
Dünya Ekonomik Forum’u verilerine göre ise, İslam ülkeleri beyin göçünün en fazla görüldüğü ülkeler arasında. Değerlendirmeye tabi tutulan 38 İslam ülkesinden sadece 11’i kendi ülkelerindeki kabiliyetli insanlara fırsat oluşturma imkânı sunabiliyor. Bu 11 ülke arasında Türkiye bulunmuyor. Ekonomik ve sosyal kalkınma için üretimi dünya ortalamasının çok gerisinde seyreden ‘İslam Dünyası’ mevzu üreme olunca birden dünya ortalamasının bir hayli üzerine çıkıyor. 2009 yılı verilerine göre, ortalama doğum oranı 3,46 olan ‘İslam Dünyası’, 2,47 olan dünya ortalamasının 1 çocuk üzerinde yer alıyor. Nijerya’da bu oran 7,12, Afganistan’da 6,42, Somali’de 6,36 iken 16 İslam ülkesindeki doğum oranı dünya ortalamasının 2 katı seviyesinde seyrediyor.
NE İSLAMÎ, NE İNSANÎ BİR ‘İSLAM DÜNYASI’
Farklı alanlarda birbirini teyit eden benzer figürleri artırmak mümkün ama sanırım çok da gerekli değil. ‘İslam Dünyası’ sadece ekonomik ve sosyal gelişmişlik alanında değil, maalesef insani, ahlaki ve siyasi gelişmişlik alanlarında da sınıfta kalıyor. Temel insan hak ve özgürlüklerine saygı, adalet, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirlik, şeffaflık, sosyal adalet, çoğulculuk, empati, hoşgörü gibi evrensel demokratik insani değerler açısından tam anlamıyla dökülen ‘İslam Dünyası’nın İslami değerler açısından sefaletini ise bundan birkaç yıl önce yapılan bir bilimsel endeksleme gözler önüne sermişti.
Müslümanlar, İslam’a uygun bir hayat yaşarlarsa hem ahirette hem de dünyada mutlu, huzurlu ve müreffeh olacaklarını düşünürler. Bu kadim düşünceyle ‘İslam Dünyası’ndaki hazin gerçekler arasındaki geniş uçurum aslında Müslümanlarla İslam arasındaki uçurumun da net bir göstergesi niteliğindedir. S. Rehman ve H. Askari isimli iki sosyal bilimci, teori ile pratik arasındaki bu yaman çelişkinin peşine düşmüş ve 2010 yılında oldukça kapsamlı bir çalışma yapmışlardı. Birincil kaynaklardan yola çıkarak öncelikle temel İslami prensipleri belirlemişler, daha sonra da eldeki verileri kullanarak dünyadaki 208 ülkenin bu prensiplere ne kadar uygun hareket ettiklerini incelemişlerdi. Bu incelemeden elde ettikleri verileri dört başlıkta endekslemişler ve bu endekslerin ortalamasını alarak ülkelerin ne kadar “İslami” olduklarını belirlemişlerdi.
Rehman ve Askeri, iktisadi endeks için faizli enstrümanların yaygınlığı, rüşvetli işlemlerin sıklığı gibi değişkenlerin yanısıra vergilerin adilliği, sosyal adalet, özel mülkiyetin korunması gibi faktörlere bakmışlardı. Hukuk ve yönetişim endeksinde kanun hâkimiyeti, yargının bağımsızlığı, yönetim etkinliği vs. gibi faktörleri incelemişlerdi. İnsani ve politik haklar endeksinde sivil ve politik haklar, kadın hakları gibi konuları değerlendirmişlerdi. Uluslararası ilişkiler endeksinde ise çevresel faktörlerden askeri harcamalara kadar değişik konuları irdelemişlerdi.
botİSLAMÎLİKTE İSRAİL’İN BİLE GERİSİNE DÜŞEN İSLAM ÜLKELERİ
Neticede, ülkeler için temel ‘İslamilik’ sıralaması yapmışlar ve son derece şaşırtıcı sonuçlara ulaşmışlardı. İran, Suudi Arabistan gibi güya Şeriat’la yönetilen ülkeler sıralamada ilk 50’ye hatta ilk 100’e bile girememişlerdi. İslamilik endeksinde ilk 3 sırayı Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda almış bunları Danimarka, İngiltere, Norveç gibi ülkeler takip etmişti. Hatta İsrail, iki ülke hariç İslamilikte tüm Müslüman ülkelerin önünde yeralmıştı. İslam ülkeleri arasında en üst sırayı 38. sırada Malezya almış, Kuveyt ise ilk 50’ye 48. sırada görebilmişti. Türkiye ise en İslami 103. ülke olarak değerlendirilmişti. Suudi Arabistan 131, İran 163 ve Afganistan 169. sırada yer almıştı.
Bu endeks, birer siyasi istismar malzemesi olarak dillerine pelesenk ettikleri İslam’ı ve Allah’ı ağızlarından düşürmeyen siyasal İslamcı yoz bir güruhun Türkiye’yi getirdiği şu feci hali de açıklıyor aslında. Tıpkı ülkedeki bu gümbürtülü çöküşün baş müsebbibi Erdoğan rejiminin tüm dünyada olduğu gibi ‘İslam Dünyası’nda da cehalet, yoksulluk ve ayrılıkla mücadele eden Hizmet Hareketi’ne yönelik baskı ve tenkil çağrısına neden daha ziyade ‘İslam Dünyası’nda karşılık bulduğunu açıkladığı gibi…
‘İSLAM BARIŞ DİNİDİR’ DEMEKLE OLMUYOR…
Yıllarca yönettiği teşkilatın yoz Erdoğan rejiminin sergilediği fanatizm, yobazlık ve yozlaşmanın en büyük destekçisi olmasına aldırmazsak şayet Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun şu sözlerine hak vermemek imkânsız: “Bugün İslam dünyasında şiddetin, terörün, nefretin olduğu doğrudur. Bununla yüzleşmemiz gerekiyor. İslam adaletten çok söz eder, fakirin yanında olmaya teşvik eder ama bugün İslam dünyasında insan değeri çok aşağılarda… Toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal hayatında çok büyük çatlaklar, zaaf noktaları varsa ve fırsat eşitliği yoksa, insanlar tüm sorunlarını dini alana taşıyıp, öfke ve kavgalarını din üzerine yapabiliyorlar…  Sorunlar giderilmeden ‘İslam barış dinidir’ demeniz karın doyurmaz… İslam üzerinden siyaset yapılması, İslam’ın ideolojik bir düzleme çekilmesi, İslam’ın kendisine büyük zarar verdi.”
Biz yine de ‘İslam barış dinidir’ demeye devam edelim ama “İslam Dünyası’nın şu zavallı ve perişan hali de ne böyle?” diye sorgulamaktan da asla geri durmayalım… (TR724)